1 Haziran 2008 Pazar

YÜKSEK KOLESTEROL VE GENETİK ÜZERİNDEKİ ŞÜPHELER (2.BÖLÜM)


YÜKSEK KOLESTEROL VE GENETİK ÜZERİNDEKİ ŞÜPHELER (2.BÖLÜM)

Geçen yıl aramızdan ayrılan

Değerli bilim adamı

Dr. Hugo Wolfgang Moser'ın

anısına...











Yedi yeni kolesterol geni bulundu yazıyordu 15 Ocak 2008 tarihli gazetelerde.

MICHIGAN Tıp Fakültesi Kamu Sağlığı Bölümü’nün yürüttüğü uluslararası bir araştırmada, kandaki kolesterol seviyesini belirleyen yedi yeni gen tespit edildi. Araştırmacılar, daha önce kolesterol oluşumunda etkili olduğu sanılan 11 genin mevcudiyetini de doğruladı. Araştırmada 20 bin kişinin kanlarındaki kolesterol seviyeleri dikkate alınarak, genlerin kolesterol üzerindeki etkisi deşifre edilmeye çalışıldı. Araştırmayı yürütenlerden Doç. Dr. Goncalo Abecasis, yeni bulgular ışığında HDL (iyi kolesterol) ve LDL (kötü kolesterol) ile ilgili bilinenlerin gözden geçirilmesi gerektiğini söyledi. Doç. Dr. Abecacis, "Kötü kolesterol seviyesini yükselten gen varyantlarının kalp hastalığı riskini artırdığını belirlerken, iyi kolesterol seviyesini etkileyen varyantların koroner arteri hastalıklarını azalttığına dair bir bulguya ulaşamadık. Muhtemelen iyi kolesterol ile kötü kolesterolün kalp hastalıklarındaki rolünü yeniden gözden geçirmemiz gerekecek" dedi. Araştırma sonuçları, Nature Genetics dergisinin internet sitesinde yer alıyor.


Düşünün bir kez, şu ana kadar tespit edilen ve kolesterol ile ilişkili olduğu varsayılan genlerin % 99' tek parametrede kolesterolün yüksekliğine neden gösteriliyor!...

Yani şu ana kadar genetik mutasyonlar hariç en az 18 gen yüksek kolesterolün sebebi olarak ortaya çıkıyordu. Mutasyonlar hariç diyoruz çünkü bir gende, oluşan protein büyüklüğüne bağlı olarak binlerce mutasyon oluşabilir...


‘Oluşmuş her hangi bir genetik hata, yada genetik mutasyon, her hangi bir şekilde örneğin beslenme ile geriye döner mi?’ sorusu bir genetik uzmanına sorulacak en aptalca ve saçma sorular arasında yer alsa da, genetik uzmanı sizi kırmamak için, büyük bir sabırla ‘bu çok zor, katrilyonda bir ihtimal ama imkansız diyemem’ cevabını sizlere verecektir. Çünkü teorik olarak mutasyonlar her zaman ileriye doğru ilerler ve geriye dönüşüm pek mümkün değildir.

Genetik olduğu düşünülen hastalıkları ve mutasyonları yine genler ve genetik mekanizma üzerinden düzenlemeye çalışmaları henüz daha emekleme aşamasında sayılır. Gen terapisi adı verilen bu yöntem, hastalıklı gen yerine sağlıklı geni yerleştirme düşüncesine dayanır. İlk gen terapisi adenozin deaminaz enzimi (ADA) olarak kayda geçmiştir. Fakat söz konusu adenozin deaminaz enziminin gen transferi için seçilmiş olmasının temel nedeni, hastalığın tek bir gene bağlı olarak tek bir enzim sentezliyor olmasıdır. Günümüzde gen terapisi bir çok hastalık için umut verici görünse de sonuçları görebilmek oldukça zaman alacağa benzemektedir.

Peki genetik eksiklikler ve çeşitli mutasyonlara bağlı çeşitli hastalıklara, gen tedavisi dışında, başka yöntemlerle tedavi uygulanabilir edilebilir mi?...İşte bir genetik uzmanının, bu soruya oldukça dikkatli yaklaşması, hemen ‘hayır’ cevabı vermemesi gerekmektedir. Çünkü gözden kaçsa da başka yöntemler zaten vardı!....

İnsülin hormonu üreten genleri başarabiliyorsanız, gen terapisi yoluyla şeker hastalarına (tip1) vermek, insülinin bu yolla yeniden salgılanmasını sağlamak elbette çok güzel bir yöntemdir ve şeker hastalarını son derece rahatlatacaktır.

Fakat tek yöntem budur mutlaka böyle olacak diyemeyiz. Genetik mekanizmaya ait söz konusu genin ya da genlerin, son aşamada ortaya çıkaracağı biyokimyasal organizma ürününü[1] biliyorsanız ve söz konusu biyokimyasal ürünün işleyişini kavramışsanız dışarıda sentezlenmiş bu ürünü hastaya doğrudan vererek hastanın yaşam kalitesini arttırabilirsiniz[2]. Burada tedavi amaçlı kullanılan insulin aslında, şeker metabolizmasına ait genlerin sentezlemek sorunda olduğu (katabolik yönlü) son ürünü temsil etmektedir.

Geçen yıl aramızdan ayrılan değerli bilim adamı Dr. Hugo Wolfgang Moser’i de unutmadan burada saygıyla anmamız gerekiyor, bütün hayatını çocuklardaki genetik hastalıklara özellikle Adrenolökodistrofi (ALD) konusuna adamıştı. Yaşadığı sürece son ana kadar çocuklardaki genetik hastalıklarla ilgilendi. Doğumdan sonra bütün çocukların ALD testlerinin yaptırılabilmesi için çok çalıştı. Çünkü çocuklarda ortaya çıkan ölümcül genetik hastalık olan ALD erken tanıda, gen transferine gerek kalmadan sıra dışı sayılabilecek bazı besinsel faktörlerle kontrol altına alınabiliyordu[3].

Yöntem ve tedavi tümüyle sıradışıydı..Çünkü bu genetik hastalığın tedavisi bir çocuğun anne-babası tarafından bulunmuştu. Detaylara şimdilik fazlaca girmeden ALD genetik hastalığının o zamanlar kullanılan kandaki semptomlarından (belirtilerinden) konumuzla ilgili olana geçelim. Önceleri bu hastalığın belirtisi olarak kanda tek parametrede trigliserit (3 yağ asidi+gliserol) düzeyi yüksek bulunuyordu ve doktorlar söz konusu belirtiyle de ugraşıyorlardı. Doğal olarak hekimler söz konusu kan trigliserit düzeyinin artmasını istemiyor ve bütün yağlı yiyecekleri bu tip hastalarına yasaklıyorlardı (?). Ve aslında burada bilmeden büyük bir hata yapıyorlardı. Çünkü o zamanlarda olduğu gibi bu gün de kanda tek parametrede yüksekliği risk olarak kabul edilen trigliserit düzeyi, yağlı besinleri yiyeceklerimizden, soframızdan uzaklaştırılması gerektiğini göstermiyordu!...

Lorenzo’nun anne ve babasının sıra dışı tedavi yöntemi ise burada devrede giriyordu. Kanda tek parametrede trigliserit düzeyi yüksek olmasına rağmen Lozenzo’un hastalığını 4 birim oleic ve 1 birim erucic asit karışımıyla öldürücü bir genetik hastalığı (ALD) durdurmayı başarmışlardı. (Bunu da lütfen ikinci not olarak kaydedin: kandaki trigliserit yüksekliği farklı trigliseritlerle yani yağ asitleriyle düşüyor!)

Genetik bir hastalık (ALD) karşısında kazanılan bu ilginç ve şaşırtıcı zafer, özellikle kolesterol konusunda bize olarak neyi gösterebilir? İşte can alıcı, bazılarına göre can sıkıcı bilimsel soru ve sorunlar da burada başlıyor!...Özellikle kardiyoloji alanına sıkıştırılmaya çalışılan tek parametrede kolesterol yüksekliği, trigliserit yüksekliği gibi konularda ALD hastalığı bize neler gösterdi hiç düşündünüz mü?

Aslında çok şey gösterdi ama bazıları hala, bazı şeyleri görmemek için kafalarını kuma gömmeye devam ediyorlar. Bir çok hastalıkta özelikle sıvı yağları kısıtlamanın hiç bir anlamı yoktur. Hastalık türüne göre sadece hangi yağ asitleri olabileceği konusunda biraz kafa yormak gerekiyor. Çünkü çeşitli hastalık türlerine göre alınması gereken yağ asitleri farklılaşabilir!...

Bugün kanda tek parametrede trigliserit yüksekliğini balık yağı ile çok iyi bir şekilde düşürmemizle, ALD hastalığı arasında aslında çok basit kurulması gereken bağlantılar vardı fakat bazı anlayamadığım nedenlerle bunu yaklaşık 20 yıl geciktirdiler…Özetle kanda yüksek olan trigliserit değeri sizin, değişik doku ve organlarınızda, değişik metabolizma olaylarında kullanılmak üzere yağ asitlerine ihtiyacınız olduğunu gösteriyor…Yani kanda trigliserit düzeyiniz çeşitli genetik nedenlerle dahi yükselmiş olsa da (apo C2 eksikliği, apo C3 fazlalılığı, LPL bozuklukları vs) sonuç değişmiyor…Yani kandaki trigliserit yüksekliğini, farklı trigliseritler (yağ asitleri) alarak düşürmeniz mümkün… Bu nedenle ben ve Prof. Dr Ahmet Aydın' başta olmak üzere bazı dostlarım yıllardır 'fındık, fıstık, ceviz, kabak çekirdeği, yumurta, et, tereyağı tüketmekte hiç bir sakınca yok' diyorduk. Tam tersine söz konusu besinleri mutlaka alın, faydalı demiş olsak ta, ne söylemeye çalıştığımızı bile anlamak istemeyen tutucu, klasik araştırmacılarla ugraşıp durduk, boşuna zaman kaybettik!...Yıllarca söz konusu yiyecekler, damar sertliği ve kalp krizi bahane edilerek kardiyologlarca[4] hastalara yasaklanıp durdu!...

Şimdi gelelim kolesterole, yoksa steroidlere mi demem gerekiyor?! Şayet kanda partikül halindeki bir karışımın (lipoproteinin) tek parametredeki yüksekliği, bana ters orantıda ihtiyaç duyulan bir molekül grubunu işaret ediyorsa, kolesterol yerine steroidler yaklaşımı genetik temeller üzerinde konuşuyorsak daha yerinde olacaktır. Çünkü kolesterol nihayetinde, genlerin dünyasındaki pencereden bakıldığında bir steroid molekül birimidir. Bütün steroidler kolesterolden elde edilmesine rağmen, genetik açıdan steroidler kolesterol molekülü ile sonlanmıyor!...Lipoprotein metabolizmasında yüzlerce gen[5] var. Bunun 150 kadarı sadece steroidlerle ilgili genler! Yani yaklaşık 150 kadar geniniz (bu en az 150 enzim demek) bir molekül (kolesterol) steroid ve steroid türevi elde edebilmek, metabolizma olaylarında kullanmak için şu anda arılar gibi çalışmak zorunda…

Steroidler deyince aklıma, bitkisel steroidler geldi. Biliyor musunuz bitkisel steroidler kandaki kolesterol düzeyini inanılmaz derecede düşürüyormuş, hatta ailesel genetik kolesterol yüksekliklerinde[6] yani, apo B-100 ve LDL-reseptörleri genetik olarak mutasyona uğramış hastalarda bile son derece etkili olduğu görülmüş!..Ailesel kolesterol yüksekliği olan çocuklarda[7] bile etkili oldukça güzel sonuçlar elde edilmiş… Bu arada yazmayı unutmadan, apo B-100 geniyle ilgili en az 5, LDL reseptörleriyle ilgili en az 1000 mutasyon bilimsel kaynaklara geçmiş durumda…

Genetik olarak ailesel hiperkolesterolemi teşhisi koyulan bir insanın, genlerinde bazı değişimler, yani mutasyonlar kalıcı, geri dönüşümsüz demektir!...Yani söz konusu kolesterol ile ilgili genetik mutasyonları ve defektleri kolay kolay düzeltmemiz teoride asla mümkün değil …

Biliyorum çok bilgili uzmanlarımızdan bazıları çıkıp, bitkisel steroidlerin emilim hızı yüksek olduğu için, kolesterolle yarıştığını bu nedenle kolesterolün bağırsaklardan az emildiğini filan söyleyecek!...Elbette olabilir!. Fakat bu açıklama yeterli mi? Bence hayır!...

Fakat yine de meraktan çıldırıyorum, örneğin ailesel hiperkolesterolemi yani genetik LDL reseptörleri bozuk, ya da apo B-100 defekti teshisi konmuş bireylerde bitkisel steroid verilmesinin ve kolesterol düzeyinin düşmesi sonrasında genlerinde, bir değişim oluyor mu? Bu konuda yayın bulamadım veya ulaşamadım. Çünkü bu tip hastalarda tek parametrede kolesterol düzeyi mutlaka düşüyor! Yani yüksek kolesterol ile ilişkilendirilmiş mutasyon bir şekilde etkisiz kalıyor!...

Son derece önemli ve anahtar bir soru: Şayet çeşitli bitkisel steroid tedavisiyle düşürülen tek parametrelik kolesterol düzeylerinde, apo B-100 ve LDL reseptör hataları, mutasyonlar düzelmiyorsa söz konusu kandaki tek parametredeki düşüklükler nasıl ortaya çıkıyor?

Mutasyonların öyle ‘şıp’ diye düzelmesi mümkün değil demiştik, hiçbir uzman bunu iddia edemez, tek parametrede kan kolesterol düzeyi, yüksekken bitkisel steroidlerle nasıl normal hale geliyor?...

Tek parametrede kanda kolesterol diye bir molekül olmamasına (lipoproteinler olmasına) karşın, tek parametrede kolesterol yüksekliğine neden gösterilen genler ve gen mutasyonları sayısında öylesine artış var ki, bazen literatürlere dahi yetişmekte zorlanırsınız!.. Ve her kolesterol yüksekliğinde genetik bir şeyler mutlaka vardır!..

Hatta bazı uzmanlar bazı kolesterol yüksekliğine sebep olduğunu düşündükleri bazı genlerin[8] (LXR target gene) tıpkı lorenzonun yağı konusunda (ALD) olduğu gibi, bitkisel steroidlerin aşırı kolesterol sentezinden birinci derece sorumlu tuttukları, bazı genlerin (LXR-target gene) inaktif hale geçebildiğini bile düşünüyorlar. Elbette bu da bilimin olabilirlik sınırları içindedir. Fakat bu genlerin neden ve nasıl inaktif hale geldiği konusu üzerinde, düşünülmesi gerektiği halde, çoğu uzman bunun üzerinde hiç düşünmüyor! Çünkü organizmada genlerin geçici de olsa anabolik yani yapım faaliyetlerini, besinsel faaliyetlere bağlı olarak durdurmasının tek bir nedeni vardır: Organizma veya hücrelerdeki o anki metabolik ihtiyacının giderilmesi, başka türlü genlerin ve gen ürünlerinin sentezinin durması hücresel açıdan mümkün değildir…

Demek ki, daha önce de açıklamaya çalıştığımız gibi steroid metabolizması ve kolesterol metabolizması birbirinden, en azından genetik temellerde ayrılamaz!

Kolesterol sentezlemekle görevli bir gen, bitkisel steroid alındığında neden ve nasıl inaktif hale gelir ki, buna ne gerek var?

Bitkisel steroidleri alınca, genlerdeki steroid sentezi (kolesterol sentezi) neden duruyor?

Bütün bu bulgular da gerçekte hücrenin sahip olduğu steroidleri kullanma ve hücresel steroid sentezinde çok ekonomik davrandığını dolaylı da olsa, net bir şekilde bizlere bütün steroid yapıların önemli olduğunu gösterir. Kardiyoloji bilimi şu an kabul etmese de; dış kaynaklı aldığımız steroidler (ve kolesterol) organizma tarafından hücrelerce yapılan-sentezlenen steroidlerin yapım hızını mutlaka düşürür..

Sadece bitkisel steroidlerin alımında çok önemli bir fark vardır. Bitkilerden alınan steroidler, mutlaka hayvansal hücre steroidlerine göre yapılandırılmalı ve yeniden düzenlenmelidir. Hayvansal organizmaya ait hücreler, bitkisel steroidleri kendi yapısına uygun olarak değiştirip kullanmakla gerçekten son derece kararlı davranırlar. Organizma sahip olduğu bütün steroidleri mümkün olduğunca ekonomik kullanmak zorundadır. Öyle ya dışardan besin yoluyla bir steroid molekül elde etmişsem, onlarca-yüzlerce geni neden aktif halde tutup, neden steroid ve kolesterol sentezlemeye çalışayım ki! Hazır olan bitkisel steroidi alır değiştirir ve organizmaya uygun hale getirir, organizma yararına kullanırım!…

Dışardan alınan her hangi bir besinle elde edilmiş çeşitli bitkisel steroidler varken, hücrenin bir sürü genleri aktive ederek yeniden steroid moleküller üretmesi ekonomik ve hücre dinamikleri açısından zaten kazançlı olmazdı. Hücre açısından düşündüğümüzde hazır bir steroidi birkaç küçük değişiklikle istediğim moleküle çevirmek hücre dinamikleri açısından elbette daha ekonomik olacaktır, daha az hücresel enerji (ATP) harcanacaktır.

Burada kafaları karıştıracak bir soru daha var: İyi güzel de insan kendi kendine sormaz mı, alınan bu bitkisel steroidleri hayvansal hücreler ve organizma ne yapıyor, hangi moleküle dönüşüyor, bitkisel steroidleri hayvansal hücrelerde nerede, nasıl kullanıyor[9] diye?

Söz konusu bitkisel steroller, hayvansal organizma tarafından alınıp hücrelere ulaştıktan sonra söz konusu bitkisel steroidleri, bitki hücresinin kullandığı gibi değerlendirmiyoruzdur değil mi, çünkü bizim hücre organizasyonumuz oldukça farklı?

Bitkisel steroidlerin, hayvansal organizmada mutlaka bir şekilde moleküler dönüşüm geçirmesi ve hayvansal organizma yapısına uygun hale getirilmesi gerekir. Çünkü bitki steroidleriyle, insan steroidlerinin kullanım alanlarında bazı temel farklılıklar göstermesi biyolojik olarak kaçınılamaz bir gerçektir. Bitkilerin sentezlediği steroid/sterol türevlerini hayvansal dokular, hücreler nasıl ve hangi metabolik yollardan geçirerek kullanılır hale getirebiliyor? Kendisi için gerekli ve uygun hayvansal steroidlere dönüştürülen bitkisel steroidler, hangi metabolizma yollarında kullanıyor dersiniz?!

Her ne kadar ‘yok böyle bir şey’ demek için şu an bazı araştırmacıların, doktorların, uzmanların yerinden zıplamak istediğini düşünsem de söz konusu dostlarımdan biraz sabırlı olmalarını rica edeceğim. Lütfen beni ve düşüncelerimi yargılamadan önce genetik[10] bir hastalık olan sitosterolemia (kanda bitkisel steroid yüksekliği)’ yı [11] göz önüne alarak yeniden karar vermeyi deneyin!...

Söz konusu genetik hastalığın (sitosterolemia:kanda bitkisel steroid yüksekliği) tek başına kendi varlığı bile, yukarda söylemeye çalıştığım bitkisel steroidlerin, hayvansal organizma steroidlerine dönüşümüyle de ilgili olduğunu, bitkisel steroidlerin hayvansal steroidlere dönüşümü gerçekleşmediği zaman, hayvansal organizmada neler olabileceğini göstermiyor mu?

Böyle bir genetik hastalığın tek başına varolması bile bitkisel steroidlerin, hayvansal organizma içinde gerçekleşen değişim ve fonksiyonları hakkında bizlere bilgi veremez mi? Bitkisel steroidler kan dolaşımına nasıl katılıyor ve bu hastalığı nasıl oluşturuyor diye elbette sorabilirsiniz!

Belirlendiği kadarıyla, doğuştan veya sonradan gelişen bazı genetik mutasyonlar örneğin; 2p21 kromozomunda bulunan ABCG5 ve ABCG8 genlerindeki çeşitli mutasyonlarla oluşan sitosterolemia (bitkisel steroid yüksekliği) denen bu hastalık, hayvansal organizmalarda sadece gen hatalarında ortaya çıkıyor. Söz konusu genler çalışmadığında kanda bitkisel steroidler artıyor ve hücrelerde bitkisel steroid formuda birikerek hastalıklar yapıyor! Yani söz konusu bitkisel steroidler hayvansal organizma formlarına (?) söz konusu genlerin yokluğunda dönüştürülemiyorlar!...Bitkisel steroidler hücre zarında birikerek, dolaylı olarak organizmaya zarar veriyor?

İşte genetik uzmanları için muhteşem bir soru: Hastalık nedeni olan gen bozuklukları, neden bitkisel steroidlerle, kolesterol metabolizmasıyla ilişkilendirilmiyor, steroidler temelinde neden sorgulanamıyor?

Daha da önemlisi bitkisel steroidler hakkında sıkça söylendiği gibi, bitkisel steroidler ‘sadece hayvansal kolesterolün emilimini azaltıyorsa’ bu bitkisel steroidlere ait genetik düzenleme, hayvansal hücrelerin genlerinde DNA’larında ne arıyorlar? Bu genler olmadığında veya işlev göstermediği zaman bitkilerle beslenen insanlar neden hastalanıyor, bu genlerin insanlarda varolmasının temel mantığı sizce nedir?

Söz konusu sitosterolemia (bitkisel steroid yüksekliği) adı verilen hastalığı oluşturan çeşitli genetik mutasyonlar hayvansal hücrelerde, mutlaka olması gereken bitkisel steroid dönüşüm mekanizmalarını bozmasıyla da tanınırlar. Bitkisel steroidlerin hem transportunu zorlaştırabilir hem de bitkisel steroidlerin hayvansal organizma metabolizmasına uygun hale gelmesi yani bitkisel steroidlerin hayvansal steroidlere dönüşümü (?) bir anlamda söz konusu genlerin yokluğunda engellenir. Bu durumda en azından, söz konusu steroidlerin plazma konsantrasyonun artacağını ve organizmada bazı doku ve organlarda bitkisel steroidlerin birikimi görülecek, bu da biz insanlarda doğal olarak erken damar sertliğine ve bazı kalp hastalıklarının nedeni bile sayılacaktır[12].

Bu konuda oldukça erken yorum yapıp 'hayır' demeden önce lütfen bazı genetik hastalıkları mutlaka hatırlayın, kısaca SLOS adını verdiğimiz Smith-Lemli-Opitz Sendromunda da yeterince kolesterol oluşmadığı, sentezlenemediği için kolesterolden bir aşama önce oluşan farklı bir steroid (7-dehidrokolesterol =7-DHC) kana karışıp hücrelere ulaşıyor ve kolesterolün sahip olduğu metabolik görevleri yapmaya çalıştığı için hücrelerde birikiyor ve dolaylı olarak çocuklarda hastalıklar oluşuyordu. Bitkisel steroid fazlalığında (sitositerolomia) aynı temel mekanizma dikkatinizi çekebildi mi bilmiyorum! Peki sizce neden!

Çeşitli yağ asitlerinin besin olarak alınması tek parametrede kanda trigliserid düzeyinin düşmesini sağlıyor!...

Bitkisel steroidler ise genel olarak, genel olarak kanda bir steroid formu olan kolesterol düzeyinin muhteşem bir şekilde azalmasına yol açıyor!...

Sorun şu: Yüksek lipit düzeylerine, yüksek kolesterol düzeyine yol açtığı iddia edilen genetik defektler, mutasyonlar düzeldi mi?

Söz konusu dış faktörlerin (besinler) söz konusu mutasyonlara olan etkisini nasıl anlamamız gerekiyor?

Saçma da olsa, farkında olmadan genleri ve mutasyonları mu düzeltiyoruz?

Yoksa bilmediğimiz başka genetik veya metabolik faktörler mi var?

Ya da bildiğimiz konuları değerlendirirken, yanlış mı yorumluyoruz, bakış açımızda mı bazı değişiklikler yapmak gerekiyor?

Yeryüzünden gökyüzüne baktığımızda, varolan bütün duyularımızla güneşin dünya çevresinde döndüğünü algılarız. Fakat dünyaya ve güneş sistemine çok uzaklardan baktığımızda aynı şeyi görebilir miyiz?

Genetik kolesterol yüksekliği konusunu da aynı şekilde yanlış algılıyor olabilir miyiz?


devam edecek....

(ikinci bölümün sonu)

Mevlüt Durmuş
Biyolog
01 Haziran 2008






DİPNOT VE KAYNAKLAR

[1] Protein, enzim veya çeşitli enzimler yoluyla sentezlenecek ürünler örneğin steroidler, yağ asitleri vs. Her genin veya gen grubunun varolmasının temel nedeni en az bir ürün ortaya koyabilme yeteneğidir. Bir ürün sentez yeteneği olmayan genlere bilimsel alanda çöp genler adı verilir.

[2] Şeker hastalığı ve insülin ilişkisini birinci not olarak şimdilik bir yere kaydedin, çünkü ilerleyen bölümde size yardımcı olaraktır.

[3] Fakat belli bir noktaya kadar ilerlemiş ALD’si olanlarda, söz konusu yöntem geçerli olamıyordu. Bu nedenle Dr Moser’ erken teshiş edilmesi halinde bu genetik ölümcül hastalığı durdurabileceğini Lorenzo’da görmüştü.

[4] Burada bütün kardiyologlar kelimesi aslında cümlenin gelişine göre ayarlanmıştır, beni tanıyan kardiyolog dostlarımın alınmayacağını umuyorum. Gerek yurt içinden gerekse yurt dışından kardiyoloji alanında gerçeği gören araştırmacıların sayısı günden güne artıyor..

[5] http://www.informatics.jax.org/searches/GO.cgi?id=GO:0044255 Apolipoproteinleri, reseptörleri, yağ asitlerini, nötrol yağları ve yağ asit esterlerini, uzun zincirli yağ asitleri ve alkol türevlerini, sfingolipid, glikolipid, fosfolipid, karotenler, poliprenoller, izoprenoidler, terpenler ve sterodileri en az 366 gen denetliyor . İsteyen okuyucular lipoprotein metabolizmasına ait bu genleri internetten bulabilirler

[6] Kgomotso G. Moruisi et al (2006)Phytosterols/Stanols Lower Cholesterol Concentrations in Familial Hypercholesterolemic Subjects: A Systematic Review with Meta-Analysis. Journal of the American College of Nutrition, Vol. 25, No. 1, 41-48 (2006)

[7] Ågot L Amundsen et al (2002). Plant sterol ester–enriched spread lowers plasma total and LDL cholesterol in children with familial hypercholesterolemia. American Journal of Clinical Nutrition, Vol. 76, No. 2, 338-344, August 2002

[8] Jogchum Plat, Jason A. Nichols and Ronald P. Mensink (2005). Plant sterols and stanols: effects on mixed micellar composition and LXR (target gene) activation. Journal of Lipid Research, Vol. 46, 2468-2476, November 2005

[9] Ephraim Sehayek (2003). Genetic regulation of cholesterol absorption and plasma plant sterol levels: commonalities and differences. Journal of Lipid Research, Vol. 44, 2030-2038, November 2003

[10] 2p21 kromozomunda bulunan ABCG5 ve ABCG8 genlerindeki mutasyon. Bitkisel steroidler bu tip hastaların kolesterol düzeyine fayda sağlamayacaktır.

[11] G. Salen et al (2004). Ezetimibe Effectively Reduces Plasma Plant Sterols in Patients With Sitosterolemia. Circulation. 2004;109:966-971