26 Aralık 2011 Pazartesi

Sağlık Bakanlığı ve kardiyoloji dünyasının anlamak istemediği yaşamsal sorun: Steroidopenia











Sağlık Bakanlığı ve kardiyologlara bir soru:
Yaşlanma teorilerinden biri, zamanla organizmada
gelişen steroid moleküllerin azalması ise ve
statinlerde hücre içinde bütün steroid oluşumları engelliyorsa, bu ilaçlar
hızlı yaşlandırabilir diyebilir miyiz?

Mevlüt Durmuş







Sağlık Bakanlığı ve kardiyoloji dünyasının anlamak istemediği yaşamsal sorun: Steroidopenia
(Kolesterol yüksekliğini anlama kılavuzu 4.Bölüm)


Ne kadar karışık görünürse görünsün, yaşlanmanın felsefi değil, biyolojik tarifi çok basittir: Başlangıçta bütün olan hücresel fonksiyonlar ve bazı genetik fonksiyonların yavaş yavaş ve zamanla kaybedilmesidir aslında yaşlanmak. Yani yaşlanma sürecimiz devam ederken ve hücresel-genetik fonksiyonlarınızdaki yetersizlikler-azalmalar her zaman ön plandadır.

Yaşam tuhaf bir koalisyon oyunudur hücreler için. Hücreler dokuları, dokular organları, organlarda kendi aralarında birleşerek bir canlıyı oluşturur. Sistem tümüyle iç içe geçmiş gibi görünse de aslında kavramak basittir. Yani sahip olduğunuz organlara ait dokulardaki hücreler ve genlerinde zamanla ortaya çıkan fonksiyon kayıpları, yaşlanmamızın gerçek ana dinamiklerini oluşturur. Yaşamı; dış faktörler ve iç faktörlerin oluşturduğu dev bir dalga, insanı da hücrelerinin birlikte oluşturduğu kocaman bir kaya olarak düşlediğinizde her şey daha anlaşılır olur. Kocaman kayalar, ne yaparsa yapsınlar her dalga çarptığında mutlaka bir şeyler, bir kaç kum taneciği kaybederler.

Hiçbir organımızın bazı etkiler nedeniyle (dış faktörler, genetik, beslenme vs) bu durumdan yani yaşlanmadan kaçabilmesi teorik olarak mümkün değildir. Yüzümüzdeki çizgiler, saçlarımızdaki beyazlıklar, aslında bütün organlarımızdaki hücre fonksiyonlarındaki azalmaları işaret eden, bizim henüz göremediğimiz beyazlıklar ve çizgilerdir. Yani hücre fonksiyonlarımızın bozulmasına bağlı olarak organlarımız yaşlandığı için, biz de yaşlanırız. Akciğer, dalak, beyin, kalp gibi karaciğerde çok önemli bir organdır. Bu organlara ait hücrelerdeki zamanla ortaya çıkacak fonksiyon kayıpları (doğal) yaşlanma adını verdiğimiz olguyu ortaya çıkaracaktır. Yavaş yavaş organlarda meydana gelen bu fonksiyon kayıplarından bütün organlar kadar karaciğer ve hücreleri de bu fonksiyon kayıplarından etkilenir. Bu biyolojik bir süreç temel gerçektir er ya da geç yaşanacaktır, hücreler ve organlar yaşlandığı, zamanla fonksiyonlarını gerçekleştiremediği için biz de yaşlanırız.

Kısaca, hücre ve genlerde fonksiyon kayıplarının zaman içinde artmasının bir başka adıdır yaşlanma!



Hücrelerde bizim anladığımız manada zamana bağlı yaş kavramı yoktur, sadece fonksiyon ya da fonksiyonsuzluk kavramı vardır. Hücreler için önemli olan tek faktör, fonksiyon kayıplarının olup olmaması, olduysa ne oranda-hangi düzeyde fonksiyonel olduğudur, hücrenin hangi fonksiyonlarını koruduğu veya koruyamadığı söz konusudur. Çünkü hücrenin fonksiyonel olması dokuları, dokular organları ve organlar da insan yaşamını mutlaka etkileyecektir.



Binlerce hücresel fonksiyonların sadece bir boyutu da kolesterol ile ilişkilidir.

Ve konunun kolesterol ile ilişkisi çok basit!

Kısaca, hücresel kolesterol-steroid üretimi temelinde, benim hücrelerim, gençken yaptığı düzeyden fazla asla kolesterol ve steroid üretemez. Hücre içinde yapmış olduğu kolesterol-steroid miktarı mutlaka zamanla-yaşla birlikte bütün organizmada azalmak zorundadır. Yani organizmamızda, mutlak hücresel steroid-kolesterol üretimi yaşla birlikte azalmak zorundadır. Yaşlanma zamanla hücrelerde ortaya çıkan fonksiyon ve genetik ürün kayıplarına bağlı olarak gelişen bir olgu ise, benim hücrelerim asla gençken ürettiği kolesterol-steroid miktarını ilerleyen yaşlarda asla üretemeyecek demektir.

‘Peki, kandaki kolesterol yüksekliği, karaciğer hücrelerinin fazla kolesterol ürettiğini göstermiyor mu?’

Bazı kardiyologlar, halen karaciğer hücrelerinin fazla kolesterol ürettiği için kandaki kolesterol yükseldiğini düşünse bile, bu düşünce tamamen yanılsamadır. Birçok yazımda[1] özellikle, kandaki kolesterol yüksekliğinin, karaciğerde fazla hücresel kolesterol-steroid üretimine dayanmadığı, karaciğerde fazla bir kolesterol ya da partikül (LDL) üretimi olmadığını, fakat üretilen kolesterol ve partiküllerin (LDL) karaciğer tarafından geriye alınamadığı için kolesterolün (göreceli olarak) kanda yüksek görüldüğünü anlatmaya çalıştım. Çünkü bir biyolog gözüyle mutlak, yani hücresel üretim fazlalığına bağlı kolesterol artışı (mantıksal açıdan) mümkün değil, öyleyse kanda ortaya çıkan kolesterol yüksekliği mutlak değil, göreceli bir yükseklik olmak zorunda…

Bu göreceli yüksekliğin inkâr edilemeyecek en iyi kanıtı zaten bütün literatürlerde ve biyokimya kitaplarında bol miktarda var: Ailesel genetik kolesterol yüksekliği[2], partiküllerin ve kolesterolün karaciğerde fazla üretimiyle değil (LDL), karaciğerdeki partikül alıcılarının (reseptörlerinin) yeterince iyi çalışmayışa bağlı olarak ortaya çıkıyor (APOB, LDLR, LDLRAP1, PCSK9 vs). Sebebi ne olursa olsun genetik kolesterol yüksekliğinin bize gösterdiği tek bir gerçek vardır: Ortaya çıkan tek parametredeki kolesterol yüksekliğinin göreceli bir yüksekliktir, kandaki bu yüksekliğin hücresel üretimle doğrudan hiçbir ilişkisi yoktur. Bu durumun fazla üretimden kaynaklandığını düşünmek, insanlara kolesterol yüksekliğini fazla üretim diye anlatmak en kibar deyimle basitliktir, acizliktir.

Doğrudan genlere bağlı olmasa da, sonradan ortaya çıkan tek parametrelik kolesterol yükseklikleri için de benzer bir mantık geçerlidir. Tıpkı genetik kolesterol yüksekliğinde olduğu gibi, partiküllerin (LDL) kanda birikmesi ve karaciğere geri dönememesi kuralı kolesterolün göreceli yükselebilmesi için, burada da geçerlidir. Bu nedenleri aslında sizler de biliyorsunuz: Kimyasal anlamda partiküllerin okside olması (okside LDL) veya fiziksel anlamda partiküllerin küçülmesi (small LDL) de, tıpkı genetik kolesterol yüksekliklerinde olduğu gibi aynı sonucu, yani LDL partiküllerinin kanda birikmesi sonucunu doğuruyor! Bu kadar basit, karmaşık değil!

Yani kanda kolesterolünüzü taşıyan partiküller (LDL) birikiyor ve kolesterol de kanda göreceli olarak (mecburen) yüksek oluyor! Her zaman karşımıza yine hücresel üretim kaynaklı olmayan bir partikül çokluğu (LDL) ile birlikte ortaya çıkan kandaki kolesterol yüksekliği olgusu çıkıyor! Normal şekilde üretilen partiküller (LDL) ya kendi farklılaşmaları (okside LDL, small LDL) ya da genetik nedenlerle karaciğer hücrelerine geri dönemedi, kanda mecburen partiküller (LDL) birikti, kolesterol de bu nedenle yüksek görüldü.

Kısaca, durum buysa, insanlarda ortaya çıkan kandaki kolesterol yüksekliğinin gerçek (mutlak yani hücresel üretimle) değil, kesinlikle hücresel üretime dayanmayan kanda birikime dayanan bir yükseklik (göreceli) olması gerektiği zaten bellidir, bunu anlayamamak veya anlamıyor görünmek ise bence basitliktir.

*************************

Sorun sadece kanda partikül birikimine bağlı, kolesterol yüksekliği ile kalsa çok iyi! Kanda biriken partikülleri (LDL) bir şekilde, doğrudan kandan temizleyip kurtulmak[3] elbette mümkün, böylece kardiyolog dostların yakınmalarını bir parça azaltabilirsiniz! Ama o zamanda başka bir sorunla karşılaşılıyor!

Buna biz hücre içi kolesterol-steroid eksikliği[4], demiştik.

Hücre içi kolesterol ve steroid eksikliği nasıl mı oluşuyor? LDL partiküllerinin (ve kolesterolün), hücre alıcıları ile (reseptörler) normal bir metabolizmada geri dönmesi, buradaki kolesterol molekülünden de hücre içinde bazı yaşamsal steroidlerin elde edilmesi gerekiyordu, fakat partiküller (LDL) genetik nedenler ya da partikül farklılaşmaları nedeniyle geri dönemedi. Geri dönmesi beklenen ama dönmeyen partiküllerde (LDL) hücrenin bütün temel steroidlerini oluşturması gereken temel bir steroid molekül vardı! Hücre bununla ihtiyaç duyduğu bazı steroidlerini yapacaktı ama artık yapamayacak: D vitamini, östrojen, testosteron, kortizon safra asitleri gibi steroidler artık yeterince oluşamayacak.

Ve hücre içinde amansız bir kısır döngü başlayacak, genler daha çok çalışıp kolesterol-steroid eksikliğini tamamlamaya çalışsa da hücre içinde kolesterol-steroid konsantrasyonu asla yeterli olmayacaktır. Kanda partikül (LDL) farklılaşmalarının (small, okside) ya da genetik nedenlerle (APOB, LDLR, LDLRAP1, PCSK9 vs) oluşan partikül birikimlerinin kanda oluşturduğu zorunlu LDL partikülleri birikimi, LDL partiküllerinin hücre içine girememesi nedeniyle, hücre içinde yine kolesterol-steroid açığı ortaya çıkacak, bu kısır döngünün sonuçları da zamanla organizmaya yansıyacaktır.

Elbette, zorunlu ve mecburi partikül (LDL) birikimine bağlı olarak kanda kolesterol yüksekliği olacak!

Elbette, söz konusu anlamsız partikül (LDL) birikimleri, makrofajları ve lenfositleri uyaracak! LDL partiküllerini makrofajlar, kalsiyum salgılayarak yok etmeye çalışacaklar!

Ama sorun kolesterol değil, kandaki partikül yoğunluğu.. Partiküller (LDL) hücre içine giremediği için kanda birikti, gereksiz birikimler de organizma da yok edilmek zorunda. Lenfositler ve makrofajlar da görevlerini yapmaya çalışıyor...



Kolesterol sorunu da gerçekten üretim kaynaklı bir yükseklik de değil… Tam tersine kanda ortaya çıkan bu partikül birikimi (LDL) nedeniyle, hücre içine ulaşamayan kolesterol molekülleri ve o moleküllere ihtiyaç duyan sistemler var!



Kolesterolün suçu, partikül (LDL) üzerinde bulunmak zorunda olması, çünkü partikülün yapısal bileşeni...

Yani kandaki kolesterol yüksekliği göreceli, mutlak bir yükseklik değil…

İşte kendinin çok zeki-akıllı olduğunu düşünen, bizi küçücük-minnacık gören, kocaman ve büyük uzmanlarımız gözden kaçırdığı nokta da bu aslında: Her hangi bir nedenle zorunlu ortaya çıkan partikül birikimleri nedeniyle gerçekleşen kolesterol yüksekliği görecelidir, mutlak hücresel üretime dayanmaz! Partikül sayısı arttığı-artmak zorunda kaldığı için kolesterol yüksek görünür. Bu yükseklik göreceli ve yanıltıcı bir yüksekliktir, tüm vücut değil sadece kanda dolaşan partikül sayısıyla orantılı kolesterol (steroid) düzeyini gösterir. Yani kanda kolesterol düzeyiniz yüksek olsa da, hücre içinde steroidlere ihtiyaç vardır. Farklı steroidler[5], hatta steroid hormonlar aldığınızda paradoksal olarak, kandaki kolesterol düzeyi düşebilir[6], çünkü böyle durumlarda hücre içi steroid açığı kapatılmış oluyor, işte ‘Taş Devri Diyeti’ ve ‘Karatay Diyeti’ gibi beslenme önerilerinin faydası da burada gizli..



Statinlere neden karşı olduğumuz da...

Umarım, hekim arkadaşlara bu paradoksu ben anlatabilmiş, onlar da anlayabilmiştir! Yoksa daha çok anlatmak zorunda kalacağım ve artık yorulmaya başladım, yaşlanıyorum...

***************

Uzmanların bazıları hiç üzerlerine alınmasınlar ama biyoloji, sitoloji, gerontoloji, fizyoloji, moleküler biyoloji, tıbbi biyoloji ve benzeri anabilim dallarında görev yapan bazı arkadaşlarım, var gücüyle yaşlanma teorileri üzerinde çalışıyor ve bu konuda emek harcıyor, ter döküyorlar.

Neler yok ki çalıştıkları yaşlanma teorileri[7] arasında: Oksidatif hasar teorisi, kısa telomerler teorisi, mitokondri teorisi, kayıp genler teorisi, hücre bölünmesi teorisi, apoptosiz teorisi, gen bozulmaları teorisi vs….

Unutmadan, kardiyologları bilmem ama biz biyologlar için yaşlanma konusunda önemli bir teori daha var!

Kardiyolog dostlarımızın bilmediği ya da bilmek istemediği, yaşlanma ve hormon ilişkili teorilerinden biri de ‘steroidopenia’ yani steroid azlığı teorisidir.

Bu teoriye göre, birçok hormonla birlikte, kolesterolden yapılan östrojen (kadınlık) ve androjen (erkeklik) hormonları gibi steroid hormonlarınız azalmasıyla birlikte mortalite yani ölüm sıklığı da kaçınılmaz olarak artar[8]. Özellikle hücre içinde kolesterolden yapılmak zorunda olan, diğer steroid hormonlara rahat dönüşebilen (dehydroepiandrosterone) DHEA’ daki yaşla birlikte ortaya çıkan azalma çok dikkat çekicidir[9] ve birçok hücre biyologu bu konuda çalışmaktadır.

Kısaca bu teoriye (steroidopenia) göre, yaşlandığınız sürece total anlamda hücre içinde steroidlerinizin üretimi sürekli olarak düşer! Yine biz biliyoruz ki, yaşlandığınız süre içerisinde hücre içinde (bütün kolesterolden yapılan) steroid hormonların yani östrojen ve testosteron yanı sıra, D vitamini, kortizon ve kolesterol sentezi sırasında ortaya çıkan (Coenzim Q10 gibi) bazı yan ürünler de, yaşa bağlı olarak (hücre içinde üretimi) azalmak zorundadır!

Tabii bu sadece üreme hücrelerine (testis ve gonatlara) ait organlarla sınırlı bir olgu da değildir, bütün vücut hücreleri, bütün organlar için, zamanla ortaya çıkan hücre içi steroid azlığı teorisi geçerlidir bize göre. Her ne kadar bazı bilimsel kaynaklar bu olayı, özellikle steroid eksikliğini sadece erkek ve dişi üreme organlarıyla sınırlı tutmaya çalışsa da, bu yeterli ve mantıklı yaklaşım değildir.

Bu arada unutmadan, kardiyologlar ve TKD duymasın; şu an için biz ‘zamana bağlı ortaya çıkan hücre içinde steroid ve kolesterol üretiminin azalmasını bir şekilde engellersek, insan yaşamı uzayabilir mi?’ sorusuna bir cevap bulabilmeyi umut ederek çalışmalarımıza devam etmeye çabalıyoruz!



Yani ‘bizim için kolesterol suçlu mu masum’ mu tartışması çoktan bitti aslında, bırakın bazıları kumda oynamaya devam etsin!

Kimseyle kavga etmek gibi bir niyetimiz yok, ama artık sizde biliyorsunuz ki bu bir seçim değil, bizce zorunluluk…

TKD’nin hepsi olmasa da bazı üyelerinin ve ilaç şirketlerinin düşüncelerine göre, hücre içinde steroid oluşumları engelleyen bu ilaçları (statinleri) kullanmamak cinayet, onlara göre de biz suçluyuz, bilgisiz ve gösteriş meraklısıyız, bütün bu işleri reklam için, bencilliğimizden ve adiliğimizden yapıyoruz!

Oysa gerçek bize göre farklı, hücre içi steroidlerin zaman içinde azalması yaşlanma ile doğrudan ilişkili görüyoruz, bu nedenle hücre içinde kolesterol ve steroid oluşumlarını ilaçlarla (statinlerle) engellemenin mantıksızlığı bir tarafa, yapılan ve uygulanan kolesterol düşürmekte kullanılan statin tedavisinin insan yaşamı için çok ama çok zararlı sonuçları olabileceğini düşünüyoruz.

Bazıları, yaptıkları işte kanıt diye bağırıyor, biz ise bir parça mantık diye bağırıyoruz…

Fakat sonuçta doktor olan sizlersiniz!

Vicdan sizin vicdanınız, siz insanları tedavi ediyorsunuz! Ben değil!. Ben mantıksal hataları ve teorik tutarsızlıkları gösteririm. İsteyen kullanır, isteyen kullanmaz..

Lütfen unutmayın: Hücrelerin faaliyetinden-hücresel üretimden dolayı kanda ortaya çıkan bir kolesterol-steroid yüksekliğine ancak ‘mutlak’ kolesterol yüksekliği denebilir[10]. Mutlak hücresel üretim faaliyetlerine bağlı kolesterol-steroid yüksekliği ise, gerontolojik süreçler göz önüne alındığında biz memeli canlılar için şimdilik pek mümkün değildir. Çünkü hücre içinde mutlak kolesterol-steroid üretimi insanlar yaşlandığı sürece hiçbir zaman artmaz, tam tersine sürekli gerilemek-azalmak zorundadır.

Başkalarını bilemem, benim için tablo ortada: Steroidopenia! Yani yaşlandıkça hücre içinde kolesterol ve kolesterolden yapılan bütün ürünler azalmak zorundadır!

Kardiyologların en büyük mantıksal sorunları sapla samanı birbirinden ayırma konusunda yeterli olamayışıdır ki, bu aslında üzücü bir durumdur. Fakat sıradan-basit ve cahil bir biyolog olarak sapla-samanı birbirinden ayırma işinde, kararsızlık yaşayan hekim ve kardiyolog dostlara isterlerse bazı basit önerilerim olabilir:

1. Genetik (APOB, LDLR, LDLRAP1, PCSK9 vs) ya da sonradan partikül farklılaşmalarına (small LDL, okside LDL) bağlı olarak, kanda ortaya çıkan partikül birikimlerinin (LDL), tek parametrede kolesterol değerini yüksek göstermesi (partiküllerdeki kolesterol içeriği nedeniyle) tamamen rastlantısal bir zorunluluktur. Yani partikül sayısı (LDL) arttığında, kolesterolün yüksek görülmesine şaşırmayın.
2. Kolesterolün üretime bağlı olmayan bu (göreceli) yükseklikten dolayı, kolesterol moleküllerini de suçlamayın ve ‘karaciğer fazla kolesterol üretiyor’ demekten artık vazgeçin. Kolesterol fazla üretim nedeniyle değil, kanda zorunlu birikim nedeniyle yüksek çıkar.
3. Organizma genel anlamda yaşlandıkça bütün hücrelerimizde üretilen steroid ve kolesterol miktarı bütün organizmada azalır. Kandaki yükseklik görecelidir.
4. Mutlaka suçlayacak bir şey arıyorsanız kanda partikül artışına, partikül yoğunluğuna (LDL) neden olan faktör ya da faktörler üzerinde çalışın, çünkü kanda partikül birikimi olmazsa, sorun da olmaz. Makrofajlar ve lenfositler, partikül yoğunluğu nedeniyle uyarılmazlar ve ateroskleroz (damar sertliği de) oluşmaz!
5. Kandaki partikül yoğunluğu (LDL)uğraşmanız gereken konudur. Kolesterol molekülünü ve hücre içinde kolesterol sentezini (statinlerle) engellemeyi durdurun, kolesterolü rahat bırakın, olayın kolesterolü yok etmenizi gerektirecek mantıksal bağlantısı yoktur.
6. Partikül farklılaşmalarına bağlı (small LDL, okside LDL) olgularda çeşitli steroidler[11], kolesterol ve yağlı beslenme partiküllerdeki birikimleri ortadan kaldırabilir, özellikle küçük LDL (small) partiküllerinin yapısal eksikleri tamanlanınca hücrelere geri döner ve böylece partikül birikimi engellenir. Yani ‘Taş Devri ve Karatay Diyeti’ insanlara 'statinlerden daha fazla' fayda sağlayabileceğini hiçbir zaman unutmayın.
7. Kolesterol hücre içinde fazla üretildiği için kanda yüksek çıkmaz ve çıkamaz. Bu saçma sapan aptalca düşünceyi unutun.
8. Hücre içinde fazla üretilmeyen steroid bir molekülü, hücre içinde öldürmenin ve yok etmeye çalışmanın nerelere yol açabileceğini düşünerek karar verin.

******************

Sonuç olarak kandaki kolesterol yüksekliğini üretim değil birikim kaynaklı olduğunu görebiliyorsanız, yaşlandıkça hücre içinde kolesterol ve steroidlerin azaldığının farkına varmışsanız, tam bu sırada birileri çıkıp ‘ben statinlerle, hücre içinde kolesterol ve steroid yapımını durdurarak insanları tedavi ediyorum, onların yaşamını uzatıyorum’ diyebiliyorsa!


Siz de kızarsınız!


Kızmalısınız da!

Nasıl kızgın olmazsınız ki?

Bizler ‘ey kardiyoloji derneği, sağlık bakanlığı statin ilaçları konusunda hata yapıyorsunuz’ dediğimizde ise kendini çok bilgili, kolesterol ve steroidler hakkında sadece kendilerinin çok iyi olduğunu düşünen, bir grup[12] tarafından suçlanabiliyor, hakarete uğrayabiliyoruz!

Ve unutmadan, ‘kolesterol konusunda sadece kardiyologlar konuşur’ diyen kardiyologlar, bence gerçekten de ‘cahildir’ ve akademik unvanları ne olursa olsun, bence ünvanların da cehaletle bir ilgisi de yoktur, ünvan sahibi ama cahil çok insan vardır.

Yani bazı kardiyologlar kanda kolesterolü yüksek olan beni, şöyle ikna etmeye çalışıyorlar: ‘Bakın sevgili hastam, biz yaşlandıkça doğal olarak steroidleriniz ve kolesterol hücre içinde azalıyor olabilir. Ayrıca kandaki kolesterol yüksekliğinin hücresel üretim sorunu olmadığına dair bir grup doktor ve bir uzman biyolog atıp tutuyor olabilir. Bu bir birikim (LDL) sorunu, ilaç kullanmayın filan diyor olabilirler. Ama bu düşünceleri ileri sürenler konusunda uzman değil, ben size hücre içinde steroid-kolesterol oluşumunu engelleyen bu ilacı size vermek istiyorum, bu ilaç sizin ömrünüzü-yaşamınızı uzatacak!

Kusura bakmayın, amacım sizi üzmek, kırmak ya da kızdırmak değil!



Görebileceğiz zamana kadar bu gerçekleri size hatırlatmak...


Mevlüt Durmuş
Uzm. Biyolog
23 Aralık 2011

www.kolesterolmasallar.blogspot.com
[1] http://www.kolesterolmasallar.blogspot.com/
[2] http://ghr.nlm.nih.gov/condition/hypercholesterolemia
[3] Lee WP, Datta BN, Ong BB, Rees A, Halcox J. (2011). Defining the Role of Lipoprotein Apheresis in the Management of Familial Hypercholesterolemia. Am J Cardiovasc Drugs. 2011 Oct 18.
[4] http://kolesterolmasallar.blogspot.com/2010/05/hucre-ici-kolesterol-steroid.html
[5] Kgomotso G. Moruisi et al (2006)Phytosterols/Stanols Lower Cholesterol Concentrations in Familial Hypercholesterolemic Subjects: A Systematic Review with Meta-Analysis. Journal of the American College of Nutrition, Vol. 25, No. 1, 41-48 (2006)
[6] Dzugan SA et al (2011). Correction of steroidopenia as a new method of hypercholesterolemia treatment. Neuro Endocrinol Lett. 2011;32(1):77-81. (abst) (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/21407165)
[7] http://www.benbest.com/lifeext/aging.html#theories
[8] Marcello Maggio et al (2007). Relationship Between Low Levels of Anabolic Hormones and 6-Year Mortality in Older Men. The Aging in the Chianti Area (InCHIANTI) Study. Arch Intern Med. 2007;167(20):2249-2254.
(http://archinte.ama-assn.org/cgi/content/abstract/167/20/2249)

[9] Racchi M, Balduzzi C, Corsini E. (2003). Dehydroepiandrosterone (DHEA) and the aging brain: flipping a coin in the "fountain of youth". CNS Drug Rev. 2003 Spring;9(1):21-40. abst (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/12595910)
[10] Mutlak ve göreceli kolesterol yüksekliği tanımları bildiğim kadarıyla bize aittir, kaynaklarda göremedim. (BKZ: Kolesterol ve Akıl Oyunları)
[11] Kolesterol, steroid hormonlar, bitkisel steroidler: kaynak 8 ve 9
[12] http://www.haberturk.com/saglik/haber/693394-kolesterol-ilaclarini-kullanmayin-demek-cinayetle-esdeger

10 Kasım 2011 Perşembe

Kolesterol teorisinin felsefi eleştirisi





Her sabah horozlar öttüğü için güneş doğar’


şeklinde bir önermeyi, önce horoza,


sonra güneşe bakarak yüzlerce kez istatistik olarak
önermenizin anlamlı olduğunu gösterebilirsiniz,
fakat bu sizin önermenizin mantıklı ve doğru olduğunu göstermez
.
Mevlüt Durmuş










Kolesterol teorisinin felsefi eleştirisi
Kolesterol yüksekliğini anlama kılavuzu (3. Bölüm)

Kimi basit önermelerin sezgisinden sonra, bunlardan başka bir sonuç çıkardığınız zaman, aynı önermeleri zihnin sürekli ve hiç kesintisiz devinimi içinde gözden geçirmek, karşılıklı ilişkiler üzerinde durmak ve bunlardan aynı anda elden geldiği kadar çok ve ayrı ilişkiler kurmak yararlıdır’ der ünlü filozof Descartes.[1]




İlk bölümde kandaki kolesterol yüksekliğinin hücresel üretim kaynaklı olmadığını, ikinci bölümde ise kolesterol ilaçlarını hücresel üretim kaynaklı olmayan bir sorunda kullanılamayacağını, çünkü kandaki kolesterol yüksekliğinin fazla üretim değil, kanda zorunlu olarak ortaya çıkan bir birikim sorunu olduğunu anlatmaya çalıştık. Ve tabii ki böyle bir durumda, hücre içi steroid ve kolesterol metabolizmasının bozulmasıyla ortaya çıkabilecek yan etkilerin mantıksal mekanizması ünlü filozofun önerdiği şekilde ilişkiler kurmaya çalıştık, ‘kolesterol-steroid metabolizması memeli canlılar için yaşam kadar değerlidir’ düşüncesini vurgulamaya çalıştık.




Yani buradaki temel sorun, savunduğumuz ‘kolesterol masumdur’ düşüncesinde literatür ya da yayın sorunu değil, kolesterole ait düşüncelerde, bilimin temel mekanizmaları anlayış ve kavrayışta bizce bazı temel yanlışlıklar var. Her konuda bilimsel kaynak bulmak mümkün, fakat bu kaynakları nasıl değerlendirdiğiniz veya değerlendirip değerlendirmediğiniz aslında burada gerçek öneme sahip. Bizim ortaya sürdüğümüz (!) kolesterol teorisindeki temel mantıksal yanlışlar için bu nedenle ayrıca akademik yayın yapmaya da bence gerek yok, kolesterol yüksekliğinin hücresel üretim kaynaklı olmadığı dikkatli bakıldığına görülebilen basit çıkarım. Kandaki kolesterol yüksekliğinin hücresel üretimden kaynaklanmadığını, bunun zorunlu olarak partikül birikiminden (LDL) kaynaklandığını, yani kandaki tek parametrelik kolesterol yüksekliğinin hücresel üretime dayanmayan göreceli bir yükseklik olduğunu ispat etmek gibi bir kaygım olamaz. Kolesterol ve steroid miktarı (konsantrasyonu) hücre içinde biz yaşlandığımız süre içinde sürekli azalıyor. Fakat buna rağmen, modern tıp ve tedavi anlayışında kandaki kolesterol yüksekliği bahane edilerek, hücre içinde kolesterol ve steroid oluşumları ilaçlarla engelleniyorsa (bir biyolog olarak) buna benim karşı çıkmam, siz de takdir edersiniz, doğal ve kaçınılmaz bir zorunluluk, kişisel bir tercih değil. Bakmak ve görmek farklı kavramlardır, genetik kolesterol yüksekliğine biraz dikkatlice bakan, kolesterol yüksekliğinin hücresel kolesterol yapımıyla ilgili olmadığını zaten görür ama bu durumu bazıları baktıkları halde görmüyorlarsa da, bu benim değil bu durumu göremeyenlerin sorunu. Bu temel mantıksal çıkarımı ortaya koyulduktan sonra, kandaki kolesterol yüksekliğinin hücresel üretime dayanmadığı sonucuna direnmek ve kavrayamamak veya anlamamış gibi görünmek, kandaki kolesterol yüksekliğini engellemek için hücre içinde kolesterol-steroid yapımı engellemek bence tümüyle mantıksızlık. Kısaca, kandaki kolesterol yüksekliği, üretim kaynaklı değil! Üretim kaynaklı olmayan kandaki kolesterol yüksekliğinde (göreceli yükseklik) ise kolesterol düşürücü ilaçlar (statinler) sanıldığının tam tersine faydalı değil.




Yani kolesterol teorisinde artık kral çıplak…




İlaçlarla (statinlerle) yapılan güncel kolesterol tedavisi ise bence çırılçıplak…




Peki, kandaki kolesterol yüksekliğinin hücresel fazla üretime dayanmadığı ve nedenle ilaç kullanılamayacağı, mantıksal çıkarımına dayalı bu görüşümüz kanıta dayalı tıp bilimlerine aykırı mıdır? Veya kanıta dayalı tıp ile mantık kuralları çeliştiğinde ne yapacağız? Mantık kurallarını mı yok sayacağız?
*********************
Unutmamak gerekir ki; kanıta dayalı tıp, her şeyden önce ortaya koyulan bir bilimsel önermenin mantıklı olması durumunda geçerlidir, mantıksız bilimsel önermelerin kanıta dayalı tıptan uzaklaştırılması gerekir. ‘Her sabah horozlar öttüğü için güneş doğar’ şeklinde bir önermeyi, önce horoza, sonra güneşe bakarak yüzlerce kez istatistik olarak önermenin doğruluğunu gösterebilir ve ‘horozlar ötmezse güneş doğmaz’ sonucuna ulaşabilirsiniz, ama bu zaten başından beri mantıksız bir önermedir, önermenin istatiksel olarak anlamlı bulunması önermenin mantıksız olduğu sonucunu değiştiremez. ‘Her sabah horozlar öttüğü için güneş doğar’ önermesinin sonucu önce horoza, sonra güneşe bakıldığı için anlamlı olsa da, önerme mantıklı değildir. Bilimde doğrulamacılık yönteminde (neojustificationism) ileri sürülen bir önermenin mantıklı olup olmadığına günümüzde fazla değer vermemektedir, istatiksel olarak anlamlı görünen her önerme doğru gibi algılanmaktadır ve istatistiksel kandırmacalar bu söylediklerimize dahil değildir. İşte bizim bulunduğumuz ve dikkat çekmeye çalıştığımız nokta tam da burasıdır. Kısaca, kanda hücresel üretim nedeniyle artmamış bir kolesterol (genetik) yüksekliğinden kurtulmanın yolu, hücresel kolesterol-steroid üretimini ilaçlarla (statinlerle) engellemek değildir, sağda solda kanıta dayalı tıp nutukları atan kişilerin önce bu durumu çok iyi kavraması, daha sonra bilim ya da bilimsellik nutukları atması gerekir.




Kanıta dayalı tıp, bir hastanın bakımı hakkında karar verirken var olan kanıtlanmış (!) bilgilerin dikkatli, açık ve mantıklı kullanılmasıyla gerçekleşir. Mantık olmadan, mantıklı olmadığı belli olan önermelerde, istatistiksel olarak anlamlı sonuçlara ulaşılsa da kanıta dayalı tıptan söz edilemez.




Buradaki ‘kanıtlanmış bilgi’ ve ‘mantık’ kavramlarının nerede başlayıp nerede bittiği sorunu gerçekten de çok büyük bir sorundur. ‘Kanıta dayalı tıp’ söylemini her birey kendi düşüncesine göre bir şekil verdiği için ortak bir noktada buluşmak ta zordur. Bazıları binlerce kez doğrulanan gözlem ve deneyleri çok mantıklı bulur. ‘Bu kolesterol yüksekliği konusu yüzlerce kez denenmiş, on binlerce araştırmacı yalan mı söylüyor’ diye size utanmadan kafa tutarlar. Fakat bu iyi bir yöntem değildir, bilimsel yöntem ise hiç değildir!




Bu durumu bilim tarihinden bir örnekle anlatmak daha doğru ve anlaşılır olacaktır.
Batlamyus (MS 85–165?) ve Kopernik (1473–1543) ikisi de zamanlarına göre muhteşem bilim adamlarıdır. Batlamyus’un dünya merkezli evren anlayışı yani güneşin (ve evrenin) dünya çevresinde döndüğü gösteren anlayış, 2. yüzyıldan 15.yüzyıla kadar on binlerce kez doğrulanmış, 1000 yıldan fazla bu görüş öyle ya da böyle bütün Dünyada hâkimiyetini sürdürmüştür. Gerçekten de o günün güncel mantığı şudur: Dünya’dan uzaya baktığınızda, duyularınızla güneşin dünya çevresinde döndüğünü algılarsınız, Dünya’nın güneş çevresinde döndüğünü asla düşünemezsiniz! Çocuklarımızın küçücük beyinlerinde algılarıyla yaptığı ilk kendi bilimsel keşfi de budur: Mevcut duyularıyla meraklı bir çocuğun gördüğü tek şey vardır ’Güneş Dünya’nın çevresinde’ dönmektedir! Çocuğun duyularıyla algıladığı bu göreceli gerçeklik kendine göre değiştirilemez mutlak doğrudur. Dünya’dan Uzaya bakıldığında başka bir şey düşünmek mevcut duyularımız nedeniyle zaten mümkün değildir! (Tıpkı bu günkü kolesterol yüksekliği kavrayışımız gibi!)




Fakat Batlamyus’tan farklı olarak Kopernik Dünya’dan Uzay’a değil, Uzay’dan (başka gezegenlerden) Dünya’ya bakabildiği için Dünya merkezli evren anlayışının yanlışlığını söyleyebilmiş, Dünya’nın Güneş çevresinde döndüğünü göstermiştir. Batlamyus’un görüşleri Kopernik tarafından ‘yanlış olduğu gösterilebildiği için’ de yüzyıllar boyu devam eden anlayış değişmiştir…




Bilim felsefesi açısından sorun şudur: Batlamyus zamanına göre elbette muhteşem bir bilim adamıdır, zamanına göre zekasını tartışmak anlamsızdır. Fakat kendi zamanında ileri sürdüğü görüş ‘kilisenin görüşleri’ ile tam olarak ve birebir örtüştüğü için, zamanla görüşü ‘bilimsel bir görüş’ olmaktan çıkmış, eleştirilmesi engellenmiş, Batlamyus’un teorisine yapılacak bilimsel eleştiri yolları tümüyle tıkanmış, teori sadece bir kurumun-kilisenin ‘görüşü-kanunu’ durumuna gelmiştir. Bizce şimdiki (statinlerle) kolesterol tedavisi de tıpkı Batlamyus’un kilise görüşleriyle uyuşması gibi, günümüz kapitalist sistemi ve ilaç şirketlerinin kar amaçlarıyla uyumlu düştüğü için, kolesterol teorisi ve kolesterolün ilaçlarla (statinlerle) güncel tedavisi, özellikle kardiyoloji dünyasınca, bazı dernekler (AHA, ESC) aracılığı korunmaya çalışılmaktadır!




Batlamyus ve Kopernik örneğini değiştirelim. Şimdilik, bildiğim kadarıyla, yok öyle bir şey ama farklı bir örnek olsun diye biraz hayal gücünü kullanalım: Işık hızının saniyede 300.000 km hızında olduğu ve madde için son hız limitinin bu olduğunu yüzlerce kez çeşitli deneylerle kanıtlayabilirsiniz. Fakat yüzlerce kez kanıtlanmış bu bilgi bir kere yanlışlandığında, yani ışık hızının 300.000 km/sn den daha hızlı bir madde gözlendiğinde bu teori artık yanlışlanmış demektir. Sizin daha önce yüzlerce kez yaptığınız deneyler-ispatlar siz ne yaparsanız yapın artık geçersizdir veya yeniden düzenlenmesi gerekir, çünkü sizin parametrelerinizden farklı bir parametrede ışık hızının sizin gördüğüz, düşündüğünüz-düşündüğünüz gibi olmadığını ortaya koymuştur. Sizin daha önce bu teoriyi yüzlerce kez test etmiş olmanız, yüzlerce kez deney yapmış olmanız teorinizin doğru olduğuna kanıt olarak gösterilemez.




Bu ne mi demek? Bu konu nereye mi varacak?




Bilimsel bilgiye ulaşmada yanlışlamacılık (falsificationism)[2] adını verdiğimiz bu gerçeklik, bilimsel bilginin birçok önemli alanında yer tutar. Her ne kadar tıp bir bilim değil disiplin alanı olsa da, tıp var olan bütün bilim dallarından faydalandığı için, buna tıp bilimleri de dâhildir, çünkü tıp bütün var olan bilimleri (hasta yararına) kullanabilen muhteşem bir disiplin alanıdır. Bir önermenin-teorinin- hipotezin bilimselliği, sadece bunların kaç kere doğrulandığını göstermekle anlaşılmaz; bu yüzden gerçek bilimsel bilgi sadece ve sadece doğruların sürekli olarak birikmesiyle de oluşmaz! Gerçek anlamda bilimsel bilgi önermedeki-teorideki-hipotezdeki yanlışların ayıklanmasıyla ilerler ve yanlışlamacılığın önemi de burada ortaya çıkar…




‘Kolesterol ile ne alakası var’ demeyin, çok alakası var!




Yanlışlamacılığın önemini bilimsel olarak kavrayan, bilim felsefesinden birazcık anlayan biri, her koşulda sizin ileri sürdüğünüz yeni düşünleri dikkate almak, ‘önemli olan konunun teorilerin sayısız kere doğrulanması değil, bir kere yanlışlanabileceği’ gerçeği ile sürekli yaşamak durumundadır, bu yüzyılın dâhisi Einstein için bile geçerli bir kuraldır. Yanlışlanabileceği peşin olarak kabul edilmeyen bir bilgi ‘bilimsel bilgi’ olarak tanımlanamaz. Yani bir deneyin veya teorinin ‘yüzlerce kez ispat edilmesini’ size, sizin görüşlerinizi dinlemeden-anlamadan ‘kanıt olarak’ gösteremezler, bu bilimsel açıdan seviyesizliktir. Sizin var olan teoriyi-görüşü yanlışlayıp yanlışlamadığınız önemlidir. Yani biri ‘bütün kargalar siyahtır’ diye bir önerme getirmişse, siz de kutuplarda ‘beyaz bir karga’ bulmuşsanız ‘bütün kargalar siyahtır’ önermesi artık geçerli değildir. Daha önce yüz binlerce kez, kargaların siyah olduğuna dair yapılan gözlemlerin, beyaz karga bulunduktan sonra, hiçbir değeri ve anlamı yoktur, bilimsel önerme değiştirilmelidir: ‘Kargalar siyah ya da beyaz olabilir’ denilebilmelidir.




Şimdi ‘kolesterol ve kolesterol ilaçları’ konusuna ve tartışmalara dönebiliriz, çünkü artık biraz bilim felsefesini, Popper’ı ve Popper’ın yanlışlamacılığı az da olsa biliyorsunuz!…
**********************************
Burada pek arzu etmesem de, zorunlu olarak bir parça sertleşmek zorundayım.




Bilim felsefesinden zerre kadar anlamayan (sözde) bilim adamlarına (ki bunlara ben küçük adamlar diyorum), bilimin temel dinamiklerini, bilimsel düşüncenin gelişimini Popper’ın bilim felsefesindeki yanlışlamacılığın bilime kattığı önemi anlatabilmek de çok zordur. Onlara göre bütün kargalar siyah, bütün ayılar boz ayı, bütün tilkiler kahverengi, suda yaşayan bütün canlılar mutlaka solungaçlı olmalıdır! Kendilerini dayanılmaz bilim adamı olarak görenler ‘yüksek kolesterol öldürür’ diye kameralar karşısında anlamsızca insanları korkutmaya çalışırken[3], sizin ‘epidemiyoloji’ diye bir bilimin dalının varlığından bile haberi olmayan birine anlatacak hiçbir şeyiniz olamaz! Çünkü onlara göre bazı bilim dalları ve araştırmaları yok hükmündedir öylesine heyecan olsun diye icat edilmişlerdir. Söz konusu bilim dallarının bazı araştırmalarına göre; kolesterolü çok yüksek olan insanların daha fazla yaşıyor[4] olması, kolesterolü düşük olan insanlarda ölüm oranları yüksek olması yani daha erken ölmeleri hiç te önemli bir bulgu değildir. Onlara göre bu bulgular bilim bile değildir! Var olan bir olguyu yok saymak bilime hiç katkı sağlamayacağı gibi, var olan yaşanılan gerçeği de değiştirme gücüne sahip değildir! Fakat bu insanlar bunu göremez ve anlayamazlar.




Dahası, kolesterol ilaçlarına (statinlere) o kadar hayrandırlar ki, “bu ilaçları hiç olmazsa yaşlı insanlara vermeyin, bu ilaçların onları daha çabuk öldürebileceğine[5] dair yayınlar da var, genetik kolesterol yüksekliğinde ise kolesterol zaten hücresel üretim kaynaklı değil[6], bu ilacı neden kullanıyorsunuz” diye sormak yasaktır! Hücresel üretim kaynaklı olmayan bir sorunda, hücresel kolesterol üretimini engellemek bizce affedilmesi oldukça zor büyük hatadır, lütfen genetik kolesterolü olan “çocuklarda bu ilaçları (statinleri) kullanmayın, hiç olmazsa bu çocuklarda karaciğer naklini mutlaka önerin” demeniz de mümkün olmayabilir!




Kolesterol düşürücü ilaçların hiçbir işe yaramadığını[7], kandaki kolesterol düzeyi ilaçlarla düşse bile bunun ölüm yani ‘mortalite’ oranlarında her hangi bir değişime yol açmadığı artık biliniyor[8], bazıları da bilinen bir gerçekliğe yüz çeviriyor!




Bilimsel kaynaklar bilinmesine rağmen, bazıları görmemek için gözlerini[9], duymamak için kulaklarını tıkamaya devam ettiklerinde, kendi bireysel ve mesleki saygınlıklarına, mesleklerine ve meslektaşlarına zarar verebileceklerini hala görmüyorlar, dahası bu durumdan yani saygınlıklarının azalmasından bizi sorumlu tutanlar bile var. Klasik bir deyimin ötesine geçmek gerekirse, devekuşu olmak değil, devekuşu taklidi yapmak ‘bilim insanı’ olduğunu söyleyenlere bence hiç yakışmıyor. Kendileri benzer konularda çok komik durumlara düşünce de, bence ‘yumurta’ olayı bu komedinin halk tarafından görünen üst zirvesidir, başkalarına saldırmayı-hakaret etmeyi kendilerince bilim ya da bilimsellik olarak düşünme yanılgısına saplanıyorlar[10].




Sizi bilmem ama bence bilim bu değil!




Bilgisiz ama büyük ünvanı olan insanların söylediği, her duyduğumda artık başımın ağrıdığı katlanamadığım en büyük yalan ise ‘kolesterolü yüksek olan her bireyin kalp krizi geçirip öleceği veya biz kolesterol ilacı (Stalin) kullanmazsak insanlar ölür’ yalanıdır. Bu kişiler kalp krizi geçiren kişilerin çoğunun kolesterollerinin normal olduğunu[11] bile bilmeyenler, normal kolesterol düzeylerindeki kalp krizlerine mantıklı bir açıklama getiremeyenler ‘ama ve fakat’larla durumu geçiştirenler ünvanları çok büyük olsa da, bence bilim insanı değildir, iyi bir akademisyendir o kadar. ‘Yüksek kolesterol düzeylerinde damarları kolesterol tıkar, düşük kolesterol düzeylerinde ise damarları tıkayan UFO’lardır’ derler anlayacağınız! Bazıları da buna inanırlar!




Kısaca doktor da olsanız, uzman da olsanız, profesör de olsanız ‘insanları yüksek kolesterol öldürür ve biz ilaç yazmazsak hasta ölürse bizim de vicdanımız sızlar’[12] gibi sözlerle insanları korkutmaya çalışırken, ortaya kendi bireysel bilgisizliğiniz ve kişisel korkularınız dökülmüş olur, gerçeğe tümüyle gözlerinizi kapatırsınız. Karşı görüş o kadar çok ki: Tek parametrede düşük kolesterol insan sağlığı açısından daha riskli bile olabilir, düşük kolesterol düzeylerinde beyin felci-beyin kanaması[13], kalp hastalıkları ve kanser vakaları artabilir[14]’ dediğinizde sizi duymamak için kulaklarını tıkamayı, sizi ve düşüncelerinizi yok saymayı tercih ederler! Epidemiyolojik, nörolojik, gerontolojik araştırmalar ve araştırmacılar, bu araştırmaları yapan profesörler onlara göre önemsiz ve değersizdir! Varsa yoksa kendi kurumları ve kurumlarının kendilerine önerdiği ‘tedavi kılavuz’ları….




Sadece kendi gerçeklerine, sadece kendi derneklerine, sadece kendi gibi düşünenlerin görüşlerine değer verirler. Bu şu an kendileri çok farkında olmasalar da, bir zamanlar Batlamyus’un teoremlerine sıkı sıkı sarılan kilisenin tutumuna çok benzemektedir. Kolesterol ilaçları ve kolesterol teorisi bazı çıkar gruplarının işine yarıyor, ‘kolesterol teorisi bu gruplar tarafından dinleştirilmiştir’ demek, böyle bir durumda pek de yanlış sayılmaz! Yaptıkları işin adı doğrudan din olmasa da, dinleştirilmiş bir bilim anlayışı demektir! Kendi klasik dinleştirilmiş bilim anlayışlarını sana ‘modern bilim, bilimsellik, kanıta dayalı tıp’ sözlerini sık sık tekrarlayarak yutturmaya çalışmaları da ayrıca takdire şayan, ama bence boş bir çabadır.




Oysa beylerin kendi inandıkları ayrı kitapları, kendi kılavuzları vardır, onların dışına çıkamaz ve onlar olmadan tek başlarına ‘en temel konularda bile' bireysel karar asla veremezler! Örneğin, genetik kolesterol yüksekliğinde, kolesterol yüksekliğinin hücresel üretim kaynaklı olmadığını bile insanlara söyleyemezler! Adeta kiliseleşmiştir, ünlü papazlarından alıntılarla konuşurlarken ‘Amerikan Kalp Derneği (AHA), Avrupa Kalp Derneği (ESC)’ ilk başlangıç cümleleri olur. Onlar gibi düşünür ve onlar gibi söylerler. Kendilerine ait fikir, düşünce ya da görüş alamazsınız! İşte bu yüzden kendini çok büyük sanan bu ‘küçük adamlar’ senin verdiğin kaynakları (literatürleri) da beğenmezler…




Dinleştirilmiş bir görüş artık bilim değildir ve bilim olamaz!




Tartışmalar sırasında gerçekte olmayan bir şey söylenmiyor, yapılmış-yapılan bir araştırma gösteriyorsun beyefendiler tarafından bu hiç dikkate alınmıyor!




Yumurta olayını hatırlayın! Yumurtanın masumiyeti ile ilgili kaynaklar yıllar öncesinden vardı[15] ama kardiyolog dostlarımız biz defalarca[16] söylediğimiz[17] halde bizi ve düşüncelerimizi anlamaya çalışmadılar. Çünkü kendi kabul ettikleri kitaplar, kendi kabul ettikleri kaynaklar, kendi kabul ettikleri dernekler, kendi kabul ettikleri yayınlar bunun tersini söylüyor, farklı düşünceler, farklı yayınlar kendileri için bir anlam ifade etmiyordu…




Kendi gibi düşünmeyen hekimleri, kolesterol ilaçlarını (statinleri) sevmeyen profesörleri, kolesterol, et, süt, yumurta masum olabilir diyebilen uzmanları[18], utanmasalar tıpkı bir zamanların kiliseleri gibi ‘aforoz’ edecekler…




Bu kraldan daha kralcı arkadaşlar, yumurta ile ilgili kaynakları ilk defa gördüklerinde, bilim felsefesini ve Popper’ı biraz bilselerdi, yumurta konusunda böyle kötü yanılmaz hastalara ve insanlara karşı mahcup olmazlardı. Ama onlar da kendilerince haklılar, yumurta konusunda düşünceleri ‘kendi bireysel görüşleri’ değildi, AHA (Amerikan Kalp Derneği) veya Avrupa Kardiyoloji Derneği (ESC) öyle karar almıştı önceleri, onlar da onu söylemişti, yani AHA-ESC suçlu AHA-ESC’nın görüşlerini (bazen de abartarak) insanlar üzerinde kullananlar çok masum mu?




Nobel almış olsalar[19] bile insanlar hata yapabilir, yanılabilir ya da yanıltılabilirler ki, şu an kardiyoloji dünyasının en önemli araştırmaları bile sorgulanmaya başladı[20] fakat çoğu uzmanın bundan haberi bile yok. ‘Bilim, iğneyle kuyu kazmak gibidir, yavaş ilerler’ savunmasını bende biliyorum, buradaki sorun bilimin yavaş ilerlemesi değil, bilimin ilerlemesinin neden yavaşlatıldığı sorunu! Sorun bilimsel düşünceleri nedeniyle bilim insanlarının yanılması da değil! İnsanlar ‘kendi’ bireysel yanılgılarından muhteşem güzel sonuçlar çıkarabilirler, tecrübe kazanırlar, yaratıcılıkları ve düşünceleri hatalarıyla birlikte muhteşem bir şekilde artabilir, burada yanılgı söylemiyle kastettiğimiz bu kişisel-bireysel yanılgılar değil!




Kendi düşünceleri olmayan bir düşünceden dolayı, insanlar ve hastalar karşısında yanılgıya düşmek, asıl üzücü olan bu! Bu durumda bu kişiler, yanılgı kendi yanılgıları olmadığı için, asla yanılgılarından olumlu düşünceler ve bilimsel yaratıcılık adına bir şey çıkaramayacak, sürekli başkalarının düşünlerini kullanacak, sürekli başkalarının yaptığı hatayı yapacak, kendilerini ‘bilim adamı’ olarak tanımlasalar da, ‘kendi bireysel düşünceleri’ olmayan bilim adamı olarak kalacaklardır! Bence ‘bilim açısından’ üzücü olan budur…




Amerika Kalp Derneği (AHA) veya Avrupa Kardiyoloji Derneği (ESC) bence fark etmez, hepsi aynı kapıya çıkar…




Bilim bir kez tamamen örgütlü bir grup faaliyeti haline geldikten sonra neredeyse kaçınılmazcasına bürokratikleşme eğilimine girer. Bunun bireysel yaratıcılık yeteneği üzerinde bariz bir şekilde olumsuz bir etkisi var’ diyor Federico Mayor ve Augusto Forti[21] ve bence de çok haklılar.




Siz ne dersiniz?

Mevlüt Durmuş
Uzm. Biyolog
05 Kasım 2011
http://www.kolesterolmasallar.blogspot.com/



KAYNAK VE DİPNOTLAR
[1] Descartes, 11.Kural ’Aklın Yönetimi İçin Kurallar’kitabından
[2] Bilim felsefecisi K.R. Popper’ın görüşleri
[3] Prof.Dr Yağız Üresin’in Kanal D televizyonundaki söylemleri (http://tvarsivi.com/player.php?y=11&z=2011-10-06+09%3A30%3A00 )
[4] Brescianini S et al (2003). Low total cholesterol and increased risk of dying: are low levels clinical warning signs in the elderly? Results from the Italian Longitudinal Study on Aging. J Am Geriatr Soc. 2003 Jul;51(7):991-6. (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/12834520)
[5] Petersen LK, Christensen K, Kragstrup J. (2010). Lipid-lowering treatment to the end? A review of observational studies and RCTs on cholesterol and mortality in 80+-year olds. Age Ageing. 2010 Nov;39(6):674-80. Epub 2010 Oct 14. (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/20952373)
[6] http://kolesterolmasallar.blogspot.com/2011/10/kolesterol-yuksekligini-anlama-klavuzu_03.html
[7] http://www.ahmetrasimkucukusta.com/2011/11/01/yazilar/tip-yazilari/kolesterol/buyuklere-kolesterol-masallari-7-milyonlarca-insan-bos-yere-kolesterol-ilaci-iciyor/
[8] Ray KK, et al. (2010) Statins and all-causemortality in high-risk primary prevention: a meta-analysis of 11 randomizedcontrolled trials involving 65 229 participants. Arch Intern Med.2010;170(12):1024-1031
[9] Bernhard M Kaess, Ramachandran S Vasan (2011). Statins are not associated with a decrease in all cause mortality in a high-risk primary prevention setting. Evid Based Med2011;16:8-9 doi:10.1136/ebm1125 (http://ebm.bmj.com/content/16/1/8.extract)
[10] http://video.haberturk.com/haber/video/kolesterol-bir-sehir-efsanesi-mi/55039 (Taş Devri Diyeti ve Karatay Diyeti hakkındaki mantıksız söylemler)
[11] Ridker PM et al (2008). Rosuvastatin to Prevent Vascular Events in Men and Women with Elevated C-Reactive Protein. N Engl J Med 2008;359:2195-2207.
[12] Aslında kalp krizi geçirenlerin en az %50 si (%70’e çıkan araştırmalarda var) normal kolesterol düzeyine sahiptir, ve kolesterol ilaçlarının hiçbir işe yaramadığını gösteren literatürleri bilmemek bilim insanına yakışmaz.
[13] J. Roquer et al (2005). Serum lipid levels and in-hospital mortality in patients with intracerebral hemorrhage. NEUROLOGY 2005;65:1198-1202
[14] Nago N, Ishikawa S, Goto T, Kayaba K. (2011). Low cholesterol is associated with mortality from stroke, heart disease, and cancer: the Jichi Medical School Cohort Study. J Epidemiol. 2011;21(1):67-74. Epub 2010 Dec 11. (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/21160131)
[15] Nicola L. Harman1, Anthony R. Leeds2 and Bruce A. Griffin (2008). Increased dietary cholesterol does not increase plasma low density lipoprotein when accompanied by an energy-restricted diet and weight loss. European Journal of Nutrition. Volume 47, Number 6 / September, 2008. 1436-6207 (Print) 1436-6215 (Online). http://www.springerlink.com/content/c6287375m6767g80/
[16] http://beslenmebulteni.com/bes/index.php?option=com_content&view=article&id=1591%3Akolesterol-modern-yuezylda-carmha-gerilen-molekuel&catid=78%3Akolesterol&Itemid=445&limitstart=1
[17] http://www.tkd.org.tr/cg/005/?p=kolesterol_cevap
[18] Prof.Dr Ahmet Aydın (2010). 7’den 70’e Taş Devri Diyeti.Hayykitap. İstanbul.
[19] D. D. Adams (2011). The great cholesterol myth; unfortunate consequences of Brown and Goldstein’s mistake. QJM (2011) 104 (10): 867-870. doi: 10.1093/qjmed/hcr087 (http://qjmed.oxfordjournals.org/content/104/10/867.abstract)
[20] Michel de Lorgeril et al (2010). Cholesterol Lowering, Cardiovascular Diseases, and the Rosuvastatin-JUPITER Controversy. Arch Intern Med. 2010;170(12):1032-1036. (http://archinte.ama-assn.org/cgi/content/abstract/170/12/1032)
[21] Federico Mayor, Augusto Forti (1997). Bilim ve İktidar, Tübitak PBK, Sayfa 63.

3 Ekim 2011 Pazartesi

Kolesterol yüksekliğini anlama kılavuzu (2. Bölüm)



Bir bilimsel tartışmada

kişileri tartışmak anlamsız ve saçmadır.

Gerçekte, iddia edilen fikirleri tartışmak

en iyi yöntemdir.

Çünkü kişiler gelip geçici fakat

fikir ve düşünceler kalıcıdır.

Kolesterol yüksekliğini anlama kılavuzu (2. Bölüm)
(Statinlerin yan etkileri akıl yoluyla kavramak)




Kolesterol yüksekliğini anlama kılavuzunun ilk bölümünde (1) aslında çok basit bir soru soruluyor ve bu soruya bu soruya bir cevap aranıyordu. Soru basit olarak şuydu: ‘Genetik kolesterol yüksekliği, hücresel üretim kaynaklı olarak ortaya çıkmaz, karaciğerdeki hata ya da hatalar nedeniyle kanda zorunlu olarak partikül birikimi oluşur, bu partikül birikimine bağlı olarak kandaki kolesterol değerleri göreceli (üretim kaynaklı olmayan) olarak yüksek çıkar. Yani kandaki yüksek çıkan kolesterol değerlerindeki bu durum hücresel anlamda kolesterolün fazla yapıldığı-sentezlendiğini göstermez, kandaki yükseklik hücresel üretim kaynaklı değildir. ‘Karaciğeriniz fazla kolesterol yapıyor’ sözü fantastik bir yanılgıdan ibarettir. Bu nedenle hücresel olarak, hücre içinde kolesterol ve steroid oluşumunu (statinlerle) ilaçlarla engellemek bize göre, tıbbi olarak çok büyük bir hatadır.’



Bu düşünceye bazı hekim kökenli arkadaşlar çok kızmışlar, düşüncenin doğru ya da yanlışlığını tartışmak yerine, bizim sorduğumuz temel soruya cevap vermek istemedikleri için olsa gerek, farklı yolları tercih etmişler. Bu onların tercihi, ama seçtikleri yolun –bana yazılan yazıların ve yorumların, verilen cevapların- sorduğumuz soruyla ilgisi yok! Beni kişisel olarak eleştirmek yerine, ortaya koyulan düşüncenin doğru ya da yanlışlığını eleştirmek daha akılcı bir yaklaşım olurdu ama maalesef bunu yapamıyorlar ve sorduğum soruya cevap vermiyorlar.



İkinci olarak, anladığım kadarıyla bazı uzmanlarımız hala genetik kolesterol yüksekliğinde yavaş yavaş karaciğer naklinin yapıldığını (2) , böylelikle genetik kolesterol yüksekliğinin ortadan kalktığını hala bilmiyormuş ve hiç duymamış gibi davranıyorlar ki, genetik kolesterol yüksekliğinde karaciğer naklini bilmemeleri bence mümkün değil (3) . Bu konuda sık sık haberler yapıldı (4), eleştirmeden önce basit bir araştırma yapmak, bir genel cerrahla konuşmak yeterliydi zaten….



Bazı arkadaşların ‘statin ilaçları hücre içinde (steroid sistemi ortadan kaldırarak) hücreleri öldürür’ kısmına takılması ve bu durumu inkar etmesi bence anlamsız bir tepki. Bu ilaçların (statinlerin) bakteriler (5) üzerinde etkili olabileceğini (6) çoğu uzmanın bilmemesi açıkçası sıradan bir biyolog beni bir kez daha şaşırttı. Statinler bir çok bakteri üzerinde denendi ama arzu eden arkadaşlar, kendileri de bazı bakteriler üzerinde statinleri deneyebilirler.



Konu dağılmasın, kolesterol düşürücü olarak kullanılan statinler hücre öldürüyor (sitotoksik) demiştik! Ben olsam söz konusu ilaçları kolesterol yüksekliği için değil, kanserler için kullanırım da demiştim çok önceleri ve şimdi bu konuda çalışmalar hızlandı (7). Statinlerin öldüreceği hedef hücrede sadece asetil Co-A’dan başlayan bir steroid metabolizması olması, bu ilaçların (statinlerin) çalışması için yeterli. Virüsler dışında her canlının (bakteriler, bitkiler, hayvanlar) mutlaka kendine ait bir steroid metabolizmasının da olması gerektiğini de unutmamalıyız ve bir yerlere not etmeliyiz.



Kendinizi statinlerin hücre öldürücü olduğuna (sitotoksik) ikna edemiyorsanız, daha da olmadı kanser ve statin (8) araştırmalarını gözden geçirin (9). Ben kişisel olarak kolesterol düşürücü olarak kullanılan statinleri özellikle, başka müdahale imkanı kalmadığında özellikle karaciğer kanserlerinde kullanırdım (10) . En azından statinlerin etki metabolizmasının steroidler üzerinden gerçekleştiğini, kanserli hücrelerin (steroid) metabolizmasının normal bir hücreden çok hızlı çalışmak zorunda olduğunu biliyorum. Dolayısıyla kolesterol düşürmekte kullanılan bu ilaçlar (statinler) normal hücreleri de öldürücektir ama kanserli hücreleri daha çok öldüreceğini tahmin ediyorum (11) ve bazı araştırmalardan da zaten bu durumu biliyorum. Fakat inanması zor olsa da, kanser ve statin üzerine yapılan bu araştırmalar da, bilim adamları kanserden korunmak için de statin önerme şaşkınlığına ve yanılgısına düşüyorlar ki (12) , bence bilimde akıl tutulması işte burada ortaya çıkıyor. Örneğin kanser araştırmada kanser hücrelerinin % 90’ını statinlerle bir şekilde öldürüyor veya kanserli hücrenin gelişimini durduruyorlar ve saçma bir şekilde (ilaç şirketlerinin de yardımıyla) mantıksızca şu sonuca ulaşıyorlar: ‘Bu ilaçlar (statinler) insanlarda kanserden koruyucu olarak kullanılabilir’ (13): İşte komik olan da bu bir bilimsel araştırmadan çıkan bu sonuç! Yani statinler kanserli hücreyi öldürüyormuş, ama sağlıklı hücreye bir şey yapmıyormuş gibi, kanserli hücrelerde elde ettikleri sonucuna (!) sizi inandırmaya çalışıyorlar. Üstelik ‘kanser tedavisinde kullanılabilir’ diye açıkça söylemiyorlar ama büyük bir ısrarla ‘kanserden korunmak için kullanılabilir-ya da- bu ilaçlar kanserden korur’ diyorlar, ilaç şirketlerinin ekmeğine yağ sürüyorlar! Bu deneylerin bazıları bizim Karadenizli araştırmacı Temel fıkralarından daha komik geliyor bana nedense, hani Temel sineklerin bacağını kopartıp ‘zıpla’ diyormuş, birinci, ikinci, üçüncü derken sineğin son bacağını da koparmış ‘zıpla’ demiş Temel ama haliyle bütün bacakları koptuğu için sinekte tık yok. Ve temel araştırma sonucuna şöyle yazmış: ‘sineğin bütün bacaklarını koparınca zıplayamıyor, çünkü sineğin kulakları duymuyor!’ Kanser-statin araştırmalarında da benzer sonuçları okumanız mümkün, yani bazı araştırmacılara göre bu ilaçlar (statinler) kanserli hücreleri yok edebilir, ama sağlıklı hücreleri asla!



Kolesterol düşürücü olarak kullanılan ilaçların (statinlerin) hücre öldürücü olduğunu gösterebilmek –ispat edebilmek- için, farklı bakteri kültürleri ve statin kullanımı bazı dostlar için yerinde bir örnek değilse çok daha basit bir önerim olacak. Hücre ve doku kültürü çoğu yerde (moleküler biyoloji, tıbbi biyoloji, genetik vb laboratuarlarda) az veya çok mutlaka yapılıyor. Söz konusu kültürü yapılan örneğe küçücük bir miktar statin (kolesterol düşürücü) ilacı bırakın…



Sizce ne olur? Pahalı bir deney değil! Kanser araştırmalarında, kanserli hücre ve dokulardaki değişimi yapıyorlar. Ama normal sağlıklı hücrelerde kimse bu deneyi yapmaya cesaret edemiyor! Basit bir hayvansal (veya bitkisel, bakteriyel de olur!) hücre kültürü, maliyeti de yok, fakat söylemedi demeyin: Bu deneyi yapmak, yapabilmek bence kolay, zor olan elde ettiğiniz sonuçları söyleyebilmek, bu biraz cesaret ve mangal gibi bir yürek ister. Çünkü statinleri deneylerini kanserli hücrelerde de deneseniz (14) , sağlıklı hücrelerde denesenizde de hücre öldürücü olduğunu görürsünüz, ama sağlıklı hücreleri öldürdüğünü gösterdiğiniz araştırmayı dergilerde yayınlayamazsınız. Umarım sağlıklı hücreler için benzer bir deney yapılmamıştır da (15) , bunu ilk siz yaparsınız ve sonuçlarını bana büyük bir gururla yazarsınız: ‘Hücre kültürü çok normal gelişti, hücreler sizin iddia ettiğin gibi ölmedi, hepsi sapasağlam hücre kültüründeki hücreler yerli yerinde duruyor. Sen kolesterol konusunda iyi sallamışsın, insanları iyi kandırmışsın, ilaçların sitotoksit olduğu yalanmış’ dersiniz ve ben de ‘statin ilaçları hücre öldürür’ dediğim için utancımdan yüzüm kızarır ve yerin dibine girerim…



Böyle olmayacağını siz de az veya çok tahmin edersiniz, büyük bir ihtimalle hücre veya doku kültürünüzde hiç gelişme olmadığı gibi varolan hücrelerin öldüğünü görebilme süprizine hazırlıklı olun! Farklı deneysel dozlarda ise kolesterol-steroid metabolizmasının baskılanmasından dolayı hatta zaman içinde farklı (doku kültürlerinde) tümoral oluşumlar meydana gelme ihtimalini de göz ardı etmemek gerekir (16) . Gerçekte daha önce de söylediğimiz gibi kolesterol ilaçlarını röntgen ışınları gibi düşünmek gerekir, sağlıklı kişileri hastalandırablir ve kanser olabilir, sağlıklı kişilerde çünkü steroid metabolizmasını bozar, kanserli hastaları da iyileştirmek için kullanılabilir, çünkü kanserli hücrenin de steroid metabolizmasını bozar…



Çalışan bir insan metabolizmasında bu etkileri görebilmek elbette bu biraz daha uzun zaman alır, bazen hiç görünmeyebilir de, işte bütün mesele bunu kavrayabilmektir.



Peki, anladık diyelim: Kandaki kolesterol yüksekliği göreceli bir yükseklik, statinler de hücre öldürücü (sitotoksik), öyle bile olsa bu statin adı verilen ilaçlarla kandaki yükseklik nasıl azalıyor, karaciğer hücrelerine bu ilaç ne yapıyor, sadece hücre içinde kolesterol yapılmasını (sentezini) mı engelliyor, yoksa kolesterol sentezini engelleyerek, partikül yapımını da mı engelleniyor ve kolesterol değerleri düşüyor?



İşte zurnanın ‘zırt’ şeytanın ‘gör’ dediği kör nokta tam da burası….
***************************
Karaciğer kendini yenileme (rejenerasyon) yeteneği en muhteşem organlardan birisidir, bu ilerleyen bölümlerde gerekebilir, karaciğerin bu özelliğini –yani rejenerasyon yeteneğini- lütfen unutmayın. Elbette karaciğer organının sayısız ve çok önemli görevleri olduğu da unutulmamalı.
Bir de karaciğerde işin bizi ilgilendiren yönü var ki, burada da karaciğer başrolde bulunuyor. Karaciğer organımızın, kanımızda kolesterol ve farklı yağları taşıyan lipoprotein partikülleri (özellikle VLDL, LDL) açısından iki farklı yönü vardır. Partiküllerin anabolizması (yapımı=VLDL) ve katabolizması (kandan uzaklaştırılması=LDL) karaciğer organına bağlıdır…





Kısaca kanımıza verilen (yağları taşıyan) partiküllerin durumunu, bahçenizdeki bir yüzme havuzu olarak düşünün, hem havuzu dolduran (anabolizma) hem de fazla suyu havuzdan (katabolizma) boşaltan musluklar karaciğere bağlıdır. Ve kanda kolesterol düzeyiniz yükselmişse (bahçedeki havuz bir nedenle taşmışsa) iki şeyden biri olabilir: Ya anabolizma yüksektir (havuzu dolduran musluk çok açılmıştır) ya da katabolizma yoktur veya azalmıştır (havuzun fazla suyunu boşaltan musluk bir şekilde tıkanmıştır). Kanda kolesterolün yükselmemesi için (havuzun taşmaması için), partiküllerin hem yapımında (havuzu dolduran musluk), hem de yıkımında (havuzu boşaltan musluk) -katabolizmasındaki karaciğer hücrelerinizin mutlaka sağlıklı olması gerekir. Konunun daha iyi anlaşılması için yine ‘genetik kolesterol yüksekliği’ olgusuyla birlikte anlatalım.



Önceki bölümde de anlattığımız gibi genetik kolesterol yüksekliğinde, karaciğer hücrelerinde katabolik yani partikül yıkımıyla ilgili sorunlar vardır (yani havuzu boşaltan musluklar tıkandığı için havuz taşar). Öncelikle normal olarak partiküller üretilir (VLDL) ve kana verilir, kanda çeşitli yağ asitleri partiküllerden (LPL enzimleri vs) ayrılır ve partikül bazı değişikliklere uğrar LDL durumuna geçer ve LDL tekrar geriye dönmek ister, karaciğer hücresine geri dönüş için gider ve genetik kolesterol yüksekliği adını verdiğimiz olgu işte bu anda başlar!
Partiküller karaciğerdeki hatalar nedeniyle (LDL-reseptörleri, apo B-100 defektleri vs) geriye dönemez kanda birikmek zorunda kalır. Çünkü genetik kolesterol yüksekliğinde karaciğer hücrelerinin katabolik bölgesi (LDL reseptörleri veya apo B bozukluğu vs) yani partikülleri kandan geri alacak bölge bozuktur (havuzu boşaltan musluk), partikül üretimiyle ilgili bir (havuzu dolduran musluk) sorun yoktur . Partiküller üzerinde de rastlantısal zorunluluk gereği kolesterol vardır –partiküller çok olduğu için- kolesterol de yüksek görülür, bu göreceli yani üretim ve hücresel kaynaklı olmayan kolesterol yüksekliği demektir, üretim kaynaklı olmasa da, kanda partikül sayısı ve kolesterol değerleri kanda (göreceli olarak) yükselmiştir. Genellikle size sadece kolesterolün yüksek olduğunu söylerler, kolesterol ile birlikte partikül sayısının da kanda birikerek arttığını söylemezler. ‘LDL kolesterol yüksek aman kolesterole dikkat edin' derken, LDL partiküllerinin de sayısal olarak arttığını size unuttururlar. Siz sadece kolesterol yüksekliğini düşünmek zorunda kalırsınız!



Yani kanda yüksek olan kolesterol değerinizin azalması , kanda partikül sayınızın (LDL) azalmasıyla gerçekleşmek zorundadır ve bu karaciğerin söz konusu partikülleri kandan geriye almasıyla gerçekleşebilir. Kısaca genel anlamda kandaki birim alandaki partikül sayınızla, kolesterol değeriniz birlikte azalır ve birlikte yükselirler. Partiküllerden bağımsız kolesterol düşüklüğü veya kolesterol yüksekliği hiçbir zaman söz konusu değildir. Partiküllerden bağımsız bir kolesterol yüksekliği veya düşüklüğünden söz etmeye kalkanlar ya hiç biyoloji-biyokimya görmemiştir veya görmüş ama çoktan unutmuştur…



Genetik kolesterol yüksekliğinde kullanılan statinler elbette kandaki kolesterol değerini düşürüyor, burada bir tartışma yok…



Ama bu nasıl oluyor! Söz konusu ilaçların zararlarını anlamak için bu durumun, genetik kolesterol yüksekliği olan hastalarda kolesterol değerlerinin nasıl düştüğünü mutlaka kavramak gerekiyor! Çünkü kandaki kolesterol yüksekliği, üretim kaynaklı olmadığı halde bu ilaç genetik kolesterolü olan insanlarda da kullanılıyor.



Bu ilaçlar yani statinler hücre içinde o ya da bu şekilde –sonuç olarak- iki şey yapabilirler: Ya karaciğer hücrelerinin kana verdiği partikül yapımı (anabolizma) engellenecek (havuza su girişi önlenecek) ya da partikül yıkımına ait hatalar ortadan kaldırılacak (havuzu boşaltan musluklar tamir edilecek) partikül yıkımı (katabolizması) düzelecek, partiküller karaciğere geri dönecek yüksek olan kolesterol de düşmüş olacaktır. Söz konusu ilaçlarla (statinlerle) ortaya çıkan kolesterol azalmasının ortaya çıkış şartları budur, iki yol vardır ve bu yollardan sadece sadece biri doğrudur. Bu iki yolun ortasını bulmaya çalışmak (17) bize göre bilim yapmaya çalışmak değil, gözlerini gerçeğe kapamaktır. Bu iki yolun iddiaları şunlardır:



1. İddia: Bu ilaçlar (statinler) karaciğer hücrelerinin bozuk olan katabolizmasını (havuzu boşaltan musluk) düzelti, ve kanda biriken partiküller kandan karaciğere geçti ve kanda kolesterol düzeyi de düştü ve aynı zamanda hücre içinde az kolesterol yapıldığı için bu durum (?) ortaya çıktı. Bu iddiadaki mantıksal tutarsızlıklara şimdilik aldırmayın! Size çok inandırıcı görünen veriler sunarlar ve zaten mantığın bütün kurallarını kendileri parçalarlar. Bazılar karaciğerde hücre içi kolesterol yapımı azaldığı için, kandaki kolesterolün azaldığını düşünür, karaciğer hücrelerinden partikül çıkışının da (VLDL-LDL) azaldığını çünkü bu partiküllerin kolesterolü taşıdığını kabul etmezler, yani kolesterol sentezi az olsa da partiküller sağlam ve tamdır: Nasıl oluyorsa! Bazıları da partikül çıkışının değişmediğini, sadece kolesterol yapımının (?) engellendiğini iddia eder! Yani tutarsızlığın ve aymazlığın literatürlerde sonu yoktur. Oysa partikül çıkışı azalmadan kanda kolesterol düzeyi azalmaz. Bazıları da söz konusu statin ilaçlarının LDL reseptörlerini veya apo B-100 mutasyonlarını düzelttiğini , böylece karaciğer hücrelerinin katabolizma (yıkımla ilgili) hatalarını giderdiğini, statinlerin bozuk LDL reseptörlerini tekrar çalıştırdığını veya yeni LDL-reseptörleri oluşturduğunu böylece partiküllerin (LDL) karaciğere geri dönebildiği iddiasındadır. Bunu cümleyi gelecek tepkilere önlem olsun diye yazıyorum, şimdi bazıları (kraldan daha kralcılar) onlarca akademik yayını, profesörlerin adıyla birlikte bana kıllık olsun diye gönderir, açıkçası ben de bunların hiç birini ciddiye almam, çünkü o yayınların hepsini okudum. Statinlerin karaciğerdeki partikül salınımına (VLDL) olumsuz bir etkisi yokmuş, statinler LDL reseptörlerinin de çalışmasını düzeltiyormuş-yepyeni gıcır gıcır LDL reseptörleri oluşturuyormuş dersiniz. Yani bir şekilde genetik kolesterol yüksekliğinde bile, söz konusu ilaçların (statinlerin) genetik mutasyonları (?) düzenlediğini-oluşmuş bir genetik mutasyonu- gen hatalarını bu ilaçların (statinlerin) düzelttiğini iddia edersiniz. Ben bu iddia sahiplerinin (Nobel tıp ödülü de alsalar da) genetik ve mutasyon kavramını bile bilmediğinizi, kolesterol ile ilişkili genetik mutasyonların ilaçla düzelemeyeceğini, mutasyonlar ve gen bozulmalarının geri dönüşümsüz olduğunu, söz konusu aksaklığın ancak ve ancak ‘gen nakli’ ile düzelebileceğini hatırlatmak zorunda kalırım.

2. İddia: Karaciğer hücrelerinin kolesterol senteziyle birlikte partikül yapımı da (anabolizması) engellendi , kana partiküller verilemedi ve kolesterol düzeyi böylece düştü (havuza su girişi engellendi). Söz konusu statin ilaçlarının karaciğerdeki anabolizmayı bozduğunu, karaciğer hücrelerinden (VLDL) partikül salınımını engellediğini böylece partikül sayısının kanda azaldığını ve kolesterol değerlerinin de bu nedenle azaldığını söylerim. Yani statinler sadece hücre içinde kolesterol ve steroid üretimi engellemekle kalmamış, farklı bir etki olarak hücre içinde kolesterol oluşmadığı için sağlıklı partikül oluşmamış ve kana partikül girişi olmamıştır. Kana karaciğerden partikül salınımları da azaldığı (VLDL-LDL) için kolesterol değerinin düştüğünü söylerim. Çünkü bu ilaçlar bütün karaciğer hücreleri olmasa da, bir çok karaciğer hücresi ilaçlar (statinler) nedeniyle ölmüş, kana kolesterol taşıyan partiküller verilmemiş ve kolesterol değeri de düşmüştür. Karaciğerdeki organının rejenerasyon yeteneği nedeniyle bu durum klinik olarak çok fazla dikkat çekmez, fakat ilaç öncesinde ciddi karaciğer rahatsızlığı geçirenlerde bu durum daha görünür bir durumdadır. Hücre içinde artık steroid sistem tümüyle çöktüğü için, ilacı kullanan kişilerde ilginç ve anlaşılması zor yan etkiler ortaya çıkar: Depresyon, cinsel bozukluk, kanser, hafıza kaybı, katarakt, böbrek yetmezliği, karaciğer bozukluğu, miyopati bu yan etkilerin en basit olanlarıdır (18). Partikül salınımı –ölen hücreler nedeniyle- azaldığında kandaki kolesterol değeri de zorunlu olarak düşmüş gibi olur, ilaç bırakılınca kolesterol tekrar yükselir! Yani kolesterol ilacı olan statinler, karaciğer hücrelerin anabolizmasını –partikül yapımını tümüyle bozmuş, partiküller kana geçmemiş ve kolesterolünüz de bu nedenle düşmüştür.



Bazılarının çok mükemmel dedikleri bazı araştırmacılar, çok ünlü akademik yayınlar sizlere (genetik kolesterol yüksekliğinde bile) hep birinci ihtimali vermeye çalışır, ikinci ihtimalin adını bile bilmez veya bilir ama bilmezlikten gelir ve söyleyemez. Veya öyle bir sulandırılacak anlatılır ki, hücre içinde kolesterol yapımının engellendiğini, ama partiküllerde hiçbir değişim olmadığını düşünürsünüz. Onlara göre statinler, hücrelere çok da fazla zarar vermeden, hem karaciğerdeki hücre içinde kolesterol oluşumunu engellemiş, hem partikül salınımında (VLDL) hiçbir değişim olmamış, LDL-reseptörlerini düzeltmiş, hücrede statinlerden kaynaklanan kolesterol azlığı nedeniyle partikül yapısında small LDL oluşmamış, kısaca pek de anormal bir şey olmamıştır. Üstelik bazı nedenlerle (pleitropik etki vs) mucizevi bir şekilde gen nakli yapılmadan filan genetik hastalık bulunan karaciğer hücreleri düzelivermiş, karaciğer hücreleri genetik hatalarının bilincine (!) varıp artık düzgün çalışmaya adam olmaya başlamışlardır: Yani, ben ve birkaç dostum hariç, çoğu uzman öyle düşünüyor!



Statin ilaçları, karaciğer hücrelerinde anabolizmayı bozarak, karaciğer hücresinin katabolik (genetik LDL reseptör hataları, apo B-100 mutasyonları vs) sorunlarını çözecek kadar muhteşemdir bazı uzmanlara göre. Fakat ben o uzmanlardan değilim, bazılarının da dediği gibi ‘sıradan bir biyologum’ açıkçası ve biyolog olmak da hoşuma gidiyor. Karaciğer hücrelerindeki katabolik bir sorunu (LDL-reseptörleri, apo B-100 mutasyonları) anabolizmayı bozarak, elbette görünmez ve anlaşılmaz yapabilirsiniz: Ama bir biyolog olarak bana, sorun çözüldü diyemezsiniz. Siz buna tedavi deseniz de, benim gözümde bu bir tedavi değil sadece basit bir illuzyondur. Yani kolesterolün tedavisi gerçek değildir, hala bozuk reseptörler oradadır. LDL-reseptörleri gerçekten düzeliyor olsaydı belli bir süre sonra zaten ilaç kullanımı tümüyle biter, hasta gerçek anlamda tedavi olur ve sürekli ilaç kullanmak zorunda kalmaz, ilacı bıraktığında kolesterolü yükselmezdi…



Şu an lütfen aklınız bir köşesine not düşün: Özellikle genetik kolesterol yüksekliğinde, kolesterol yüksekliğine neden olan sorun, anabolik değil, katabolik bir sorundur ve kandaki kolesterol yüksekliği karaciğerdeki hücresel üretim fazlalığından kaynaklanmamıştır!



Bir hekim olarak şimdi siz düşünün ve kendiniz özgür iradenizle karar verin çünkü hekimlik bence bireysel kararı vicdanıyla hasta lehine olacak şekilde karar verebilme sanatıdır. Size gelen bir hastanızda, genetik kolesterol yüksekliği olan birinin karaciğer hücrelerinde katabolik bir sorun vardır, partiküller (LDL) bu katabolik sorun nedeniyle (LDL-reseptörleri vs) karaciğere geri dönememiş, partiküller kanda birikmiş ve kolesterol de (göreceli olarak, partikül sayısının artması nedeniyle) yüksek çıkmıştır, hücrede anabolik (yapım) olarak fazladan bir kolesterol üretimi de söz konusu değildir, karaciğer hücreleri aşırı kolesterol üretmemektededir…



Fakat bu durumu bilmeniz, güncel 'tedavi' yaklaşımı değiştirmeye yetmez!



Mevcut tedavi sistemi, size bu hastalarda, hücrelerin anabolizmasını bozmanızı, kolesterol sentezini hücre içinde engellemenizi öneriyorlarsa, siz hekim olarak ne yaparsınız?



Yani hücresel kolesterol –steroid üretimiyle hiç ilgili olmayan bir sorunu, siz hücresel steroid-kolesterol üretimini engelleyerek çözmeye çalışıyorsunuz, işte bizce yanlış olan ve birazda bizi kızdıran asıl neden budur…



Memeli canlılar ve steroid (ve kolesterol) metabolizması ve ilaçlarla (statinlerle) ortaya çıkan yan etkiler, damar sertliğinden (ateroskleroz) daha mı önemsiz dersiniz? Genetik kolesterol yüksekliği karaciğer hücrelerinin çok kolesterol üretmesiyle ortaya çıkmadı ki! Neden ben hücre içinde kolesterol sentezini (yapımını) ilaçlarla engelliyorum, sorun aslında bambaşka?



Daha da vahimi, kanda biriken ve karaciğer hataları (LDL reseptör, apo B-100 vs) nedeniyle, karaciğer hücrelerine geri dönemeyen partiküller (ve kolesterol) nedeniyle, hücre içinde steroid-kolesterol açığı da ortaya çıkar ki, bu da ilerleyen bölümlerde ele alacağız (19) , öncelikle kavranması gereken nokta kandaki kolesterol yüksekliğinin hücresel kolesterol üretiminden kaynaklanmadığı kavrayabilmek, bu anlaşılmadan hücresel kolesterol eksikliği hiç anlaşılmaz…



Bir hücrede hem anabolizma (statinlerle bozulan) hem de katabolizmanın bozulması (önceden genetik olarak bozuk olan) ne anlama gelir, siz benimle değil kendi dostlarınızla bunu tartışın bu konuyu! Hem anabolizması, hem de katabolizması bozuk bir hücre düşünün! Elbette, karaciğer hücrelerinin kendini yenileme mekanizması (rejenerasyon) nedeniyle, bu durumu tamamen klinik olarak görmek zor. Zaten ilaçlar da (doz) tüm bir karaciğer organını birden bire öldürmüyor, karaciğer hücrelerinden sadece birazını öldürüyor, karaciğer direnip kaybolan hücrelerin birazı yenileniyor, ilaçların hücre öldürücü etkisi kolesterolü birazcık düşük gösterecek kadar! Bereket karaciğerin kendini yenileme mekanizması bu durumu biraz hafifletiyor. Ama siz bu ilaç (statinler) hiç hücreleri öldürmüyor diyemezsiniz!



Karaciğer kendini bir şekilde yenileyebiliyor, ya kendini hiç yenileyemeyen hücrelere bu ilaçların etkisini hiç düşündünüz mü? İsterseniz yan etkiler üzerinde biraz daha düşünün!



Ne dersiniz?



Hipokrat olsaydı ne yapardı?





Mevlüt DURMUŞ
Uzm. Biyolog
03 Ekim 2011
www.kolesterolmasallar.blogspot.com





Kaynak ve Dipnotlar




1. http://kolesterolmasallar.blogspot.com/2011/09/kolesterol-yuksekligini-anlama-klavuzu.html


2. http://www.sabah.com.tr/Yasam/2011/09/16/kucucuk-bedeniyle-3-kisiye-can-oldu#


3. http://www.haberturk.com/saglik/haber/199644-dunyada-bir-ilk


4. http://www.haber3.com/kucuk-nermin-uc-kisiye-umut-oldu-1017966h.htm


5. Vineet Chopra et al (2009). Does Statin Use Improve Pneumonia Outcomes? CHEST November 2009 vol. 136 no. 5 1381-1388 (abst) (http://chestjournal.chestpubs.org/content/136/5/1381.abstract)


6. S. Jerwood and J. Cohen (2007).Unexpected antimicrobial effect of statins. Journal of Antimicrobial ChemotherapyVolume61, Issue2Pp. 362-364 (abst)(http://jac.oxfordjournals.org/content/61/2/362.short )



7. N Dilara Zeybek et al (2011). Rosuvastatin induces apoptosis in cultured human papillary thyroid cancer cells. Endocrinol 2011 210: 105-115 (abst) (http://joe.endocrinology-journals.org/content/210/1/105.abstract)


8. Kelvin K. W. Chan et al (2003). The Statins as Anticancer Agents. Clinical Cancer Research Vol. 9, 10-19, January 2003


9. Anindya Dutta et al (2006). Differential efficacy of 3-hydroxy-3-methylglutaryl CoA reductase inhibitors on the cell cycle of prostate cancer cells. Mol Cancer Ther September 2006 5; 2310. (http://mct.aacrjournals.org/content/5/9/2310.full)



10. http://kolesterolmasallar.blogspot.com/2008/03/dk-kolesterol-ve-kanser-ilikisi.html


11. http://kolesterolmasallar.blogspot.com/2008/06/kolesterol-drc-ilalar-kansere-hem-dert.html


12. Matthijs R. Graaf et al (2004). The Risk of Cancer in Users of Statins. Journal of Clinical Oncology, Vol 22, No 12 (June 15), 2004: pp. 2388-2394. (http://171.66.121.246/content/22/12/2388.full)


13. H. Seeger et al (2003). Statins Can Inhibit Proliferation of Human Breast Cancer Cells in Vitro. Exp Clin Endocrinol Diabetes 2003; 111(1): 47-48 DOI: 10.1055/s-2003-37501 (abst) (https://www.thieme-connect.com/ejournals/abstract/eced/doi/10.1055/s-2003-37501)


14. H. Seeger et al (2003). Statins Can Inhibit Proliferation of Human Breast Cancer Cells in Vitro. Exp Clin Endocrinol Diabetes 2003; 111(1): 47-48 DOI: 10.1055/s-2003-37501 (abst)


15. İlk statin ilacı piyasaya çıkmadan önce benzer deneyler yapılmış, ilk deneyleri yapan Japon şirketi ilacı uzun vadede güvensiz olduğu için üretmemiş daha sonra çalışmaları ve patentini başka bir Amerikalı şirkete devretmiş olabilir mi?


16. Newman, Thomas B.et al. (1996) “Carcinoma of Lipid-Lowering Drugs.” Journal of the American Medical Association. January 3, 1996-Vol 275, No.1.


17. Bir çok araştırmacı bu statinlerin hem kolesterol yapımını azalttığını hem de bozuk olan LDL-reseptörlerini düzenlediği iddiasındadır. Bu tutarsız ve mantıksız bir bilim anlayışı orta yolu bulma (ne şiş yansın ne kebab) çabasıdır. TKD sitesinde bu yayınları bulabilirsiniz.


18. Joanne Foody (2010).Cohort study: Statin use associated with increased risk of cataract, myopathy,liver dysfunction and acute renal failure with varying numbers needed to harm. EvidBased Med 2010;15:187-188 doi:10.1136/ebm1103. http://ebm.bmj.com/content/15/6/187.full


19. http://beslenmebulteni.com/bes/index.php?option=com_content&view=article&id=1605:huecre-ici-kolesteroluenuezuen-eksik-olabileceini-hic-dueuenduenuez-mue-&catid=78:kolesterol&Itemid=445



1 Eylül 2011 Perşembe

Kolesterol yüksekliğini anlama kılavuzu (1. Bölüm)













Gerçekler daha ne kadar gizlenebilir?

Çünkü karaciğerde fazla kolesterol üretimi yoksa

kandaki kolesterol yüksekliği üretimden kaynaklanmayan

partikül birikimine bağlı göreceli bir yükseklikse, ilaç kullanmak ve

karaciğerin kolesterol-steroid üretimini engellemek akla ve mantığa ihanettir.




Günümüz tıp bilimlerinde de kanda kolesterol yüksekliği bulgusu bize göre gerçekte asla anlaşılmamış, bu yüzden kolesterol konusuna yaklaşımda sürekli hatalar yapılmıştır. Çünkü yapılan akademik çalışmalar tek yönlü verilmekte, karşıt görüşler ortaya çıksa da çeşitli şekillerde insanlara duyurulmamakta, kapitalizm ve bireysel çıkarlar bilimin ışığını söndüremese de, geçici bir süre gerçekleri gizleyebilmektedir.


Sizlere söylenen şudur: Kolesterol sorunu kalp krizi yapar, bu bilimsel gerçektir. Kolesterol konusu tartışmaya açık değildir binlerce üniversite, on binlerce akademik yayın, yüz binlerce profesöre göre her şey apaçıktır. Kolesterol konusunda bütün sorunlar günümüzde statinlerle (kolesterol düşüren ilaçlarla) çözülmektedir.

Acaba söyledikleri gibi mi?


Kolesterol yüksekliği sorunu gerçekten çözüldü mü?




************************
Ciddi bir problemi çözmenin ilk gerçekçi yolu problemi ve sorunu bütün yönleri ile anlamaktan geçer. Çünkü anlaşılmayan bir problem, siz ne yaparsanız yapın –çözüldü, bitti deseniz de-, asla çözülmüş sayılmaz.


Bazıları ‘kolesterol yüksekliği ve hastalık ilişkisi bilimsel gerçek’ deyiminin arkasına saklansa da, anlatılan ve gösterilen kolesterol konusu günümüzdeki kolesterol gerçeğini tümüyle yansıtmaz ve eksiktir. Konu anlaşılmadığı içinde yanılgıya düşmek ve hata yapmak kaçınılmazdır. Kolesterol konusunda öncelikli olarak kolesterol kötüdür düşüncesini taşıyanlara bazı paradoksları verelim:


1. Ölüm oranları (mortalite), kolesterol yüksekliği ve yaş dikkate alındığında (1) kolesterolü yüksek olanlar daha şanslıdır, ölüm oranları-kolesterol düzeyleri konusunda hep yanılgıya düşersiniz(2). Yani kolesterol ilacı almakla, kan kolesterolü düşürmekle ömrünüz uzamaz… Yani ‘kolesterol ilacı kullandınız, kolesterolünüz düştü ömrünüz uzadı’ gibi bir yalana artık sizde kanmayın(3).



2. Sağda solda kolesterol yüksekliği ve kalp krizi yapar nutukları atıp kendinizi bireysel olarak nutuklarınızla tatmin ederken, en az %50 bazılarına göre % 75 olan normal kolesterol düzeylerindeki kalp krizi vakalarını görmezden, duymazdan ve hatta hiç söylemezden (?) gelirsiniz(4). Ve normal kolesterol düzeylerinde kalp krizi-kolesterol ilişkisini kuramaz, kendinizce başkaca ve daha zor anlaşılır ‘multi’ nedenler bulur, kendi kendinizi kolesterol konusunda sahtekâr durumuna düşürürsünüz. Kısaca yüksek değil, kolesterolü normal ya da düşük olanlar (daha fazla) kalp krizi geçirmektedir, (ben değil) istatistikler böyle söylüyor! İstenirse şeytanın avukatlığına soyunur, bu bulguyu farklı değerlendirebiliriz. Yani konu kalp krizi ve kardiyoloji ise, kolesterol yüksek olanlar değil,kolesterolü normal olanlar daha büyük risk altında da diyebiliriz! Sizi kolesterol ile korkutmaya çalışan bir doktara sorulacak en gıcık ve acımasız sorulardan biri şudur: “Yani kolesterolü normal olanlar daha çok kalp krizi geçirirmiş değil mi?” dediğinizde, kardiyoloji servisine gidip kalp krizi geçiren hastaların kolesterol değerlerine bakmaya utanacaktır…



3. Hayırlı, iyi, manken gibi, fıstık ve sizlerin 90–60–90 ölçülerinde değerlendirdiğiniz, yüksekliğinin kalp hastalıklarından koruyucu olduğunu söylediğiniz HDL kolesterol yüksekliğinin, aslında hiç de düşündüğünüz gibi olmadığını gösteren (ACCORD vb) araştırmalar ortaya çıkmaya başlayınca neden bu araştırmaların birdenbire durdurulduğu üzerine kafa hiç yormazsınız(5). Ve böylece iyi dediğimiz HDL kolesterol yüksekliğinin şeker hastalığı ve statin ilaçlarıyla ilişkili bağlantıyı küçümsemek zorunda kalır (6), bu durumu ‘ama’ ve ‘fakat’larınızın yanı sıra ‘göreceli risk, mutlak risk’ gibi insanlarca zor anlaşılan kavramlar ve laf cambazlığı ile geçiştirmeye çalışırsınız.



4. Kolesterol molekülünün iyisi kötüsü olmaz, kolesterol molekülü tek bir moleküldür ve evrensel yapısı uzun zamandan bu yana bellidir. İyi veya kötü deyimleri kolesterol molekülüne göre değil, kolesterolün bağlandığı diğer bileşenlerle (apolipoproteinler, yağ asitleri vs) ve kolesterolün yapıldığı organlarla ilgili bir kavramdır. Doktor dostlarımıza bir biyolog olarak anlatamadığımız şudur: Kolesterol molekülüne başka bir molekül ya da moleküller bağlandığında artık o çok farklı bir bileşen olur, ve ortaya çıkan bileşen sadece kolesterol ile değerlendirilemez. Yani suyun içinde, su molekülünün yapısında hidrojen ve oksijen olarak iki farklı bileşen vardır. Suyu sadece hidrojen ya da oksijen moleküllerinden biriyle tanımlayamazsınız! Kandaki iyi ve kötü dedikleri kolesterolün durumu da suyu hidrojen ya da oksijen molekülü ile tanımlamaya benzer, bazı farklı partiküllere bağlı kolesterol molekülleri vardır, fakat bu partikülleri sadece kolesterol üzerinden değerlendirmek tümüyle yanlıştır. Ancak mecbursanız kanda iyi yada kötü partikül tanımlaması yapabilirsiniz, kolesterol tanımlaması değil çünkü kanda partiküller üzerindeki kolesterol miktarı ölçülmektedir! Tek başına, partiküllerden (LDL, HDL vs) bağımsız bir tek kolesterol molekülü dahi kanda dolaşamaz, kanda kolesterol molekülleri tek başına dolaşır diyebilen konuyu hiç bilmiyordur.


5. Bir yandan insanlara sürekli ‘yüksek kolesterol damarları tıkar’ nutukları atarken, aslında damarlarda kolesterolden çok daha fazla kalsiyum birikimi olduğunu (7), damarlarda kalsiyum birikiminin evrensel bir risk olduğunu fakat bunun kandaki kalsiyum veya kalsiyum içeren besinlerle ilişkili olmadığını söylemeyi hep unutmak zorunda kalarak kendi zekânızı kendiniz küçümsemek durumunda kalırsınız (8). Kısaca damarlarınızı tıkayan bir aterom plağının yapısı büyükten küçüğe şu şekildedir: % 50 kalsiyum, % 45 makrofaj ve hücre kalıntıları, % 3 kolesterol, % 2 diğerfarklı bileşenlerdir. Bu tabloya göre kolesterolün damarlarınızı tıkaması imkânsızdır, bu tabloya göre ilk sırada kalsiyum olmalıdır…


6. Karaciğerdeki bir hata veya hatalar nedeniyle (LDLreseptör bozukluğu, apo B bozukluğu vs) ve kanda artan LDL partikülleri nedeniyle yükselen kolesterol değerini düşürmek için, genetik kolesterol yüksekliğinin tek çözümünün ilaç kullanmak (statin) olduğunu düşünmek zorunda kalır ve karaciğer nakli ile de bu hastaların bir daha geri dönmemek üzere iyileştiğini görmezden gelirsiniz. Çünkü genetik kolesterol başta olmak üzere, bütün genetik hastalıklar en az bir hücre, doku ve organla ilişkili olmak durumundadır. Şayet hastalığın ilişkili olduğu organ biliniyorsa, organ değişimiyle genetik hastalıkta son bulur! Yani genetik, ailesel kolesterol yüksekliğinden kurtulmanın yolu, ilaç kullanımından değil karaciğer naklinden geçer, özellikle bebek ve çocuklarda mutlaka denenmeli ve karaciğer nakli yapılmalıdır. Karaciğer nakli ile sağlıklı karaciğer ile kanda kolesterol ve partikül birikimi olmayacağı için kolesterol değerleri de düşer… Genetik kolesterol yüksekliği aşırı kolesterol üretimi değil, kanda aşırı partikül birikimi olayıdır. Aşırı partikül birikimi nedeniyle rastlantısal zorunluluk gereği kolesterol de kanda yüksek çıkar, fakat bu yükseklik hücresel üretimle ilişkili değildir. Genetik kolesterol yüksekliği, sonradan ortaya çıkan kolesterol yüksekliğinin nedenini de açıklamaktadır fakat sadece anlayana ve aklını kullanmasını bilenlere (9)…


7. Kötü dediğimiz LDL kolesterol ile ilgili paradokslarortaya çıkınca, small LDL, small LDL ile paradokslar ortaya çıkınca ultra small LDL üzerinde kafa yorarsınız (10). Fakat İngilizce “small LDL cholesterol’ kelimelerinden ‘small’ kelimesini profluk unvanı gibi kendi kişiliğinizle bir bütün gibi algıladığınız, small kelimesinin üzerinde durmadığınız için, ‘küçük’ düşünmeye başlarsınız ve LDL partiküllerinin neden gittikçe ‘küçükleştiğini’, partikülde hangi moleküllerin eksik olduğunu değil, partikülde eksiklik olabileceğini bile kavrayamazsınız. Dahası bu LDL partiküllerindeki söz konusu küçülmelerin neye yol açtığını biliyor görünseniz de aslında sonuçta sizin mantıksal olarak bağladığınız noktada hiçbir şey bilmiyorsunuzdur! ‘Karmaşık bir cümle oldu’ dediğinizi duyar gibiyim. Açıklamama izin verin: Küçülen partiküller karaciğere geri dönemez, kanda birikir ve zorunlu bir partikül (LDL) yoğunluğu oluşur; kandaki söz konusu partiküllerdeki kolesterol ölçüldüğünde ise ‘siz kolesterolü çok yüksek’ bulursunuz. Kanda biriken partiküller (LDL) nedeniyle kolesterolün yüksek çıkması aslında mantıksal olarak beklenen sonuçlar arasındadır ve bu sonuç partikül artışına göre normaldir fakat nihai sonuçta siz ‘karaciğer fazla kolesterol yapıyor, üretiyor’ gibi kendi uydurduğunuz bir sonuca ulaşmak mantıksızlığın en üst zirvesidir, gerçekliği sıfır olan bir yalana gönül bağlamak bütün var olan mantıksal kurguyu berbat eder. Sapla- saman karmıştırılmıştır. Çünkü bu tabloda yani kanda biriken partiküller nedeniyle kanda kolesterolün yüksek olmasıyla, karaciğer hücrelerin fazla kolesterol üretimi aynı şey değildir! İşte konusunda uzman olduğunu düşünen birçok akademisyenin yanılgısı budur. Anlaşılmayan (özellikle genetik kolesterol yüksekliğinde) kandaki kolesterolün üretim fazlalığı nedeniyle değil, birikim nedeniyle yükseldiğidir. Yani anlayacağınız kolesterol yüksekliğinin gerekçesi kandaki partikül çokluğuna bağlı kolesterol birikimidir, karaciğerin fazla kolesterol yapması söz konusu bile değildir. Burada araştırmacılar tarafından bir kapitalizm saçmalığına da imza atılır: Karaciğer hücreleri fazla kolesterol üretmesin, kanda kolesterol yükselmesin diye insanlara tonlarca statin adı verilen ilaç yutturulur, ilaç hücre içinde kolesterol yapımını engeller çeşitli yan etkiler ortaya çıkar (11) ve karaciğer yetmezliği, katarak, böbrek yetmezliği, cinsel fonksiyon bozukluğu gibi onlarca yan etkileri görmezden gelirsiniz. Çünkü söz konusu statinler fungi adını verdiğimiz mikotik canlıların (mantarların), diğer canlılar için geliştirdiği bir savunma molekülüdür, çabuk ve hızlı hücre öldürür. Söz konusu statin adı verilen moleküller bakterilerde (12) dahil her türlü hücreyi öldürme özelliğine sahiptir, canlılardaki kolesterol dahil bütün steroid sistemi yok ederek yapar bu işi. Memeli canlılarda görülen, kandaki gördüğünüz ‘yüksek kolesterol’ üretim kaynaklı değidir yani kandaki yükseklik hücresel molekül üretimiyle ilişkili bir kolesterol yüksekliği değildir ve statin ilaçları bu nedenle göründüğünden çok daha fazla zararlıdır ve hücre için öldürücüdür. Kısaca karaciğer hücrelerinde üretim kaynaklı bir kolesterol yüksekliği olsaydı, bizim ilaçları (statinleri) eleştirmemiz elbette biraz daha insaflı olabilirdi… Fakat kandaki kolesterol yüksekliği, hücresel üretimle değil kandaki partikül birikimiyle ilişkili; bu nedenle eleştirilerimiz kızgın, acımasız ve keskin olmak zorunda, bunun aksini düşünenler lütfen kendi mantıklarını yeniden gözden geçirsinler ve genetik kolesterol yüksekliği adını verdikleri olguyu yeniden incelesinler: Kolesterol fazla üretim nedeniyle mi artıyor, yoksa partikül birikimleri nedeniyle mi yüksek görünüyor? Bu soruya vereceğiniz cevap konuya bakışınızı etkilemelidir...



İlaç şirketleri ve statinseverler…


Ve hala kendilerine göre çok ciddi, gerçekçi ve hüzünlü bulduğu ‘bir kolesterol türküsü’ söyleyerek yolunuza devam etmeye çalışıyorlar…



Oysa söyledikleri ‘kolesterol türküsü' ciddiyetten ve bilimsel mantıktan çok ama çok uzak...


Kolesterol konusunda şu andaki mantık tek kelimeyle açıklanabilir: Mantıksızlık….


Sizi imkansız ama eğlenceli bir türkünün gerçekliğine inandırmaya çalışır gibi çırpınır dururlar:


“—Manda yuva yapmış söğüt dalına, yavrusunu sinek kapmış, gördün mü?”



— !!!!...









Birinci bölümün sonu (Devam edecek)………..






Mevlüt DURMUŞ


Uzm. Biyolog
01 Eylül 2011







Kaynaklar
1. Dr. John Briffa (2011). TheStatin Stretch: Shifting the Scientific Goalposts (News). http://www.healthiertalk.com/statin-stretch-shifting-scientific-goalposts-4524




2. Ray KK, et al. (2010) Statins and all-causemortality in high-risk primary prevention: a meta-analysis of 11 randomizedcontrolled trials involving 65 229 participants. Arch Intern Med.2010;170(12):1024-1031



3. Chodick G, et al (2010)Statins and all-cause mortality in high-risk primary prevention: a second lookat the results. Arch Intern Med. 2010;170(22):2041-2



4. Statins: They stilldon't work. (News). http://www.healthiertalk.com/statins-they-still-dont-work-3257



5. The ACCORD StudyGroup(2010). Effects of Combination Lipid Therapy in Type 2 Diabetes Mellitus.N Engl J Med. Published at www.nejm.org March 14, 2010(10.1056/NEJMoa1001282)http://content.nejm.org/cgi/content/full/NEJMoa1001282





6. Naveed Sattar et al.(2010). Statins and risk of incident diabetes: a collaborative meta-analysis ofrandomised statin trials. The Lancet, Volume 375, Issue 9716, Pages 735 - 742,27 February 2010 (ABST)







7. http://www.iyilikguzellik.com/artikel.php?artikel_id=141







9. Mevlüt Durmuş (2009). Kolesterolve Akıl Oyunları. Hayy Kitap. İstanbul.



10. Naila Rabbani et al(2011). Glycation of LDL by Methylglyoxal Increases Arterial Atherogenicity APossible Contributor to Increased Risk of Cardiovascular Disease in Diabetes.Published online before print May 26, 2011, doi: 10.2337/db11-0085 Diabetes May26, 2011(http://diabetes.diabetesjournals.org/content/early/2011/05/18/db11-0085.abstract)



11. Joanne Foody (2010).Cohort study: Statin use associated with increased risk of cataract, myopathy,liver dysfunction and acute renal failure with varying numbers needed to harm. EvidBased Med 2010;15:187-188 doi:10.1136/ebm1103. http://ebm.bmj.com/content/15/6/187.full





12. Statins could help to fight infections http://www.telegraph.co.uk/health/healthnews/8728939/Statins-could-help-to-fight-infections.html)