22 Mayıs 2013 Çarşamba

İnsandan insana HDL-kolesterol transferi mümkün mü?


 


 
 
Bazı çalışmalar birilerine ve ilaç şirketlerine maddi bir çıkar sağlamadığı için değerli değildir. HDL-kolesterol transferi de bazılarına göre, işte öylesine değersiz bir konudur.
 
 
 
 
İnsandan insana HDL-kolesterol transferi mümkün mü?

Son günlerin moda konusu apo A-1/HDL partikül transferi[1] konusuna, özellikle insandan insana HDL partikül transferi konusunun detaylarına geçmeden[2] önce,  konunun daha iyi ve net bir şekilde anlaşılması adına bazı hatırlatmaları zorunlu olarak yapmak gerekiyor.

Konu hakkında  çok fazla bilgisi olmayanlar doğal olarak ‘insandan insana HDL partikül transferi’ düşüncesine hemen itiraz edebilirler.  Bu nedenle  konumuzun yeni değil yıllardan beri araştırılıyor[3] olduğunu öncelikle belirtmem gerekiyor. Bunu anlamak için pubmed de ‘HDL Infusion Therapy, Milano apo A-1, mimetic apo A-1’ gibi bazı kelimeleri aramanız[4] yeterli.

İlaç şirketleri de kendilerince haklı olarak para getirisi olabilecek türde yapay (sentetik) Apo A-1 proteinleri ile gündem oluşturuyor[5].  Bu nedenle doğrudan insandan insana HDL transferi konusu sessizce geçiştiriliyor, yeterince tartışılmıyor. Oysa kanımız eksik olduğunda kan nakli yapılabiliyor, neden HDL nakli de yapılmasın ki?  Partikül temelinde değil, kolesterol temelinde ifade etmek gerekirse, bir insanda HDL-kolesterol düzeyi düşükse, neden HDL-kolesterol verip durumu düzeltmiyoruz?

****

Bu tip araştırmalarda  araştırmacılarımızın doğrudan insandan insana HDL partikülü (tüm komponentleriyle birlikte) transferini düşünmesi bizce yerinde olacaktır. Kısaca, partikül temelli değil, kolesterol temelli olarak sıkça söylendiği gibi iyi olarak tanımladığımız HDL-kolesterol de böylelikle yükselecektir. Önceleri araştırmacılar nedense HDL partikülünün sahip olduğu kolesterolün, toplam kolesterolü (total kolesterolü) yükselteceğinden korktular.  Çünkü araştırmacıların çoğunluğu kandaki kolesterol yüksekliğinin fazla üretimden, kolesterol sentezinden kaynaklandığını düşünüyorlardı. Elbette bu düşünce bize göre  bir yanılgı olsa da, hala kolesterol yüksekliğinin hücre içi senteze bağlı olduğunu düşünenler maalesef çoğunlukta. Bazıları ise hala hücresel kolesterol sentezi anlamında, kandaki kolesterolü yükselten genleri aramakla meşgul ve bu genetik araştırmalar bize göre hayalden başka bir şey değil. Bir diğer yanılgı HDL partikülünden LDL partikülüne kolesterol esterleri aktarılınca LDL kolesterol düzeyinin yükseleceği yanılgısı.

Şimdi detaylara geçebiliriz!

Bazı araştırmacılar HDL partikülünün lipidlerinden ayrışmış şekli olan bir taşıyıcı proteini, yani yapay apo A-1 veya Milano  apo A-1 transferiyle kandaki HDL partiküllerini yükseltilebileceğini varsaydılar. Bütün bir partikül yerine, sadece apo A-1 transferi üzerine yoğunlaştılar: Şayet apo A-1 eksikliğine bağlı bir hastalığa  (aalfalipoproteinemia veya hypo alfalipoproteinemia) bir sorun olsaydı belki sadece apo A-1 transferi sorunları çözebilir, böylece HDL metabolizması düzene girebilir ve buna bir biyolog olarak da itirazım olamazdı.  

Fakat bize göre farklı tanımlamalarla olsa da HDL partikülünün yapısında bulunan sadece apo A-1 transferi sorunu asla çözmezdi.

Gerçekte HDL partikülü, apo A-1 yanında tüm var olan tüm içeriği (kolesterol, fosfolipit, trigliserit vs) ile birlikte bir bütündür. Şayet  HDL partikül düzeyi bir insanda eksikse, transfüzyonla HDL yükseltmek isteniyorsa HDL partikül bileşenleri parça parça değil,  bir bütün halinde verilmelidir. Unutmamamız gereken nokta şu: HDL  partikülü, LDL’nin tam tersine kan dolaşımında oluşan bir partiküldür ve nihai fonksiyonu, LDL partikülüne kolesterol esterleri vermek, LDL’nin bu yolla karaciğerde metabolize olmasına yardımcı olmaktır. Yani LDL metabolizmasına yardımcı olmayacak, okside LDL veya small LDL’yi normalleştirmeyecek bir HDL mekanizmasının organizmada için hiç bir anlamı yoktur.

Bu durumda, bazı genetik faktörleri dikkate almadığınızda, HDL’nin (veya HDL-kolesterolün) normal değerde olması iki faktöre bağlıydır: 1) Kanda sürekli apo A-1 bulunacak 2) Kanda apo A-1 ile etkileşime girecek, HDL partikül oluşumuna yardımcı olacak kolesterol esterleri, trigliseriler ve fosfolipitler olacak, başka türlü HDL partikülü kan dolaşımında asla oluşamaz. Kısaca kan dolaşımından yeterli lipit bulunamazsa apo A-1 tek başına asla olgun fonksiyonel bir HDL partikülü oluşturamaz. Kanda LDL partiküllerinin küçülmemesi (veya okside olmaması), dolaylı olarak total kolesterolün kanda normal olmasını gerektirir. Araştırmacılardan kimse şu an için fark etmiyor olsa da LDL partiküllerinin normalleşmesi, mutlak bir şekilde HDL partiküllerine ve HDL’den LDL partiküllerine gelecek kolesterol esterlerine bağlıdır.

Daha önce defalarca  yazdığımız gibi HDL partikülünün en önemli fonksiyonlarından biri, kötü partikül dediğimiz LDL partikülüne kolesterol ve kolesterol esterleri transfer etmesidir. İyi olarak nitelendirilen HDL partikülü, kötü dediğimiz LDL partikülüne kolesterol ve kolesterol esterleri (CETP yardımıyla) verdiği zaman HDL partikülü,  partikül olarak kendi metabolizmasını tamamlamış[6] olur, LDL partikülleri de oksidasyondan kurtulur ve küçük LDL (small LDL) formu ortadan kalkar. (bkz şekil)

*****

Peki HDL partikülü, LDL partikülüne kolesterol ve kolesterol esterleri vermezse ne olur?

Tek kelime ile bu bir başka[7] bir facia olur! Nitekim bunu (CETP inhibitörleri) yapmaya çalışan zeki (?) adamlarımız  maalesef  var. İlaç şirketleri LDL partikülüne HDL tarafından aktarılan kolesterol ve kolesterol esterlerini engellemek istemişti. Böylece, LDL ye HDL’ye kolesterol esterleri aktarılmadığı için hem HDL değeri sürekli yüksek kalacak, hem de (kendi düşüncelerine göre) LDL partikülünde kolesterol miktarı azalacaktı. Fakat düşündükleri gibi olmadı. Araştırmacılar bir ilaç şirketiyle birlikte HDL den LDL partikülüne kolesterol esterlerini aktaran bir proteinin (CETP) çalışmasını bloke ettiler, ilacın deneme aşamasında bir çok insanın da ölümüne neden oldular ve ilacı piyasadan çektiler. Fakat hala ısrarla aynı fonksiyonu olan (CETP inhibitörleri) ilaçlar üzerinde çalışıyorlar[8]. Yani HDL partikülünden kolesterol aktarımını engellediklerinde durumu düzeltebileceklerini sanıyorlar...

Oysa herhangi bir nedenle kolesterol esterlerini LDL partikülüne aktaramayan bir HDL partikülü artık fonksiyonel bir partikül değildir, bunu bir türlü göremediler!

Tek başına kanda HDL partikülün aşırı ve normal dışı yüksekliği, HDL partiküllerinden LDL partiküllerine kolesterol ve kolesterol esterleri aktaramadığını da dolaylı olarak gösterir. Kısaca herhangi bir nedenle (CETP eksikliği veya mutasyonu)  HDL partikülünden LDL partikülüne kolesterol esterleri  transferi yoksa[9] bu durum da memeli canlılar için bir risk[10] oluşturur. Bu durum bilindiği halde HDL’den LDL’ye kolesterol ve kolesterol transferini engellemek, tıp bilimcilerinin ciddi bir yanılgısı veya bilimsel düşünceye ihanetidir. ( Bu durumu bizim araştırmacılarımızdan ilk fark edenlerin de Prof. Dr Altan Onat ve arkadaşları olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak gerekir. Aşırı HDL partikül çokluğu da risktir. Kısaca HDL kolesterolü yükseltmek[11] adına (dalcetrapib, torcetrapib gibi ilaçlarla) yapacağınız her müdahale, gerçekte zararlıdır ve kokusu sonra mutlaka bir şekilde çıkar.

HDL partiküllerine dışarıdan ilaçlarla yapılacak bir müdahale hiçbir şekilde LDL partikülüne kolesterol esterleri aktarımını engellememesi gerekir. HDL partikülüne yapılan her müdahale, LDL ye yapılmış sayılır aslında. Böyle bir durumda, gerçekte LDL partikülünün okside (veya küçük) kalmasına yardım ve yataklık etmiş olursunuz o kadar! Dalcetrapib, torcetrapib gibi CETP inhibisyonuna dayalı araştırmaların işte bu nedenle içi boştur ve metabolizma gerçeğinden ve bilimsel mantıktan son derece uzaktır.

Asla unutulmaması gereken nokta şudur: HDL partiküllerinin temel metabolik fonksiyonlarından en  önemlisi, LDL partiküllerine kolesterol ve kolesterol esterleri verebilmektir. Yoksa HDL partikül çokluğu, sadece matematiksel/niceliksel bir çokluk olarak kaldığında, LDL partikülüne kolesterol aktarmadığında HDL’nin de hiçbir anlamı yoktur!

********

Bilimin şaşırtıcı olması her zaman hoşuma gitmiştir. Kan lipoproteinlerinin (lipit-protein) büyük bileşenlerinin (major komponentler) bir matematiksel denklemde topladığımda[12] elde ettiğim sonuçlar benim açımdan oldukça şaşırtıcıydı. Elbette, partikül bazında bazı lipoproteinlerin (HDL, LDL, VLDL vs) küçüldüğü önceden ayrı ayrı da olsa biliniyordu. Fakat biz (toplam olarak) bütün partiküllerdeki bu küçülmeyi tek bir matematiksel formülde görüyorduk, ya biz gördüğümüzü başkalarına yıllarca anlatamadık veya onlar nedense anlamak istemediler.

Fiziksel anlatımla partiküllerin küçülmesi (small LDL vb) veya kimyasal anlatımla partiküllerin okside olması (okside LDL) gerçekten de önemli bir bulguydu. Bize göre HDL partikülünden gelmesi gerekenler (kolesterol esterleri vs) LDL partiküllerine yeterince gelmiyordu[13] yani kanda HDL azalıyor-azalmak zorunda kalıyordu. Partiküller çeşitli gerekçelerle  küçüldüğünde ve/veya okside olduğunda[14], partiküllerde lipit bileşenleri (fosfolipit, yağ asitleri, kolesterol esterleri vs) bizim elde ettiğimiz matematiksel formüle göre partikül bazında mutlaka yetersiz kalıyordu. Buna bağlı olarak, LDL partikülleri metabolize edilemiyor ve kanda durmadan ve sürekli olarak birikiyordu, biriken partiküller üzerinde de kolesterol ölçümü yüksek çıkıyordu. Yüksekliğin gerçek nedenini kavrayamayanlar da hemen ilaç veriyorlardı…

İlk olarak aşılması gereken en önemli paradokslardan biri partiküllerdeki küçülmenin temel nedeniydi. Araştırdığımız kadarıyla hiç kimse, partikül küçülmesini bilmesine rağmen, bu durumun nedenini sorgulama ihtiyacı duymamıştı. Teorik olarak partiküller küçülüyorsa, normale göre küçülen partikül yapısında bazı bileşenlerin eksik ya da yetersiz olması gerekiyordu. Çünkü partiküller yaşla birlikte genel anlamda yaşlanmanın (gerontolojik) bir sonucu olarak küçülüyorsa ve okside oluyorlarsa, apo B-100 dışında kalan partikül bileşenlerini oluşturan büyük elemanlardan (apo A-1, kolesterol, trigliserit, fosfolipit) en az biri azalmak zorundaydı. Başka türlü partiküllerde küçülme matematiksel ve fiziksel olarak asla  gerçekleşemezdi.

Bu durumu günümüzde de hala dikkate almayan, küçülen partiküllerdeki molekül eksikliklinin ne ya da neler olduğunu sorgulamayan birçok yayın bulmak[15] hala mümkün. Yaptıkları sadece determinist bir durum tespiti, olguların nedenini (causality) sorgulama ihtiyacını hala duymuyorlar ve bilim yaptıklarını düşünüyorlar. Biz okside (veya small) LDL partiküllerinde bir şeylerin yapısal anlamda eksik olduğunu, bu nedenle partiküllerin kanda biriktiğini biliyoruz. Daha da önemlisi bize göre LDL partiküllerindeki kolesterol miktarı partikül temelinde yüksek değil, tam tersine LDL’de partikül bazında kolesterol molekülleri veya bazı moleküller eksik. Bu nedenle kandaki partiküller küçülmüş ve kanda birikmek zorunda kalmış. Biriken partiküllerdeki kolesterolü ölçtüğünüzde de kolesterol yüksek gibi görünecek elbette!

Lipoprotein metabolizması açısından bakıldığında, bu kaotik durum normal şartlarda HDL partikülleri ile aşılabilirdi, fakat HDL partikülünün kolesterol aktaracak durumda olması gerekir. Aksi halde bu insanlarda HDL de düşük kalır yani LDL partiküllerine yeterince kolesterol esterleri transfer edemiyorsa, okside LDL partikülleri kanda sürekli artar ve kısır bir döngü oluşuyordu.

Kısır döngü neden oluştu?

Bizce HDL partikülü yeterli miktarda değildi, partiküller küçüktü! Yani HDL partiküllerinde yeterli lipit/kolesterol yoktu, bu nedenle LDL partiküllerine yeterince kolesterol esterleri transfer edemiyor, LDL partikülleri de kanda birikiyordu. Ve kanda biriken partiküller üzerindeki total kolesterol ölçüldüğünde de yüksek çıktı. İşte size tıp tarihe geçecek yanılgının basit anlatımı..

Güncel  tedavi yöntemi ise kolesterol düşürücü ilaç veriyor,hücre içinde kolesterol oluşumunu engelliyordu. Oysa bizim açımızdan ise ilaç kullanmanın mantığı, sorumsuz bir mantıksızlığa dönüşmüş ve bu mantık bizce çoktan çöpe gitmişti.

Lipoprotein metabolizması bazı noktaların anlaşılması için gerçekten önemliydi!

Dikkatli bakın: HDL partiküllerinden LDL partiküllerine kolesterol transferi yeterince gerçekleşseydi, LDL partikülleri küçülmeyecek, farklı bir deyimle okside olmayacak, kanda birikmeyecek ve böyle bir durumda kanda total kolesterol yüksek çıkmayacaktı.

Söz konusu kandaki kolesterol yüksekliği hücresel üretim kaynaklı değildi, birikim kaynaklıydı!

Daha da önemlisi, küçülen partiküllerin normal boyutlarına ulaşması, tekrar kullanılabilir duruma geçmesi ‘taş devri diyeti’ ya da ‘karatay diyeti’ ile bu pekala mümkün olabilirdi[16]. Her şeyden önce, kandaki kolesterol ya da trigliserit yüksekliğine bağlı önerilen yağsız-kolesterolsüz  diyetlerin ortadan kaldırılması, bu tabunun yıkılması gerekiyordu. Bazılarının söz konusu diyetleri suçlamaları ise  benim bakış açıma göre büyük haksızlıktı.  Çünkü partikül düzeyinde, partiküllerin içeriğinde lipit bileşenleri zaten eksikti. Beslenme ile her zaman olmasa da, büyük çoğunlukla bu diyetler partikülleri normalleştiriyor ve kolesterol, trigliserid düzeyleri azalıyordu.

****

Konuyu dağıtmadan, biz yine HDL transferi konusuna dönelim, son günlerde HDL partikülü transferi yeniden gündeme[17] geldi demiştik. Bizimkiler yine bize bağırabilir diye şimdiden söylüyorum, insandan insana HDL transferi (veya HDL kolesterol transferi) mümkün! Yani HDL kolesterolü düşük birine, HDL kolesterol transfer edilebilir!

HDL ve bütün  partiküller, sizler farkında olmadan şu an bile transfer ediliyor’ dersem şaşırmazsınız umarım!

Kan transferi var, plazma transferi var, serum transferi var ve gayet güzel de yapılıyorlar.  İhtiyaç oluştuğunda hayat kurtarıyor. Çünkü insanda herhangi bir nedende azalan molekülsel ve fiziksel maddeleri tamamlıyorlar. Bu işlemler size aynı zamanda lipoprotein partikül transferinin de yapıldığını zaten göstermiyor mu sizce? HDL kolesterolüm düşük diyorsanız, buyurun transfer yöntemini kullanın, ama bu yöntemde ilaç şirketleri kazanamaz!

Kanda HDL partiküllerinin düşük olması, organizmanın HDL ihtiyacını göstermiyor mu? Kan yetersiz olduğunda kan transferi yapılabiliyor, HDL partikülleri yetersiz ise pekala HDL transferi de olabilir. Sadece kafamızdaki bizleri bağlayan zincirlerimizden kurtulmamız yeterli. Böyle bir durumda okside LDL (veya small LDL) durumu da ortadan kalkar, LDL partikülleri metabolize olur[18] ve total kolesterol pekala düşebilir!

 ‘Bana kan ya da plazma verdiniz, kolesterolüm yükseldi’ diye şimdiye kadar hiç şikayet gördünüz mü? Bu işi daha anlaşılır bir şekilde yapmak, HDL partiküllerini ayırmak için iyi bir santrifüje ihtiyacınız var! Gerisi biraz formalite ve hesap, kitap işi[19]. Kurallar ise normal transfüzyon kurallarının yanına ek olarak oldukça basit:

1) Doğuştan genetik hastalığı (homozigot kolesterol yüksekliği) olanlara bu işlem yapılamaz.

2) HDL düzeyi yüksekse, LDL düzeyi düşük-yüksek farketmez bu işlem yapılamaz. (CETP bozukluğu)

3) Kan plazması yoluyla HDL partikül transferi yapılacak kişinin, HDL’sinin düşük, LDL’sinin de mutlaka yüksek olması yeterli..

Merak etmeyin, doğuştan genetik bir rahatsızlık yoksa, HDL partikül transferiyle ne LDL kolesterolünüzün ne de  total kolesterolünüzün yükseleceğini hiç sanmıyorum!

HDL transferiyle total kolesterolün yükseleceğini düşünenler ise fena yanılıyorlar!

 

Mevlüt Durmuş
Uzm. Biyolog
22 Mayıs 2013

 KAYNAK VE DİPNOTLAR


[2] M.Durmuş (2007). Manifesto: Çarmıha gerilen molekül ve modern bilimin kolesterol masalları. Platin Yayınları. Ankara.
[3] Shah PK. (2007). Apolipoprotein A-I/HDL infusion therapy for plaque stabilization-regression: a novel therapeutic approach. Curr Pharm Des. 2007;13(10):1031-8. (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/17430166 abstr)
[4]  Sean Marrache. Shanta Dhar (2013). Biodegradable synthetic high-density lipoprotein nanoparticles for atherosclerosis. PNAS May 13, 2013.    (http://www.pnas.org/content/early/2013/05/09/1301929110)
[5]   Hirano K et al (1997) Genetic cholesteryl ester transfer protein deficiency is extremely frequent in the Omagari area of Japan. Marked hyperalphalipoproteinemia caused by CETP gene mutation is not associated with longevity. Arterioscler Thromb Vasc Biol. 1997 Jun;17(6):1053-9.  http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/23459406
[6] http://kolesterolmasallar.blogspot.com/2009/12/iyi-kolesterol-hdl-kolesterol-nasl-kotu.html
[7] http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/9194754
[8] http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/23658137
[9] Birgit Agerholm-Larsen et al (2000). Elevated HDL Cholesterol Is a Risk Factor for Ischemic Heart Disease in White Women When Caused by a Common Mutation in the Cholesteryl Ester Transfer Protein Gene. Circulation; 101: 1907
[10] Birgit Agerholm-Larsen et al (2000). Elevated HDL Cholesterol Is a Risk Factor for Ischemic Heart Disease in White Women When Caused by a Common Mutation in the Cholesteryl Ester Transfer Protein Gene. Circulation; 101: 1907.
[11] http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/10998455
[12] M.Durmuş (2003) Kolesteroldeki  Kaos, Nobel Yayınevi, Ankara
[13] LDL partikülleri karaciğerden eksik kolesterol ile yükleniyor olması, HDL partikülünün işini zorlaştırıyor da olabilir. Bkz: Kolesterol ve Akıl Oyunları, Hayy Kitap, 2009
[14] http://kolesterolmasallar.blogspot.com/2013/04/kolesterolden-okside-olmus-oykuler.html
[15] Toth PP. (2013). Insulin Resistance, Small LDL Particles, and Risk for Atherosclerotic Disease. Curr Vasc Pharmacol. 2013 Apr 25. [Epub ahead of print] (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/23627975 abst)
[16] İşte bu nedenle Prof. Dr Ahmet Aydın’ın ‘Taş Devri Diyeti’ ve Prof. Dr Canan Karatay’ın ‘Karatay Diyeti’ önemliydi. Bu yağ kısıtlaması olmayan diyetler kolesterol ve trigliserit düzeyini düşürüyor, deneyenler kendi beyanlarıyla bunu ortaya koyuyor fakat TKD nedense ikna olmuyordu. Bu diyetler büyük çoğunlukla amacına ulaşıyordu.
[17] http://www.news-medical.net/news/20121106/Intravenous-infusion-of-HDL-cholesterol-could-reduce-risk-of-subsequent-heart-attack.aspx
[18] Aksi halde lipoprotein metabolizmasına ait var olan bütün teoriler yanlış demektir.
[19] Bu işi araştırmak isteyen araştırmacılara seve seve yardımcı olurum.



 
 

7 Mayıs 2013 Salı

KOLESTEROL TEORİSİNDEKİ NEDENSELLİK (CAUSALİTY) YANILGISI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Bir bilim insanının bilimsel anlamda bittiği an, her şeyi bildiği yanılgısına  düştüğü andır. Artık o insanın ne bilgiye ne de tartışmaya ihtiyacı vardır,  bu tip insanlarla tartışmak da tümüyle anlamsız ve sadece zaman kaybıdır.
 
 
KOLESTEROL TEORİSİNDEKİ NEDENSELLİK (CAUSALİTY) YANILGISI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER  

Bilim alanında ülke olarak en büyük sorunumuz, bilim eğitimi sırasında insanlarımıza mantık ve bilim felsefesi konusunda hiçbir şey öğretememiş olmamızdır. Mantıktan söz edenler mantığı, bilimden söz edenler de bilim felsefesinin ilkelerini gerçekten de bilmezler. Kolesterol tartışmalarında bazı akademisyenlerin bizi hiç sıkılmadan ‘bilimsel olmamakla’ suçlamaları da işte bu nedenle ortaya çıkmaktadır.

Pek bir bilimsel bir tartışmada, tartışmacılar bilim adına neyi sorgulamalıdırlar?


Bizim ‘güncel kolesterol anlayışına’ yaptığımız bilimsel eleştirinin temelinde, iddia edilenin tam tersine, söz konusu sorgulama yöntemleri yatar. Çünkü bizim düşüncemize göre bilim bu sorgulama ilişkileriyle gelişir. Yukarıda değindiğimiz bilimsel sorgulama ilkeleri, her hangi bir bilim ya da tıp gibi bir disiplin alanında kullanılamıyorsa, o alanın bilimselliğinden  de söz edilemez! Biyoloji, fizik, kimya gibi pozitif bilimler genel olarak bu bilimsel ilkelerle çalışır, tıp da bu ilkelerle oluşmuş düşünceleri kullanmak zorundadır.




Dahası da var! Söz konusu bilimsel ilkeler tıp alanında dikkate alınmazsa, tartışılan konuyla ilgili ortaya çıkan çoğu bulgu birbiriyle mutlaka çelişir. Örneğin günümüzde FDA kolesterol düşürücü ilaç (statin) kullanımı ve hafıza kaybı konusunda uyarı[3] yaparken, eski yayınlarda bu ilaçların hafızaya veya Alzheimer’a iyi geldiğini gösteren yayınlara da rastlayabilirsiniz. Veya bu ilaçların gözlerde katarak gelişimini hızlandırdığı iddia edilirken[4],  bu ilaçların başka bir göz rahatsızlığına (maküler dejenerasyon) iyi geldiğini iddia etmesi[5] oldukça ciddi bilimsel çelişkilerdir. Çelişki deyip geçmeyin, bu çelişkiler ilk başta saydığımız ilkelerden bilimde tutarlılık ilkesini tümüyle zedelerler. Bir çok bilimsel bulgu ise çelişkilerin ortadan kalkması için araştırma yapılırken bulunmuştur. Yapılan iş gerçek anlamıyla bilimsel sorgulamadan uzaklaştıkça, çeşitli tıp akademisyenleri, kurdukları cümlelerin içinde ‘bilim, kanıt’ gibi kelimeler geçen sihirli kavramlara kurtarıcı olarak sarılırlar ve böylelikle bilimsel sorgulamadan daha da uzaklaşırlar. Sonra da daha saçma sapan işler yapılmaya başlanır, bir yandan şekeri yüksek olanlara kalp krizinden koruma amacıyla statin ilacı başlanırken, diğer yandan da bu ilaçların şeker hastalığı riskini arttırdığı[6] ortaya çıkar, kalp damarlarını korumak için verdiğiniz ilaç, kalp kaslarını öldürme gücüne sahip saatli bir bomba olarak karşınıza çıkar! Bir yandan bu ilaçları kullanan insanlarda kanser vakaları artarken, diğer yandan birileri bu ilaçların kanseri önlediğini ortaya koyan akademik yayınlar yapar. Böyle bir durumdan kapitalist ilaç şirketleri faydalanırken, determinist tıp insanları da 'bilimsellik adına' size farklı seçenekler sunmuş olur: ‘Lütfen seçin! Kırk katır mı, kırk satır mı?’ . Yani kalp krizinden mi ölmek istersiniz, yoksa böbrek yetersizliği, karaciğer hastalığı, diyabet, kanser veya kalp kası zayıflığından ölmek daha mı avantajlı?




Biz mi bilimsel sorgulama yapamıyoruz, karşımızdakiler mi?

Sorun aslında bilim felsefesi açısından bellidir: Nedensellik (causality) ve belirlilik (determinizm) ilkelerinin, bilim felsefesi açısından hatalı değerlendirilmesi kolesterol konusunda yanılgıların gerçek temelini oluşturur.  Oysa kanda üre ve kreatinin yükselmesi gibi sorunlarda bu sorun karşımıza çıkmaz, bu sadece kolesterol yüksekliğine karşı uygulanır. Yani hekimler üre ve kreatinin gibi değerlerin yüksekliğine bakarak (determinist yaklaşım) ilk neden olan böbreklere (causality) ulaşırlar, böbrekleri tedavi ettiklerinde söz konusu deterministik bulguların değişeceğini çok iyi bilirler

Ben ve benim gibi düşünen dostlarımın, ‘kolesterol yüksekliği’ konusunda özellikle üzerinde durduğu konu causality  yani nedensellik sorunudur. Çünkü kolesterolün ‘neden’ kanda yükseldiğini anlamadan, kandaki kolesterol  yüksekliği  sorunun içinden çıkmak da mümkün değildir. Ne kadar tartışırsanız tartışın sonuç çıkmaz. Kanda kolesterolün çok yüksek çıkması deterministik (belirlilik)  açısından elbette önemli olabilir,  fakat  nedenselliği (causality) hesaba katmadan sadece bu  deterministik bakış açısıyla ‘kolesterol yüksekliği’ sorununu çözmeniz de bilim açısından mümkün değildir.

Peki bilim felsefesi açısından, nedensellik (causality) ve belirlilik (determinizm) arasındaki ilişki nasıl kurulur?

Böbrekler ve kreatinin örneğinden farklı olarak anlaşılması kolay örnekler de verebiliriz. Klasik ‘sivrisinek çoğalması’ örneğimiz,  nedensellik (causality) ve belirlilik (determinizm) ilkesinin anlaşılmasında en iyi örneği oluşturur: Sivrisinekler çoğalmıştır (deterministik bulgu), bu çoğalmada temel neden ise bataklıklardır (nedensellik, causality).  Determinizm ve causality ilişkisinde bilim şunu söyler:  Sivrisinekler çoğalmıştır (deterministik bulgu), sivriseneklerden tamamıyla kurtulmak istiyorsan  öncelikle bataklığı kurutmalısın, sivrisinek çokluğunun temel  nedeni (causality) bataklıklardır.

Nedensellikten (causality) uzaklaşan, determinist bilim ve tıp anlayışı da kapitalist çıkarlar gereği günümüzde ilahlaştırılır. Sivrisinek-bataklık ilişkisinde size şunu söyler: ‘Neden sivrisineklerin arttığı hiç önemli değil, sivrisinekleri  tek tek öldürmeye çalış, olmadıysa, bir sivrisinek ilacı üret, geçici bir süre odanı sivrisineklerden kurtar. Bak senin için iyi bir sivrisinek ilacı yaptım, bilimsel olarak bu ilacın sivrisinekleri öldürdüğü de kesin olarak ispatlandı.’

Bu sadece determinist bir yaklaşımdır. Elbette bunu da yapabilirsiniz, fakat bu konuyla ilgili sorunun tamamen çözüldüğü, yaptığınız işin tümüyle doğru ve bilimsel olduğu anlamına gelmez!

Ve bu çıkarıma, sivrisinek ilaçlarının içerdiği kimyasallardan insanların göreceği zarar, yan etkiler dahil değildir!

***

Kanda görülen (hücre içinde değil!) kolesterol yüksekliği  ve sivrisinek çokluğu sorununa dikkatli bakıldığında, bu iki olgu aslında bilim felsefesi açısından, bizim düşüncemize göre, birbirlerine çok benzerler!

Tartışmayı sevmiyor olsak da, kardiyologlar ve hekim dostlarımızla sıradan bir biyolog olarak anlaşamıyor olmamızın sebebi de aslında budur. Kısaca bu çatışma bizim açımızdan isteğe bağlı bir durum da değildir, mecburiyetten doğan bu çatışma bizim için kaçınılamazdır.

Bizim bilimsel anlamda tartışma nedenimiz, kolesterol  yüksekliği konusunda  bilim insanlarının ve akademisyenlerin  nedensellik (causality) sorununa farklı, mantık dışı ve determinist yaklaşımıdır. Biz nedenselliği bilimsel açıdan yeterince sorgulanmayan determinist bulguların tek başına anlamlı olmadığını, sadece bu determinist bulgularla tıp alanında tedavi yapılamayacağını, bunun verimsiz ve sadece tüketime dayalı bir yöntem olduğunu düşünüyoruz ve güncel uygulamaları bu nedenle kabul etmekte zorlanıyoruz.

Karşımızdaki ilaç şirketlerinin de içinde olduğu hakim görüş, kolesterol yüksekliği konusunda nedenselliğe oldukça basit sayılabilecek bazı yöntemlerle yaklaşıyorlar, deterministik bulguları ve doğal yaşlanma süreci ile ortaya çıkan bazı rastlantısal zorunlulukları, causality olgusu ile birbirine karıştırırlar. Nedenselliği  (causality) tam olarak tartışmadan ve anlamadan ‘kolesterol yüksekliği ‘ sorununun çözümüne sadece deterministik açıdan yaklaşıyorlar, ‘ilaç ver’ bitsin ilkesinin doğru olduğunu savunuyorlar.

Keşke bilim o kadar kolay olsa!


















***

Bataklık ve sivrisinek örneğini tekrar hatırlayın!


Tam kavrayamadığım ‘kanıta dayalı tıp’ söyleminin[15] arkasına saklanarak,   ‘ben bir hekimim, tedaviyi ben yaparım, kolesterolün neden yükseldiği (causality) konusu bilimsel açıdan hiç de önemli değildir, kolesterolü kandan temizlemek biz hekimler için yeterlidir’ deme hakkına da sahipsiniz! Buyurun yapın!


Ve nedenselliği (causality) sorgulamadığınız her an, bir hekim olarak bilimsel tedaviden daha fazla uzaklaşacaksınız! Hekim olarak bu gün yaptığınız seçim, yarınlarınızı da mutlaka etkileyecek!
Karar sizin!
 

 

Mevlüt Durmuş

Uzm.Biyolog

7 Mayıs 2013

Dipnot ve Kaynaklar