27 Mayıs 2010 Perşembe

HÜCRE İÇİ KOLESTEROL (STEROİD) EKSİKLİĞİNİ KAVRAMAK




Görülmeyen paradoks şudur:
Hücre içi steroid eksikliği her zaman vardı.
Fakat insanlar kolesterolü
hücre içinde eksiklik olarak değil,
kanda yüksek kolesterol olarak görüyordu…


Mevlüt Durmuş






HÜCRE İÇİ KOLESTEROL (STEROİD) EKSİKLİĞİNİ KAVRAMAK

Bazıları, kolesterol konusunda akıl oyunları[1] davetimizi hiç sevmediler, çünkü kolesterol konusunda insanlarda kafa karışıklığının bitmesini değil, tam tersine devam etmesini istiyorlar. Çok farklı iki kavramı, yani hücre içi kolesterol (steroid) düzeyi ve kan kolesterol düzeyi kavramlarını özellikle de birbirinden ayırmak istemiyorlar.

Çünkü bu kavramlar birbirinden ayrıldığı zaman, ilaç kullanma (statin) saçmalığının biteceğini[2], insanların hücre içinde ‘steroidlerin azaldığı’ gerçeği göreceğini onlar da çok ama çok iyi biliyorlar. Böyle bir durum anlaşılırsa, insanlara ilaç kullanmaları için (statin) baskı yapmanız da imkansız hale geliyor!


İşte bu nedenle, hücre içi kolesterol (steroid) eksikliği ve kandaki yüksek kolesterolü birbirine sürekli (ve özellikle) karıştırıyorlar.[3] Birbirine bağımlı fakat birbirinden çok farklı iki düzlemi birbirine karıştırarak araştırma yapmanın son derece mantıksız bir yaklaşım olduğunu, çok üzücü olsa da, görmüyor veya göremiyorlar!


Modern tıbbın en büyük yanılgısı sadece kandaki kolesterol yüksekliğini dikkate alması fakat aynı anda (kanda kolesterol yükseldiği anda) zorunlu olarak ortaya çıkan hücresel kolesterol (steroid) açığını görmüyor veya görmek istemiyor olmasıdır.

Çözülmesi ve anlaşılması gereken paradoks şudur: Kanda kolesterolünüz yükselirse, hücre içinde kolesterol ve kolesterolden yapılmak zorunda olan bütün steroidler (D vitamin, östrojen, testosteron vs) azalır! Hücre içinde, kolesterol sentezi sırasında ortaya çıkan bir çok metabolizma ürünü de (Koenzim Q10 vs), hücre içi kolesterol sentezinin azlığı nedeniyle düşük kalır.

Yaşlanma olgusu da, büyük oranda hücre içi steroid eksikliğine bağlıdır.

Bu çok açık ve görünen bir durumdur.

Elbette, kandaki kolesterol yüksekliği ve hücre içinde steroid (kolesterol) eksikliği çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir!

Birinci yol genlerle ilişkili[4] olabilir; hücre içinde üretilen ve partiküllerle (LDL, VLDL) kanda dolaşıma verilen kolesterolün bir kısmı tekrar (LDL-reseptörleri aracılığı ile karaciğer hücrelerine) geri dönemiyor olması nedeniyle hücre içinde steroid (kolesterol) açığı oluşur! Kolesterol taşıyan partiküller reseptörler aracılığı ile karaciğere geri dönemezse hücre içi kolesterol miktarı eksik kalır. Böyle bir durumda hücre içi kolesterol ve steroid açığı geri dönüşümsüz bir şekilde sürekli çoğalacak ve tek parametrede kolesterol sürekli yüksek çıkacak, hücre içinde kolesterol üreten genler ve enzimler sürekli çalışmak zorunda kalacaktır. Karaciğere geri dönemeyen partiküller nedeniyle kandaki kolesterolün yüksek olduğunu, genetik kolesterol yükseklikleri[5] zaten doğrudan gösteriyor, biraz düşünmek yeterli dahi olmaya gerek yok!

İkinci yol, kolesterol moleküllerini taşıyacak partikül oluşumları sırasında, partiküllerin yeterince lipit ve kolesterol içeriğine sahip olmaması nedeniyle ortaya çıkar. Hücre içinde yeteri kadar kolesterol oluşamıyorsa, kana verilmesi gereken partiküller (VLDL) kalitesiz olacak ve çok kısa bir zamanda içeriklerini kaybedecek (small LDL, okside LDL) ve farklılaşan içeriğinden dolayı yine hücre içine (LDL-reseptörleri aracılığı ile) dönemeyecek ve kanda birikecek, kanda (göreceli olarak) kolesterol düzeyi yüksek çıkacaktır.

Yukarda anlattığımız her iki durumda da, kanda partikül birikimi nedeniyle oluşan kolesterol yüksekliğine rağmen, hücre içinde kolesterol ve steroidler yetersiz kalacaktır: Olay bu kadar basittir!...

Günümüz çoğu uzmanına bu konuyu, önyargılarından dolayı anlatamasanız bile, hücre içi kolesterol (ve steroid) eksikliğini, önyargısı olmayan bir ilköğretim öğrencisine rahat anlatabilirsiniz!

Öncelikle hücre içi kolesterol miktarı ve kan kolesterol düzeyinin birbirinden farklı olduğunu, hücre içi kolesterol yapım hızının, hücre içi kolesterol (ve steroid) miktarına bağımlı kavradıktan sonra, konuyu anlamak çok ama çok basittir.

Her şeyden önce, bize göre Nobel’de alsalar; hücre içi kolesterol üretimi ve kan kolesterol yüksekliği arasında (kolesterol üreten enzimler yoluyla) kurulan bütün bilimsel yayınlar saçmalıktan öteye geçemez. (Üzgünüm ama öyle!) Hücre içi kolesterol yapımıyla, kan kolesterol düzeyi arasında bilim adamlarının görmediği, görmekten kaçtığı olgu çok açıktır: Hücre içi kolesterol (ve steroid) konsantrasyonu yeterli düzeyde olmadığı sürece, steroid (ve kolesterol) üreten enzimler ve genler mutlaka çalışmak zorundadır, hücre içinde yeterli kolesterol ve steroid varsa bu enzim ve genler zaten çalışmazlar. İşte bu nedenle kolesterol (ve steroid) sentezleyen çeşitli enzim aktivasyonlarındaki artışla kandaki kolesterol yüksekliği arasında bağlantı kurmaya çalışmak, bilimin kolesterol konusunda geldiği saçma sapan ‘mantık’ seviyesini görmek açısından oldukça düşündürücüdür.[6]

Bir kez daha hatırlatmakta yarar var: Hücre içinde kolesterol yapan enzimlerin çalışmasını durdurmasının tek bir şartı vardır: Hücre içindeki kolesterol miktarının yeterli düzeye ulaşması. Hücre içinde yeterli miktarda kolesterol (steroid) olduğu zaman, hücre içinde kolesterol üreten enzimlerin çalışması zaten mümkün değildir, kolesterol üreten genler ve enzimler çalışmasını hemen durdururlar. Bunu aklı başında her bilim adamı çok rahat anlayabilir.


Hala hiç utanıp sıkılmadan: “Yaşlandıkça koenzim Q10 miktarı, östrojen, testosteron, D vitamini azalıyor, hastalıkların gelişimi hızlanıyor” nutukları atarken, hastalarına sözde iyilik olsun diye kolesterol düşürücü (statin) veren uzmanların görmediği, göremediği gerçek budur[7]. Yaşlandıkça hücre içinde kolesterol de dahil bütün steroidlerimiz azalma aslında biliniyor, fakat buna rağmen hücre içindeki kolesterol ve steroid yapımı (statinlerle) durduruluyorsa, bu işte bir çıkar ve vahşi kapitalizm olduğu kesindir, biyolog olarak bir köşede oturup bekleyemem…

Hücre içi kolesterol (steroid) eksikliği, kanda kullanılmayan partiküller (okside, small LDL) ve biriken partiküller nedeniyle ortaya çıkıyor ise, bu aynı zamanda kanda (göreceli) kolesterol yüksekliği demektir. Kandaki göreceli kolesterol yüksekliği hücresel üretim yoluyla ortaya çıkamaz, mutlaka partikül birikimleri (small, okside LDL) nedeniyle yüksek kolesterol ortaya çıkmak zorundadır!

Keşke bilim adamlarımız, biraz bilim felsefesi, biraz mantık okusalardı, belki bir noktada anlaşabilirdik! Fakat mantığı, matematiği ve bilim felsefesini reddeden insanlarla anlaşabilmek inanın çok zor!

Kandaki kolesterol yüksekliğinin farklı bir adı daha vardır, fakat size söylemeye cesaret edemezler!

Kandaki kolesterol yüksekliğin mutlak sizi öldüreceği uydurma olabilir.[8]

Fakat, hücresel kolesterol (steroid) eksikliğinin bizleri yavaş yavaş yok ettiği kesindir!...



Mevlüt Durmuş
Uzm. Biyolog


KAYNAK VE DİPNOTLAR



[1] Mevlüt Durmuş (2009). Kolesterol ve Akıl Oyunları. Hayykitap. İstanbul

[2] http://kolesterolmasallar.blogspot.com/2009/05/kolesterol-ilaclar-statinler-konusunda.html

[3] Kolesterol de steroid bir moleküldür, fakat bütün farklı steroid moleküllere dönüşüm mutlaka kolesterol molekülü üzerinden gerçekleşir (testosteron, östrojen, D vitamini vs). Bir anlamda kolesterol hücreler için ‘hamiline yazılı’ çek gibidir. Farklı steroidlere ihtiyaç duyan hücre, bütün ihtiyaçları için kolesterolü değiştirerek kullanır. Ve daha da önemlisi hücre içi steroid konsantrasyonu kolesterol ile birlikte değerlendirilmelidir.

[4] Özellikle çocuklarda ortaya çıkan genetik kolesterol yüksekliklerinde lütfen karaciğer nakli seçeneğiniz olduğunu unutmayın. İlaçlar ağır çekim intihar anlamına geliyor, karaciğer nakli ise büyük umutlar veriyor.

[5] LDL-reseptörleri, apo B mutasyonları, apo E, apo C grubu mutasyonları vs

[6] http://kolesterolmasallar.blogspot.com/2009/11/kolesterolunuz-yuksek-ckarsa.html

[8] Tamara B. Horwich et al (2008). Cholesterol levels and in-hospital mortality in patients with acute decompensated heart failure. Am Heart J 2008; Advance online publication. http://www.ahjonline.com/article/S0002-8703(08)00571-1/abstract

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Gizlenen gerçek: Damarlarda kolesterol değil, kalsiyum birikiyor





Gizlenen gerçek: Damarlarda kolesterol değil, kalsiyum birikiyor!

Damarların yaşla birlikte yavaş yavaş tıkandığı, kan akışının yavaşladığı, çeşitli doku ve organlara ait hücrelerin bu nedenle doğru dürüst beslenemediği, damarlarda tıkanıklar oluştuğu ve bu durumun kalp krizi dâhil birçok hastalığa neden olduğu tartışmasız bir gerçek…

Fakat söylenmeyen, nedense insanlar tarafından anlaşılması istenmeyen asıl gerçeği de lütfen görelim: Damarlarda tıkanıklığa ve daralmalara yol açan ‘aterom plağı’ adı verilen oluşumun yapısı, içeriği bu noktada gerçekten de çok önemli, çünkü gizlenen gerçekleri buradan da anlayabilirsiniz.

Daha önce yapılmış birçok araştırma var[1] ve biz de defalarca yazdık[2], yazılarımızı okuyanlar tekrarlar nedeniyle biraz sıkılacak ama yine yazalım. Damarları tıkacı yani aterom plağındaki bileşenler: Kalsiyum % 50, makrofaj ve hücre kalıntıları % 45, kolesterol % 3, diğer farklı bileşenler ise % 2 kadardır. Kısaca damarlarımızı tıkayan aterom plağını, buruşturup top şekline getirdiğiniz 100 cm’lik bir mezura olarak düşünün, buruşturulan 100 cm'lık mezuranın sadece 3 cm’lik kısmı kolesteroldür geriye kalan 97 cm’lik kısmın 50 cm’si kalsiyumdur.

‘Yağlar ve kolesterol damarlarda birikir’ diyebilen doktorlarımıza ‘kalsiyum da birikmiyor mu?’ diye mutlaka sorun! Nasıl bir sihirli-büyülü etkiyle % 3’ lük kolesterolün, % 97’lik kısmı oluşturduğunu, her şeye rağmen damar tıkanmalarında onlara göre, asıl gerçek suçlunun kolesterol olduğunu (?) dinlerken oldukça fazla eğleneceksiniz!

Sözün kısası, şayet gerçekten damarlarınızda daralmadan, kalp krizinden korkuyorsanız ve bu konuda gerçekten emin olmak istiyorsanız yapılacak tek şey var: Bazı (radyasyon vb) riskleri göze alıp, doktor kontrolünde damarlarınızdaki kalsiyum (birikim) miktarını ölçtürmek, bu konuda yapabileceğiniz en iyi ve en gerçekçi adım bu olacaktır.

Damarlardaki kalsiyum miktarının ölçülmesi damar tıkanıklığı ve kalp krizi riskleri konusunda iddia edilen birçok risk faktörüne göre en gerçekçi değerlendirmedir. Nedeni basit, çünkü bu yöntem; düşük ya da yüksek kan kolesterol, tansiyon, şeker, böbrek hastalığı gibi bazı sözde risklerden son derece bağımsız; söylemlere, istatistiklere, tahminlere ve kolesterol dedikodularına göre değil, nesnel fiziksel gerçeklik kavramı (kalsiyum birikimi) üzerinde çalışır. Nesnel gerçek, kalsiyum birikiminin damarlarda kolesterolden 20 kat fazla görülmesi, kalsiyum birikiminin çok yoğun olması ve damarlardaki kalsiyum miktarının çeşitli yöntemlerle şimdi çok rahat ölçülebiliyor olmasıdır. Kan kolesterol düzeyi ne olursa (düşük ya da yüksek) olsun, şayet damarlarda kalsiyum birikimi yoksa söz konusu kişinin kalp krizi geçirme ihtimali hiç yoktur, yani kalp krizi geçirme ihtimaliniz ‘yüzde sıfır’dır.[3]

Bizim defalarca söylediğimiz ve ‘kolesterol ve akıl oyunları’ kitabında geniş yer verdiğimiz konu şu sıralarda yine tekrar gündemde. Nitekim en son olarak, yakın bir zamanda Tamar S. Polonsky ve arkadaşlarının[4] yaptığı bir çalışmada bunu doğrulamaktadır. Bu son araştırma sağlık haberlerimizde[5] şöyle yer aldı:

”…. ABD'de yapılan bir araştırmaya göre, kalp damarlarındaki kalsiyum oranı, kalp krizi riskini önceden haber verebilecek. Kalp damarlarındaki kalsiyum oranının, kalp krizi riskini önceden haber verebileceği belirtildi. Amerikan Tıp Derneğinin (JAMA) dergisinde yayımlanan araştırmada, kalp damarlarında kalsiyum birikmesinin kalp ve damar hastalıklarının habercisi olabileceği ifade edildi. Araştırmaya göre, bilim adamları 2000 ile 2008 yılları arasında kalp ve damar hastası olmayan 5878 kişide koroner arter kalsiyum skorlama (KAKS) tekniği kullanılarak ölçüm yapıldı. Ölçümlerden 5 yıl sonra kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riski, iki araştırma modeline göre sınıflandırıldı. Birinci modelde kişilerin yaşı, ırkı, cinsiyeti, sigara kullanımı, hipertansiyon ve bunun için kullanılan ilaçlar ve kolesterol oranı göz önüne alındı. İkinci modeldeyse, birinci modeldeki unsurlara koroner damar kalsiyum skorlaması dahil edildi. İki modelin ortaya koyduğu sonuçları karşılaştıran araştırmacılar, ikinci modelin yani KAKS'ı göz önünde bulunduran modelin kalp ve damar hastalığı tehlikesini daha iyi haber verdiğini tespit ettiler. Bilim adamları kalp damarlarında biriken kalsiyumu saptamanın, kişinin kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riskini önceden belirlemede daha verimli sonuç verdiğini ifade ediyorlar.”

Haber okundu ama çoğu kimse sorgulamadı…

“Sıkıysa, kolesterole yaptığınızı kalsiyuma da yapın, kalsiyum içeren besinleri de yasaklayın görelim” diyeceğim ama böyle bir şakayı bile ciddiye almış, ciddiye alabilecek araştırmalar ve araştırmacıların var olduğunu[6] zaten biliyorum. Bu nedenle öncelikle önemli bir hatırlatma yapmalıyız. Bu araştırmayı okuyan, damarlarda kalsiyum birimi olduğunu gören[7] ve kabul eden bazı kişileri uyarmalıyız! Uyarımız şu: Sakın ha, kandaki kalsiyum düzeyi ile istatistiksel bağlantılar kurup insanlara kalsiyum içeren besinleri filan yasaklamayın, kanda kalsiyum düzeyini düşüren çeşitli ilaçlar yapmayın; bizim düşüncemize damarlarda kalsiyum birikiminin, kan kalsiyum düzeyi ile hiçbir mantıksal bağlantısı yok. Bu durumun açıklamasını biz daha önce [8] defalarca yapmıştık. Hatırlarsanız ‘tüberküloz’ hastalarındaki akciğer filmlerine bir bakın ve mümkünse tüberküloz hastalarının akciğer filmleri üzerinde, kalsiyum lekelerinin nasıl oluştuğu üzerinde biraz düşünün[9], damar sertliğini (aterosklerozu) anlayacaksınız demiştik! Anlayanlar anladı, anlamayanlar için ise gerçekten yapacak bir şey yok…

Yani kan kolesterol düzeyi için yaptığınız saçmalığın bir tekrarını yeniden kalsiyum için lütfen yapmayın, ‘damarlarda kalsiyum birikiyormuş’ diye kalsiyum içeren besinleri yasaklamayın!

Konumuza dönersek, damarlarda kalsiyum ölçümü gerçekten çok önemli: Gerçekten kan damarlarında damar kireçlenmesi (ateroskleroz) oluşabiliyorsa, kişinin kan kolesterolü, tansiyonu, şekeri ne olursa olsun, özellikle kalp krizi geçiren hastaların damarlarında mutlaka, istisnasız bir şekilde kalsiyum birikimi mutlaka oluyor.

Oysa kardiyoloji dünyasının iddialarının birisi olan ‘kan kolesterol’ düzeyi ise tamamen istatistiksel zorlamalarla, mutlak değil rölatif risklerle dolu! Kalp krizi nedeniyle ameliyat olmuş kişilere baktığınızda kan kolesterol düzeyi ile doğrudan bir bağıntı kurmanız gerçekte imkânsız, hastaların yarısından fazlasında kan kolesterol düzeyinin normal sınırlar içinde olması bu nedenle kaçınılmaz.[10]

Damarlarda kalsiyum birikimi ise çok farklı!

Var olan nesnel ve fiziksel bir gerçek, görünür elle tutulabilir ve kalsiyum birikimi periyodik olarak izlenebilir!

Damarlarda kalsiyum birikimi ile ilişkili araştırmaların hepsi çok iyi, mükemmel bulgular.

Fakat bizim geçmişten gelen, eskimiş ve anlamı kalmamış insanlarımızın bilinçaltına kadar zorla işlemiş, açıklanması gereken bir sorun var!..

“Kandaki fazla kolesterol damarlarda birikiyor, damarları tıkıyor” cümlesi sizin kulaklarınızı rahatsız etmiyor mu? Damarlarda kalsiyum birikiminin oranını öğrendiğinizde, bu cümleyi işittiğinizde veya söylediğinizde artık sizler de rahatsız olmuyor musunuz?

Hala birileri hiç sıkılmadan, utanmadan nasıl oluyor da ‘damarlarda çok kolesterol biriktiğini’ söyleyebiliyor gerçekten anlamak mümkün değil. Bunca araştırmaya rağmen damarlarda biriken maddenin sadece kolesterol molekülleri olduğu söylenebiliyorsa ve bilgisizlik söz konusu değilse, burada iki ihtimal var, ikisi de birbirinden kötü! Fakat hangisinin daha kötü olduğunu gerçekten ben de bilmiyorum: Ya insanları gerçekten cahil, bilgisiz, aptal sanıyorsunuz ya da bilerek, isteyerek, kasten insanları bilgisiz, cahil bırakıyorsunuz! Hangisinin daha kötü olduğuna siz karar verin!

Neden insanlara damar sertliğine neden olan aterom plakları içindeki sadece kolesterolü (% 3) söylüyor, fakat damarlardaki kalsiyum (% 50) birikimini söylemiyorsunuz?

“Damarlarda kolesterol birikirmiş!”

Buyurun, ‘Halep oradaysa, arşın burada’ desem de bazıları için hiç fark etmeyecek.

Çünkü ‘damarlarda kolesterol birikir diyenler’ ya Halep’e hiçbir zaman gitmediler, ya da arşının ne olduğunu hala bilmiyorlar!...



Mevlüt Durmuş

Uzm.Biyolog

www.kolesterolmasallarblogspot.com


Kaynak ve Dipnotlar



[1] Scott M. Grundy, MD, PhD. (2001) Coronary calcium as a risk factor: role in global risk assessment. J Am Coll Cardiol, 2001; 37:1512-1515.

[2] http://kolesterolmasallar.blogspot.com/2010/01/siz-hangi-kolesterol-yalanna-inanmstnz.html

[3] Agatston; Kalsiyum skoru “0” olanların kalp krizi geçirme olasılığı “0”dır. (Cleveland Clinic Journal Medicine 49: Supp 3 – S-6-11, 2002)

[4] Tamar S. Polonsky et al (2010). Coronary Artery Calcium Score and Risk Classification for Coronary Heart Disease Prediction. JAMA. 2010;303(16):1610-1616. (Abst) http://jama.ama-assn.org/cgi/content/short/303/16/1610?rss=1

[5] http://www.hurriyet.com.tr/yasasinhayat/14557481.asp?gid=245

[6]Stephen Seely (1991) Is Calcium Excess in Western Diet a Major Cause of Arterial Disease? [Editorial], International J Cardiology 33(2):191-198 (Nov 1991) (Stephen Seely, Department of Cardiology, University of Manchester, The Royal Infirmary, Manchester M13 9WL, UK)

[7] Stephen Seely, kolesterol ilaçlarına karşı bir araştırmacı da olsa, kalsiyum alımı, fazla süt içilmesi gibi konularla damarlardaki kalsiyum birikimiyle ilişki kurmasına katılmıyoruz. Bu durumun diyetle alınan besinlerle ilişkili olduğunu düşünmüyoruz.

[8] Mevlüt Durmuş (2009). Kolesterol ve Akıl Oyunları. Hayykitap. İstanbul.

[9] http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=75664

[10] Adnan K. Chhatriwalla et al (2009). Low Levels of Low-Density Lipoprotein Cholesterol and Blood Pressure and Progression of Coronary Atherosclerosis. J Am Coll Cardiol. 2009;53:1110-1115,