28 Nisan 2007 Cumartesi

Biri bize kolesterol düşürücü ilaçları dayatıyor



Biri bize kolesterol düşürücü ilaçları dayatıyor

Prof. Dr. Ahmet Rasim'in yazısı

Tıpta son yıllardaki en önemli tehlikelerden biri de hastaların değil, laboratuar sonuçlarının tedavi edilmesi şeklindeki yaklaşım. Her kolesterolü yüksek olan kişiye, kaşına gözüne bakılmaksızın hemen ‘kolesterol düşürücü ilaç’ yazılması da bunun en vahim örneği. Sadece ‘daha önce kalp hastalığı geçirmiş veya ileride geçirme riski yüksek olan insanların yarar göreceği’ bu ilaçlar milyonlarca insan tarafından gereksiz yere kullanılıyor. İlaç firmalarının müthiş pazarlama taktikleri ile kolesterol fobisi tüm dünyayı sarmış durumda. Maalesef birçok doktor da kolesterol yüksekliğinin mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğunu sanıyor. Oysa, yüksek kolesterol tek başına bir hastalık değil, gelecekte kalp hastalığı veya inme ihtimallerini artırabilecek birçok risk faktöründen sadece biri! Doktorların çoğu, bu ilaçların sağlıklı kadın ve erkeklerde kalp hastalıkları ve inmelere bağlı ölümlerin önlenmesine anlamlı şekilde katkıda bulunduğuna dair bir kanıt olmadığının farkında da değil. Ray Moynihan ve Alan Cassels’in kaleme aldıkları ‘Satılık Hastalıklar’ isimli kitapta bakın neler yazıyor: ‘Herkesi kolesterolden korkuttuk. Asıl hedefin kolesterol sayılarınızı düşürmek olduğunu sanıyorsunuz. ‘Önemli olan kolesterol rakamınız’ sloganını duyuyorsunuz ama işin aslı öyle değil. Önemli olan, kalp hastalığı riskinizi düşürüp düşürmediğiniz. Kolesterol hastalığın kendisiymiş gibi gösterildiğinden tedavinizin başarısını kolesterolünüzün düşmesiyle tanımlayabilirsiniz. Sanki kolesterolün kendisi asıl sorunmuş gibi!’ Kolesterol düşürücü ilaçların yıllık satış rakamı 25 milyar doların üzerinde ve her geçen yıl da artmakta, ama ‘karına kar katmak isteyen ilaç endüstrisi’ gereksiz de olsa daha fazla insanın ilaç kullanması için elinden geleni ardına koymuyor. Kan kolesterol düzeyleri giderek daha aşağı çekiliyor. Bu yeni kriterlere göre mesela dünyanın en sağlıklı insanlarının yaşadığı Norveç’te 40 yaşın üzerindeki erkeklerin yüzde 85’i ve kadınların yüzde 20’si ‘yüksek risk’ grubuna giriyor ve kolesterol düşürücü ilaç kullanmaları gerekiyor. Oysa, dünyanın önde gelen tıp dergilerinden olan Lancet’de geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir metaanaliz, kolesterol düşürücü ilaçların kalp hastalığı olmayan her yaştaki kadınlarda ve 69 yaşın üzerindeki erkeklerde kullanılmasının yararını gösteren hiçbir kanıt olmadığını bir kere daha ortaya koydu. Üstelik, sağlıklı insanlarda gereksiz yere kullanılan bu ilaçların yarattıkları önemli ekonomik kayıplar yanında, çok ciddi yan etkilere sahip olabilecekleri unutulmamalı. İLAÇ YAN ETKİLERİ GİZLENİYOR Birçok ilacın yan etkilerinin önemsenmemesini ve gizlenmesini bir tarafa bırakalım; yeni çıkan birçok ilacın çok ciddi yan etkileri olduğu, ölümlere yol açabildikleri çok sayıda insan tarafından kullanıldıkça anlaşılmaktadır. Bundan iki yıl kadar önce Vioxx isimli romatizma ilacı binlerce insanın kalp krizi ve felç yüzünden ölümüne yol açtığı anlaşıldığından piyasadan çekilmişti. Geçtiğimiz günlerde de İrritabl Bağırsak Sendromu tedavisinde kullanılan Zelmac’ın satışı bu yüzden askıya alındı. Aynı şeyler kolesterol ilaçları için de geçerli. Bunların da bazıları gizlenen, bazıları küçümsenen çok önemli yan etkileri var. Mesela, beynin gelişimi ve işlevleri için çok önemli bir madde olan kolesterolün kan düzeylerinin azalmasının yol açtığı sinirlilik, saldırganlık, hafıza kaybı, unutkanlık, iktidarsızlık, intihara teşebbüs, polinöropati... gibi çeşitli nörolojik ve zihinsel belirtiler prospektüslerde yazılı değil. Kas şikayetlerinin bu ilaçları alanların yüzde 1’inden daha azında görüldüğü bildiriliyor, ancak bunun doğruluğu çok şüpheli. Hayvan deneylerindeki kanser yapıcı etkileri de yabana atılacak gibi değil. Aman dikkat, hapı yutarken hapı yutmayalım.
27.04.2007

26 Nisan 2007 Perşembe

Kolesterolden değil, ilaçtan kork!










sitesinden alınmıştır
19 Nisan 2007
Kolesterolden değil, ilaçtan kork!

Kolesterol ilaçlarını üreten ve pazarlayanların uzun yıllardır söylediklerini unutun! Çünkü kolesterolün masum olduğu kanıtlandı. Uzman Biyolog Mevlüt Durmuş yeni kitabında kolesterolün neden masum olduğunu açıkladı. Kolesterol hapınızı içmeden önce mutlaka okuyun!


Uzman Biyolog Mevlüt Durmuş’un, beslenmebulteni.com sitesinde yayınlanan yazısı:
Kolesterol: Modern yüzyılda çarmıha gerilen molekül…
Kolesterol, yağ asitleri ve çeşitli steroidler hakkında ilginç gelişmelerin olduğu sanırım, herkesin dikkatini çekiyordur. Bir televizyon kanalında zeytinyağının faydalarını anlatmaya çalışan bir beslenme uzmanı, zeytinyağının cildi güzelleştirdiğini, özellikle göğüs kanserinde koruyucu özellik taşıdığını, Akdeniz diyetinin nasıl olup da faydalı olabildiğini yorumlamaya başladığında, elinde matematiksel bir denklem olmadığı için bilim anlayışına yakışması oldukça zor, çok ironik bir açıklama yapıyordu: “… zeytinyağı faydalıdır, vücuttaki yağı yakabilmek için de yağlara ihtiyaç vardır”. Sık rastladığımız, daha doğrusu kaçamadığımız çoğu reklam ise özellikle bitkisel steroidleri ön plana çıkarmayı hedefliyor: “…bitkisel steroidler kanınızdaki kolesterolü … oranında düşürür, her gün almayı unutmayın! Çalışmalarımız… Kalp Vakfı tarafından desteklenmektedir”.

Elbette olabilir ama, bu olay nasıl, hangi bilimsel ve matematiksel temeller üzerinde gerçekleşiyor? Lipidler hakkında çoğu insanın bilmediği şaşırtıcı bir gerçek vardır; biyokimyasal açıdan bakıldığında gerek yağ asitleri gerekse steroidler insan organizmasındaki yağlar (lipit) grubunda yer alır. Olaya dışarıdan bakıldığında oldukça şaşırtıcı görünür: Yani bir grup lipit, diğer farklı bir grubun kandaki yüksekliği üzerinde etkilidir! Bitkisel steroidler kandaki kolesterol düzeyini, omega 3 gibi çeşitli yağ asitleri ise hem kandaki trigliserit düzeyi, hem de kolesterol düzeyini azaltmak için kullanılır.

Fakat çoğu uzman ve doktor, hastalarına ne bitkisel steroidleri ne de çeşitli yağ asitlerini tedavi amaçlı önerir. Oysa fındık (1), fıstık, ceviz (2) gibi birçok bitkinin sahip olduğu çeşitli yağ içerikleri ve bitkisel steroidler (3) (tek parametrede) kan kolesterol ve trigliserit düzeyi üzerinde inanılmaz bir şekilde etkilidir, üstelik genetik kökenli olarak nitelendirilen lipit ve genetik kolesterol yükseklikleri hastalıklarında (örnek: ailevi hiperkolesterolemi) bile…
Aslında gerçek bilimsel sorun da burada başlar: Genetik olduğu iddia edilen bir hastalığın, dış faktörlerle, örneğin zeytinyağıyla düzeltilmesi nesnel bir gerçek (4) olmasına rağmen, tek parametrede kan trigliserit ve kolesterol düzeylerinin azalması yönünde ortaya çıkan durumun bilimsel, matematiksel bir açıklaması mutlaka olmalıydı. İnsanlığın tarihsel gelişim aşamalarında “psikolojik korku” faktörlerinin ortaya çıkarmış olduğu anlamsız ve inanılmaz saplantılar, bilim dünyasındaki çoğu araştırmacının dikkatini çekmez, sürekli gözden kaçar. Oysa insanlık ve bilim tarihinin öğrenilmesi ve öğretilmesindeki temel amaç, geçmişte yapılan hataları tekrarlamamaktır. Geçmişte yapılan bilimsel hataları tekrarlıyor ve bilim tarihi bildiğinizi iddia ediyorsanız, gerçek anlamda “tarihten hiçbir şey öğrenmemişsiniz” demektir.



Yüksek kolesterol korkusu
Çok eski çağlarda Aztek, Maya ve daha önceki değişik kültürlerde, insanlar akıl yoluyla çözemedikleri, anlaşılamayan çeşitli doğa olaylarıyla karşılaştıkları için, yaşanılan bütün doğaüstü olayları, insanlara karşı Tanrıların bir cezası olarak değerlendirmiş ve “Tanrılara insan kurban etme” düşüncesini toplumsal bir paranoya şeklinde ortaya koymuştu. Üstelik kurban edilen insanlar her yönüyle gerçekten masum olmalıydı, çünkü Tanrılar günahkâr “kurbanlar” istemiyordu. Tanrıları mutlu etmek için “günahsız” insanlar kurban edilmeliydi. Aslına bakacak olursanız, düşünebilen insanlarda var olan “ölüm korkusu”nun günümüzde bazı bilim alanlarındaki kullanımı da, geçmişte olduğundan çok farklı sayılmaz. Modern yüzyılda da sağlıkla ilgili olarak sürekli kullanılan korkularımızın başında “yüksek kolesterol korkusu” geliyor.




Kolesterolü kimler suçluyor?
Birçok araştırmacı ve akademisyen, kolesterol molekülünün ısrarla suçlu olduğunu, söz konusu molekülün kandaki yüksekliğinin birçok hastalıkla ilgili olduğunu birçok bilimsel yayınla iddia ederken, yine tıp mesleğinin içinden gelmiş Ghislaine Saint-Pierre Lanctot gibi doktorlar da modern tıbbın ilaç şirketleri ve kapitalizm eliyle mafyalaştığını iddia ediyorlar ve bunu The Medical Mafia (Tıp Mafyası) adlı kitapta dile getiriyorlar. Yine Uffe Ravnskov da modern tıbbın kolesterol konusundaki anlaşılması zor tutumunun bilimsel düşüncelere değil, deney ve gözleme dayanmayan saçma bulgulara dayandığını ve insanların zorla inandırıldığı sahte mitler-yanlış inançlar topluluğu olduğunu söylüyor The Cholesterol Myths (Kolesterol Mitleri) adlı kitabında. Doktor Matthias Rath, insanların neden kalp krizi geçirdiğini ve hayvanların doğal ortamlarında neden kalp krizi geçirmediğini sorguladığı Why Animals Don’t Get Heart Attacks but People Do (Neden hayvanlar kalp krizi geçirmez, insanlar geçirir) kitabında, modern tıp dünyasının ilaç şirketleri eliyle yozlaştığını iddia ediyor ve ilaç şirketlerine durmadan çeşitli davalar açıyor.
Shane Ellison’un Hidden Truth About Cholesterol-Lowering Drugs (Kolesterol düşürücü ilaçlar hakkında saklanan gerçekler) ve Duane Graveline’in Lipitor: Thief of Memory, Statin Drugs and the Misguided War on Cholesterol (Lipitor: Hafıza hırsızı statin ilaçları ve kolesterol üzerinde adil olmayan -kirli- savaş) adlı kitaplarında, yüksek kolesterol korkusu körüklenerek insanların kandırıldığı söyleniyor. Böyle bir bilim anlayışını eleştiren Anthony Colpo’nun yazdığı The Great Cholesterol Con (Büyük Kolesterol Hilesi-Kandırmacası) ve The Junk Science Self- Defense Manual (Satılık, kötü, döküntü bilimden korunma kılavuzu) gibi isimlerini saymakta zorlanacağımız, benzeri birçok kitap İngilizce olarak piyasada ve günümüzde birçok kitapçıda satılıyor. Bilimsel olarak bize ısrarla dayatılan, kolesterol molekülünün suçlu olduğunu iddia eden düşünceler, hangi bilimsel verilere dayanıyor? Söz konusu toplumsallaştırılmış (fobi) korkularımızın gerçek nedeni nedir?

Kolesterol molekülü hakkında son derece olumsuz düşünceler geliştirmemizi, yoğun bir “beyin yıkama” kampanyasına ve bilimsel anlamda teori ve kanun arasındaki farkın bilinmemesine bağlıyor Prof. Dr. Uffe Ravnskof (5) Kolesterol Mitleri adlı kitabında.

Her şeyden önce kolesterol hakkında olumsuz düşüncelere sahip araştırmacı ve insanlar, kolesterol hakkında var olan görüşlerin bilimsel bir kanun değil, sadece bir teori olduğunu dahi bilmiyorlar. Peki birçok araştırmacı tarafından savunulan kolesterol teorisi ispat edilebildi mi; kanda kolesterol yüksekliğinin hastalıklarla ilişkisi bilimsel bir kanun haline geldi mi? Elbette hayır! Matematiksel temellerden yoksun bir şekilde savunulan teorinin tam tersini gösteren araştırmaları bulmak çok daha kolay…

Düşük kolesterol düzeylerinde ölümler
Tek parametrede kolesterol miktarı, kanda düşük ya da normal olduğunda, insanlar kalp krizi, damar sertliği (ateroskleroz) dahil, birçok hastalıktan uzak kaldığına bir şekilde inandırılmış ve kolesterol miktarı azalınca daha fazla yaşayacağı inancı geliştirilmek istenmiştir. Fakat “ölümler ve kolesterol düzeyleri” üzerinde yapılan çalışmalarda, savunulan düşüncelerin tam tersi sonuçlar (6) ortaya çıkmasına rağmen nedense halka bu bilgiler verilmez. 30 yıl süren ünlü Framingam araştırmasında 753 hastada düşük kolesterol düzeylerinde artan ölüm oranları ortaya çıktı. Forette ve arkadaşlarının 92 hastadaki çalışmasında en az ve oldukça düşük rastlanılan ölüm oranı, şaşırtıcı bir şekilde total kolesterol düzeyleri yüksek olan hastalarda ortaya çıktı. Araştırmacılar bu bulguların tam tersini bekliyorlardı. Siegel ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada 551 hastada yüksek kolesterol-ölüm ilişkisi çok arzu edilmesine rağmen başarısızlıkla sonuçlandı ve hiçbir zaman gösterilemedi (7). Bu kadar da değil; Yale Üniversitesi, Kardiyoloji Bölümü’nden Dr. Harlan Krumholz (8) düşük kolesterol düzeylerine sahip, yaşlı (!) insanların, yüksek kolesterol düzeylerindeki insanlara oranla iki kat fazla kalp krizi geçirdiğini ve düşük kolesterol düzeyine sahip insanların daha erken öldüğünü bildirdi.

Ölüm oranları ve kolesterol düzeyleri arasındaki en son araştırmalardan biri de çok yakın bir zamanda Graziano Onder (9) ve arkadaşları tarafından yapılmıştır. Araştırmacılar, 65 ve 81 yaşlarındaki 6894 hastayı, ölçtükleri kolesterol düzeylerine göre çeşitli gruplara ayırmışlar ve toplam 5 yıl boyunca bu insanları ve kolesterol düzeylerini sürekli izlemişler. Sonuç, önceki araştırmalardan çok farklı değil. Yapılan araştırmada tek parametrede (sadece hastalıklarla yoğun bir şekilde ilişkilendirilen kolesterol ve lipit düzeyleri dikkate alınmıştır) kolesterol düzeyi 160 mg/dL’nin altında olan hastaların yüzde 5,2’sinde ölüm olayı görülmüştür. Kolesterol düzeyine göre ölüm olayının en az olduğu grubu sanırım az da olsa okuyucu olarak sizler de merak ediyorsunuzdur. Kolesterol düzeyi 240 mg/dL ve üzerinde olan bireylerde, yüzde 1,7’lik düzeyde en düşük ölüm oranı görülmüş! Sanırım bu konuyu atlayan ve bilmeyen uzmanların, araştırmacıların ve doktorların bazıları “indeks medicus”un başına çoktan oturmuş olmalılar. Açık bir deyimle: kolesterol düzeyi yüksek olan yaşlı insanlar daha uzun, kolesterol düzeyi düşük olanlar ise anlaşılmaz bir şekilde daha kısa ve erken ölüyor! Şimdi bu araştırmayı bile bile yaşlı annenize ya da babanıza, kolesterol düşürücü (statin) ilaç vermek ister misiniz?

Kolesterol, kanser türleri ve statinler arasındaki paradoks
Kanser ve statinlerle ilgili (HMG Co-A redüktaz inhibitörleri) çalışmaların yapılıyor (10) olması bile, sağlıklı, kanser olmayan insanlarda neden bu ilaçların kullanılmaması gerektiğini dolaylı olarak bizlere gösterir. Almanya’daki Bayer Firması, üretmiş olduğu statin türevi kolesterol düşürücüyü, ilacı kullanan insanlarda artan ölüm olayları nedeniyle piyasadan çekmişti. Aslında bu durum bütün statin temelli ilaçlar için geçerlidir, rakip ilaç firmalarının ve bazı araştırmacıların iddiası oldukça dikkat çekici ve tıp açısından düşündürücüdür: “Bizim fabrikamızda ürettiğimiz ilacımız, diğer statinlere göre daha az zarar verir (11), daha az öldürür!...”. Statinlerin hücre öldürücü özelliğini aslında bütün uzman ve doktorlar çok iyi bilirler; hücre zarını oluşturan yağların en az yüzde 20’sinde kolesterol molekülleri olmak zorundadır. Fakat söz konusu kandaki kolesterol düzeyini düşüren (statinler) ilaçların en önemli yan etkilerinden biri, hücreleri öldürmesi nedeniyle, kandaki bazı enzimlerin (ALT, AST, CK, vb.) yükselmesi olarak gösterilir ve bu enzimlerin kanda yüksekliği, hücre ölümlerinin arttığını gösteren en güzel örneklerden biridir.

İşte bu nedenle gerekli koşullar sağlandığı takdirde, yani statinlerin bütün hücre, doku ve organlara eşit dağılım mekanizmasıyla değil, statin temelli ilaçların sadece ve sadece kanserli hücreleri hedef alabileceği durumlarda, kolesterol düşürücü olarak kullanılan ilaçlar (statinler) gerçekten bazı kanser türlerinde faydalı ve olumlu sonuçlar doğurabilir. Tıpkı radyoterapilerde olduğu gibi; radyoaktif temelli ışınlar sağlıklı bir insan için son derece kanserojen (kanser yapıcı) olmasına karşın, aynı ışınlar kanserli hedef doku ve organlarda hayat kurtarıcı olabilir. Bununla birlikte kanser hastası olmayan, statin türevi ilaçları sadece kolesterolünü düşürmek amacıyla kullanan insanlar, önemli bir sorunun yanıtını mutlaka bulmak zorundadırlar: “Statinler hangi mekanizma yoluyla kanserli (sürekli bölünen) hücreler üzerinde etkili olabiliyor?”. İşte şeytanın gör dediği bilimsel kör nokta burada bulunmaktadır.

Bir an bazı kanser (12) türleri için statinlerin kanserli hücre, doku ve organlar üzerinde gerçekten de etkili olduğu kabul edilecek olursa, mutlaka “nasıl etkili” sorusu sorulacaktır. Sadece tek parametrede kolesterol düzeyini düşürmek isteyen hiçbir araştırmacı “siz bu statinleri kullanın, bu ilaçlar kolesterol düzeyinizi düşüreceği gibi, aynı zamanda sizi, kolon kanseri, prostat kanseri, akciğer kanseri, göğüs kanseri gibi bazı kanser türlerinden de koruyacak” şeklinde bir açıklama oldukça geçersiz ve son derece mantıksız bir iddia olacaktır. Çünkü düşük kolesterol (13) veya düşürülmüş kolesterol düzeylerinde (14) kanser dahil birçok hastalıkla ilişkili ölümler de son derece anlamlılık gösterebilir ve düşük kolesterol düzeylerinde sanıldığının tam tersine kanser vakalarında artış olduğu (15) çok çeşitli araştırmacılar tarafından ortaya atılmıştır.


İyi kolesterol, kötü kolesterol masalı
Kolesterol ve diğer lipitlerin kan yoluyla taşınması için proteinlerle yapmış oldukları değişik bileşimlere “lipoprotein” adı verilir ve lipoproteinlerin değişik grupları ve grupların da alt grupları vardır. Yani hiçbir aklı başında araştırmacı, kanda, damarlarımızda tek başına dolaşma yeteneğine sahip, lipoproteinlerden bağımsız olan tek bir kolesterol molekülü gösterme yeteneğine sahip değildir. Çünkü kolesterol ve lipitler, damarlarımızda dolaşan kanda partiküller üzerinde vardır. Şu an total kolesterol veya trigliserit adıyla laboratuvarlarda ölçümü yapılan lipitlere ait parametreler, sahip olduğunuz farklı lipoproteinlere ait partiküllerin tümü üzerinde bulunan kolesterol ve trigliserit miktarlarını belirlemektedir.Kolesterolün moleküler ve kimyasal yapısı bir tane olmasına ve lipoprotein adlı partiküllerin yapısında, bir bileşen olarak var olmasına karşın sadece kolesterolün suçlu görülmesi, gösterilmesi ilginç bir paradoks ve büyük bir mantıksal zorlama içerir. Çünkü herhangi bir bileşeni, bulunduğu ortamda tüm elemanlarıyla birlikte değerlendirmeniz gerekir. Çok farklı bileşenleri olan, değişik tipteki partiküllerin (HDL, LDL vs.) yapısında bulunan bileşenlerin, tek bir bileşeni olan kolesterol molekülü üzerinde değerlendirme yapamazsınız.

Bu durumu en iyi açıklayabilecek örnek, su molekülünü oluşturan atomlardır. Suyu oluşturan atomları birbirinden ayırıp değerlendirecek olursanız, artık su molekülünden değil, hidrojen ve oksijen atomlarından söz ediyorsunuz demektir. Suyun içinde bulunan, suyu oluşturan “hidrojen atomları yararlıdır veya zararlıdır” şeklindeki bir önerme, kuruluş itibarıyla zaten bilimsel bir önerme olamaz; çünkü sözü edilen su değil, su molekülünden çok farklı özellikteki atomlardır. Matematiksel birleşim oranlarını belirterek ancak böyle bir kanıya teorik olarak ulaşmanız ve yaklaşmanız mümkündür. İki hidrojen ve bir oksijenden oluşan madde (su) yararlıdır fakat iki hidrojen ve iki oksijenden oluşan madde (hidrojen peroksit) zararlıdır.

Matematiksel dengeleri ve dengelerin bozulmasını anlatan en güzel örneklerden biri de şeker hastalığında (diabet) göze çarpar. Çünkü kandaki şekerin hücreler tarafından kullanımında sadece şeker değil, insülin adı verilen hormon da son derece önemlidir. Örneğin, normal bir durumda kan şekeri 70 birim, insülin düzeyi de 70 birim ise bunun oranı 1 olacaktır (70/70=1). Fakat kan şekeriniz yükseldiğinde 140 birim olduğunda insülin düzeyi sabit kalsa da (140/70=2) şeker/insülin oranı 2 olacak, dolayısıyla normal duruma göre kan şekeri/insülin oranı bozulacaktır. İşte çok yüksek şeker hastalarının tedavisinde insülin verilmek istenmesinin temel mantığı burada yatar.

Hastaya insülin verilerek şeker/insülin oranı dengelendiğinde, şeker moleküllerinin hücrelerce kullanımı sağlanmış olur ve şeker de kanda otomatik olarak düşer. Şeker çok fazla düştüğü zaman da aynı mantık geçerlidir; insülin göreceli olarak yüksek kalmıştır ve biraz şekerli su verilir! İnsülin ve şeker düzeyi, görünmeyen bir alanda, çoğu zaman birlikte matematiksel dengeler içinde çalışırlar. Söz konusu moleküller, farklı alanda çalışsalar da aynı sistem içinde bir bütündür; insülin ve glikoz (şeker) düzeyleri birbirinden ayrılamaz! Kolesterol konusundaki determinist (indirgemeci) bilim anlayışı, aynı hatayı yapmakta, sadece partiküller üzerindeki farklı bileşenlerin, yine sadece kolesterol kısımlarını değerlendirmekte ve bu nedenle bazen kolesterolü suçlu bazen de suçsuz görmektedir. Fakat kolesterolü suçlu bulan araştırmacıların sayısı ve sesi daha fazla duyulduğu için insanlar üzerinde etkili görüş haline gelmişlerdir. Yüksekliği iyi olarak bilinen ve sürekli vurgulanan HDL kolesterolün de (iyi kolesterol) kalp hastalıklarıyla (16) ilişkili olduğu gözden kaçar veya kaçırılır, çoğu zaman sorgulanması engellenir. Hem iyi (HDL) kolesterol hem de kötü (LDL) olarak tanımlanan kolesterol düzeylerinin tek parametredeki yüksekliği, gerçekten çeşitli hastalıklar için risk oluşturuyorsa (17), sadece partiküller üzerinde bulunan kolesterol molekülünü tek parametrede iyi ya da kötü olarak adlandırmak da son derece tutarsız bir yaklaşım olacaktır.Sanıldığının tam tersine organizmada sadece karaciğer kolesterol üretmez, karaciğer dışındaki bütün hücreler teorik olarak aynı moleküler yapıdaki kolesterol üretimini gerçekleştirir.

Gözlerden kaçan, kolesterol molekülünün, organizmanın temel steroid molekülü olduğudur. Hücrede kolesterol yoksa, ihtiyacımız olan hiçbir steroid yapılamaz. Organizma steroidlerinin (bu konuda birçok steroid olmakla beraber, en dikkat çeken cinsel hormonlardır ve kolesterolden yapılırlar) tümünün oluşturulması sırasında, kolesterol molekülü mutlaka öncül madde olarak istenir (18). Erkek ve dişilere ait hormonların yapılması için, öncül madde olarak kolesterolünüz yoksa veya var olduğu halde bazı nedenlerle kolesterolünüz kullanılamıyorsa artık yaşlanıyorsunuz demektir. Çünkü yaşlandıkça kural olarak organizmadaki steroidleriniz mutlaka azalacaktır (steroidopenia).

Kan kolesterolünün tanımlanması için kullanılan iyi (HDL-k) ve kötü (LDL-k) deyimleri, kolesterole ait molekülsel farklardan değil, kolesterolü taşıyan farklı taşıyıcı proteinlerden kaynaklanır. İyi olarak tanımlanan taşıyıcı proteinlere ait lipoprotein, HDL olarak bilinir ve yapısında apo A1 vardır. Kötü olarak bilinen lipoprotein, LDL olarak bilinir, yapısında apo B-100 adlı taşıyıcı bir protein bulunur. Temel olarak karaciğerin sentezlemiş olduğu kolesterol molekülü ile (LDL, yani kötü kolesterol) ve karaciğer dışı organların sentezlemiş olduğu kolesterol molekülü (HDL, yani iyi kolesterol) arasında kimyasal olarak, yağ asitleriyle yapılan çeşitli birleşimler dışında, hiçbir fark olmadığını söylemeye gerek var mı bilmiyorum.

Kolesterol yüksekliği değil, küçük partiküller öldürür.
Son yapılan araştırmalar, kolesterol ve trigliserit gibi lipitleri taşıyan partiküllerin (lipoproteinlerin) zamana bağlı olarak küçüldüğünü (19) iddia ederken, partikül çapının küçülmesinde (20) etkili olan “eksik” yapısal bileşimin ne olduğu konusunda genellikle bir yorum yapmaz. Bir ilköğretim öğrencisi bile, bir partikül yapısını oluşturan farklı bileşenlerin azalması durumunda, söz konusu partikülde bazı yapısal bileşenlerin azaldığını ve eksildiğini tahmin edebilir. Çünkü partikül yoğunluğu (dansite), partikülü oluşturan farklı atomların moleküler ağırlığı ve partikülün kapladığı alan (hacim) arasındaki denklem belli dir (yoğunluk = molekül ağırlığı/ hacim). Partiküldeki molekül ağırlığının azalması yoğunluk sabitse, partikül hacminin küçülmesi anlamını taşır!

İşte şimdi çeşitli yağ asitleri ve bitkisel steroidlerin insanlar üzerinde olumlu etkileri olduğu konusuna ve özellikle tek parametredeki kolesterol ve trigliserit düzeylerini nasıl düşürebildiği konusuna tekrar dönebiliriz. Kolesterol ve trigliserit gibi lipitleri taşıyan lipoprotein partiküllerinin zamanla küçüldüğünü (19) düşünecek olursanız, partikülleri büyütebilmenin en basit yolu, besinlerle (21) söz konusu lipitleri almak ve küçülen partikül yapısını normal boyutlarına ulaştırmaktır. İşte bu nedenle, çeşitli yağ asitleri ve bitkisel steroidler (kolesterolün kendisinin de steroid molekül olduğunu lütfen tekrar hatırlayınız) faydalıdır. Peki partikül yapısında azalan bileşenler, kolesterol ve trigliserit gibi çeşitli yağlar ise, tek parametrelik kandaki yükseklik nasıl açıklanacaktır?

Kolesteroldeki Kaos kitabında aslında biz bunu matematiksel bir denklemle açıklamıştık. Küçülen partiküller, organizma tarafından kullanılmasa da içlerinde lipit bileşenleri, yani kolesterol ve trigliserit vardır. Birim alanda yoğunlaşan, organizma tarafından kullanılmayan küçük partiküllerin toplamdaki kolesterol ölçümü de bu yüzden her zaman olmasa da genellikle yüksek çıkar. Kandaki tek parametredeki kolesterol yüksekliği, partikül temelinde harika bir illüzyondan başka bir şey değildir. Yüksek kolesterol, partikül düzeyinde, yani lipit ve protein oranlarında asla görülemez! Kolesterol/trigliserit gibi moleküllerin de bulunduğu küçülmüş lipoprotein partikülleri (22), normal boyuta gelmek için yağ asitleri ve steroid yapılı molekül ararlar; partikül bazında ortaya çıkan eksiklikten dolayı reaksiyona girmeye yatkındırlar. İşte bu nedenle yani, oldukça çabuk reaksiyona girdikleri için bazen bilimsel literatürlerde kimyasal terimlerle tanımlanırlar ve okside lipoproteinler olarak (örneğin okside LDL) adlandırılırlar.
Fakat fiziksel tanımlamada küçük terimi tercih edilir. Küçülen veya okside durumda kalmış kullanılmayan lipoprotein partiküllerinin kandan bir şekilde uzaklaştırılması gerekir ve burada savunma sistemimizdeki hücreler, özellikle savunma sistemimizde görevli makrofajlar bu aşamada devreye girer. Söz konusu küçülmüş lipoprotein partikülünün lipit açığını tamamlamaya, söz konusu partikülü kullanılabilir hale getirmeye çalışır. Bunu yapamadığı zaman zorunlu olarak, küçülen ve kullanılmayan partikülü, bulunduğu yerde etkisiz hale getirmeye çalışır! İşte damar sertliğinin oluştuğu nokta burada başlar. Makrofajlar lipit bileşenleri azalmış partikülü yok etmeye çalışırken, küçülmüş, reaksiyona yatkın partiküllerle birlikte uzmanların aterom plakları demiş oldukları köpüksel bir oluşum meydana getirirler.
Şimdi karar verilmesi gerekiyor. Fakat karar vermek için bazı bilgileri mutlaka birleştirmemiz lazım: Kolesterol ve yağları kanda taşıyan partiküllerimiz yaşlandıkça küçülüyorsa, birçok steroid ve omega-3 gibi yağ asitleri, küçülen partiküllerin büyümesini, normal yapısına gelmesini sağlıyor ve lipoprotein partikülleri küçüldükçe kanda kolesterol düzeyi yükseliyor. Lipoproteinlerin partikülleri normal yapısına döndüğünde kolesterol düzeyi düşüyorsa, makrofajlar kolesterol molekülüne değil de küçük lipoprotein parçacıklarına saldırıyorsa, hangi bilgi sizin için daha değerlidir? Aterom plakları oluşumunda hangi faktör etkilidir? Eksik lipitlerden dolayı küçülen lipoprotein partikülleri mi, yoksa tek parametrede kolesterol düzeyi mi? Tabii ki küçülen lipoprotein parçacıkları!.. Kolesterolle ilgili yapılan araştırmalarda, istatistik ve bilimsel yöntem yanlış olabilir mi dersiniz?

Bilim kavramı ve istatistiksel yöntem
Günümüzde kolesterol molekülüne ait yapılmış olan, hastalıklarla ilişkilendirilen ve bolca propagandası olan bilimsel çalışmaların sonuçlarının tümü, istatistik metotlarla elde edilen verilere dayanır ve “anlamlı” çıkan sonuçlardan bahsedilir. Fakat istatistik anlamda, bir araştırmayı doğru yapan olgu, “anlamlı” bulgular değil, sizin kurduğunuz mantıksal ilişkidir. Bu durum çok basit bir örnekle daha anlaşılır olacaktır. “Her sabah horozlar öttüğü için güneş doğar” şeklindeki basit bir önermenin istatistiksel çalışması, her gün önce horozların ötmesine sonra da güneşe bakılacak olursa, son derece anlamlı olan istatistik sonuçlar elde edilebilir. Fakat söz konusu çalışmanın mantıklı ve bilimsel olduğunu iddia etmeniz tamamıyla saçmalık olur. Kolesterol molekülü ile ilişkilendirilmiş kalp krizi dahil çoğu hastalığa bağlanan birçok araştırma da aslında “horoz ve güneş” örneğine oldukça fazla benzer. Hastanede yatan, kalp krizi geçiren bütün hastaların “kolesterol düzeyleri” değerlendirilmez ve sadece yüksek kolesterolü olan hastaların sonuçları üzerinden değerlendirme yapılır, normal kolesterol düzeyine sahip fakat kalp krizi geçirmemiş hastalar birçok araştırmada dikkate alınamaz. Aynı paradoks söz konusu araştırmalarda mutlaka oluşturulmak zorunda olan kontrol grupları için de geçerlidir: Yüksek kolesterolü olduğu halde hiç kalp krizi geçirmeyenler kontrol grubuna nedense çoğu zaman alınmazlar!

Kolesterol: Çarmıha gerilen molekül
Tek parametrelerdeki kolesterol yüksekliği üzerine yapılan bütün spekülasyonlar, şayet lipitler kanda lipoproteinlerle taşınıyorsa son derece mantıksız ve geçersizdir. Kandaki tek parametredeki göreceli yükseklik, partikül bazında lipit/protein oranlarıyla birlikte ele alındığında geçersizdir. Bütün partiküller, zaman içinde mutlaka küçülür. Birçok araştırmacı ve uzman, statin önerilerinde ısrar ederken (23), küçülen partikül yapısının nasıl düzeltilebileceği üzerine kafa yormak istemez. Fakat kanda tek parametrede, kullanılmayan partiküllerin birim alandaki artışına bağlı olarak, kolesterol düzeyi yanıltıcı bir şekilde yüksek görülür. Teorik olarak yaşlandıkça temel steroid üretiminin genetik nedenlerle azaldığı bir ortamda, kolesterolün üretiminin de bütün steroidlerde olduğu gibi azalması gerekmekte ve bu durum özellikle partikül yapısında eksiklik olarak ortaya çıkmaktadır (24). Partikül yapısında bulunan Steroidler ve özellikle de kolesterol azalmıştır!

Bu nedenle, tedavi amaçlı müdahaleler, tek parametrelik kolesterol gibi bir değere veya yüksekliğe göre değil, partikül yapısının fiziksel durumuna göre (25) seçilmelidir. Bitkisel steroidler ve çeşitli yağ asitlerinin besin yoluyla alınması, kan yağları ve insan sağlığı üzerinde olumlu etkiler ortaya çıkarıyorsa, bunun nedeni lipoprotein partikül yapısının, bu tür lipitler alındığında düzelmesi, partikülün normal fiziksel boyutlara ulaşmasıdır. Fakat günümüzde milyar dolarlar kazanan şirketler için durum farklıdır. İnsan düşünceleri yönlendirilebilir. İnsanların yönlendirilmiş düşüncelerden kaynaklanan acımasızlığı, bilgisizliği aslında yeni değildir ve tarihsel olarak her zaman vardır. İlkel kültürlerde Tanrıların gazabından korkulurdu. Günümüzde biraz evrimleşmiş olsa da, yine yapılması gereken yapılmış; insanlarda doğal olarak bulunan korkular kullanılarak, olay tam bir (cadı), konumuz açısından “molekül” avına dönüştürülmüştür.

Cadı (molekül) avı
Sağlık alanından para kazanan ticari şirketleri, ilaç fabrikalarını mutlu etmek için, sıklıkla organizma molekülleri suçlanıyordu. Örneğin, kolesterol adı verilen molekülü mutlaka bütün insanların içinde ve tek tek öldürmek gerekiyordu. Onların düşüncelerine göre kanda kolesterolün yüksek olması kötüydü. Kolesterol insanlara baş belası olan bir moleküldü. İddialarına göre, bu molekül insanı zehirliyor, kandaki varlığı ile insanı öldürüyordu. İnsanın içine yerleşen bu şeytani molekül, mutlaka insandan çıkarılmalı, insanlar bu molekülden kurtarılmalıydı. İnsanlar ölüyor ve ölümden korkuyordu. İnandırıldıkları için, hepsi olmasa da sayılamayacak çokluktaki parmaklar suçlu olarak hep onu, hep aynı molekülü gösteriyordu. Bazıları ısrarla “karar vermeden önce yargılayın” demişti. Fakat molekül hakkındaki karar çoktan ve yargılanmadan verilmişti. Yaşadığımız yüzyılda, ilkel çağlara göre “moda” oldukça değişmişti: şimdilerde insan kurban edilmiyordu, artık masum moleküller adı yeni çıkan değişik Tanrılara kurban ediliyordu.

Hipokrat, kendi zaman penceresinden günümüze bakıp, hiçbir şey yapamamanın çaresizliği içinde sessizce ağlarken, yaşadığımız yüzyılda bir molekül yaşamak ve yaşatmak için hâlâ direniyordu. Ve gerçekte çoğu insanın kafası karışmıştı, toplumsal ve kaçınılmaz bir şizofreniye kapılmışlardı, neler olup bittiğini gerçekte onlar da bilmiyordu. İnsanlar yine korkmuş, korkutulmuştu! Korkularından kurtulmak için, tıpkı önceden olduğu gibi yine Tanrılara kurban veriyor, böylece kendilerinin cezalandırılmayacağını, cezalandırılmaktan kurtulacaklarını düşünüyorlardı! Ve insanlar, hiç günah işlememiş, saf, temiz, masum bir molekülü, kapitalist Tanrıları mutlu etmek adına çarmıha geriyordu…

DİPNOTLAR
1) Janine Mukuddem-Petersen et all (2005), A Systematic
Review of the Effects of Nuts on Blood Lipid Profiles in
Humans. J. Nutr. 135:2082-2089, September 2005.
2) Masako Iwamoto et al (2000), Walnuts Lower Serum
Cholesterol in Japanese Men and Women Journal of
Nutrition, 2000, 130:171-176.
3) Kgomotso G. Moruisi et al (2006), Phytosterols/
Stanols Lower Cholesterol Concentrations in Familial
Hypercholesterolemic Subjects: A Systematic Review with
Meta-Analysis, Journal of the American College of Nutrition,
Vol. 25, No. 1, 41-48 (2006).
4) Patrick Aubourg et al (1993), A Two-Year Trial of
Oleic and Erucic Acids (Lorenzo’s Oil) as Treatment for
Adrenomyeloneuropathy, The New England Journal of
Medicine, Volume 329:745-752. September 9, 1993.
Number 11.
5) Uffe Ravnskov, MD, PhD. (2000), The Cholesterol Myths.
Exposing the fallacy that saturated fat and cholesterol cause
heart disease. New Trends Publishing, Inc. Washington. DC.
6) Carlos Iribarren et al (1995), Low Serum Cholesterol
and Mortality, Which Is the Cause and Which Is the Effect.
Circulation, 1995;92:2396-2403.
7) U. Ravnskov (2003), High cholesterol may protect
against infections and atherosclerosis, Q J Med 2003; 96:
927-934.
8) http://www.westonaprice.org
9) Graziano Onder et al (2003), Serum cholesterol levels and
in-hospital mortality in the elderly, The American Journal of
Medicine Volume 115, Issue 4, September 2003, 265-271.
10) Kelvin K. W. Chan et al (2003), The Statins as
Anticancer Agents, Clinical Cancer Research Vol. 9, 10-19,
January 2003.
11) David J. Graham et all (2004), Incidence of Hospitalized
Rhabdomyolysis in Patients Treated With Lipid-Lowering
Drugs, JAMA, 2004; 292:2585-2590.
12) Hoffman, P. (2006), Understanding Bladder Cancer-
Treatment, The New England Journal of Medicine, Dec. 21,
2006; vol 355: pp 2705-2708.
13) Anne Fagot-Campagna et al (1997), Serum Cholesterol
and Mortality Rates in a Native American Population With
Low Cholesterol Concentrations, Circulation, 1997; 96:
1408-1415.
14) Carlos Iribarren et al (1995), Low Serum Cholesterol
and Mortality. Which Is the Cause and Which Is the Effect.
Circulation, 1995; 92:2396-2403.
15) Newman TB, Hulley SB. (1996), Carcinogenicity of
lipid-lowering drugs, JAMA, 1996 Jan 3; 275(1):55-60
(Pub Med. Abs).
16) Birgit Agerholm-Larsen et al (2000), Elevated HDL
Cholesterol Is a Risk Factor for Ischemic Heart Disease in
White Women When Caused by a Common Mutation in
the Cholesteryl Ester Transfer Protein Gene. Circulation;101:
1907.
17) Gilbert R Thompson (2004), Is good cholesterol always
good? BMJ 2004; 329: 471-472 (28 August), doi:
10.1136/bmj. 329.7464.471.
18) Kash Rizvi et al (2002). Do lipid-lowering drugs cause
erectile dysfunction? A systematic review. Family Practice
Vol. 19, No. 1, 95-98.
19) Nir Barzilai et al (2003), Unique Lipoprotein Phenotype
and Genotype Associated With Exceptional Longevity, JAMA,
Vol. 290 No: 15, October 15, 2003.
20) Frank M. Sacks and Hannia Campos (2003), Low-
Density Lipoprotein Size and Cardiovascular Disease:
A Reappraisal. The Journal of Clinical Endocrinology &
Metabolism Vol. 88, No, 10 4525-4532.
21) George J. Miller (2005), Dietary fatty acids and the
haemostatic system. Atherosclerosis Volume 179, Issue 2,
April 2005, Pages 213-227.
22) Frank M. Sacks and Hannia Campos (2003), Low-
Density Lipoprotein Size and Cardiovascular Disease:
A Reappraisal, The Journal of Clinical Endocrinology &
Metabolism Vol. 88, No. 10 4525-4532.
23) James S. Forrester et all (2000), The aggressive low
density lipoprotein lowering controversy, J Am Coll Cardiol,
2000; 36:1419-1425.
24) Murielle M. Véniant et all (2000), Defining the
atherogenicity of large and small lipoproteins containing
apolipoprotein B100, J Clin Invest, December 2000, Volume
106, Number 12, 1501-1510,
25) Bonnie D. Miller et all (1996), Predominance of Dense
Low-Density Lipoprotein Particles Predicts Angiographic
Benefit of Therapy in the Stanford Coronary Risk Intervention
Project, Circulation, 1996;94:2146-2153.
Uzman Biyolog Mevlut DurmuşBilim ve Gelecek Dergisi, Şubat 2007 (36)

20 Nisan 2007 Cuma

Kolesterol ilaçları zararlı


http://arsiv.zaman.com.tr/2003/08/11/icanadolu/h1.htm
Zaman gazetesinden alınmıştır. Tarih: 11.08.2003


Kolesterolün ilaçlarla düşürülmesi sağlığa zararlı’

‘Kolesterol’deki Kaos’ adlı bir kitap yazan Uzman Biyolog Mevlüt Durmuş, tıbbi yöntemlerle kolesterolü düşürmenin hiçbir yarar sağlamadığını, aksine hormonal dengeyi bozduğunu savundu.
Pek çok insanı etkileyen yüksek kolesterolün ilaçlarla düşürülmesinin insan sağlığına büyük zarar verdiği ve hormonal dengeyi bozduğu iddia edildi. Dünya çapında yaklaşık 200 milyon kişinin kullandığı kolesterol ilaçları yıllık 12 milyar dolarlık bir pazar oluşturuyor. Önümüzdeki 30 yıl içinde ise bu rakamların iki katına çıkması bekleniyor.
Kolesterolle ilgili çalışmalar yapan ve bu konuda bir ‘Kolesterol’deki Kaos’ adlı bir kitap yazan Uzman Biyolog Mevlüt Durmuş, tıbbi yöntemlerle kolesterolü düşürmenin hiçbir yarar sağlamadığını, aksine hormonal dengeyi bozduğunu savundu.
Durmuş, kitabında kolesterolle ilgili kabul edilen kanaatlerin aksine yeni bir teori ortaya attı. Bugüne kadar kolesterolün bir hastalık olarak değerlendirildiğini ve ilaçlarla yüksek kolesterolün düşürülmeye çalışıldığını söyleyen Durmuş, “Kolesterol sadece bir göstergedir. Başka bir hastalık nedeniyle ortaya çıkar. Tıpkı vücuda bir enfeksiyon girince kanda savunma hücrelerinin artması gibi. Yüksek kolesterolü bulunan hastalara sadece kolesterolü düşürücü ilaçlar veriliyor. Kolesterol düşürülüyor ama asıl sebep ortadan kaldırılmıyor.” dedi. Durmuş, herhangi bir kelosterol sorunu olmayan kişilerin ve genç sporcuların da aniden kalp krizi yaşamalarını teorisine ispat olarak gösterdi.
Kolesterol düşürücü ilaçların, vücudun hormonal dengesine zarar verdiğini, psikolojik rahatsızlıklara ve hücre ölümlerine neden olduğunu dile getiren Durmuş, kolesterolü düşürmek için diyet ve spor yapmanın en iyi yöntem olduğunu belirtti.
Büyük ilaç firmalarının kolesterol düşürücü ilaçların zararlı olduğunu bilmesine rağmen, ticari kaygılarla bunu sakladıklarını iddia eden Durmuş, “Günümüzde dünya çapında yaklaşık 200 milyon kişi kolesterol ilacı kullanıyor. Bunun faturası yaklaşık 12 milyar dolar. 2030 yılında 370 milyon insanın bu ilaçları kullanacağı tahmin ediliyor. Türkiye’de de bunun için önemli miktarda para harcanıyor.” diye konuştu.
Kolesterolle ilgili teorisine ‘Birleştirilmiş Total Lipoprotein Partikül Hipotezi’ adını veren Biyolog Durmuş, şöyle konuştu: “Kolesterol kanda tek başına bulunmaz, mutlaka taşıyıcı bir proteine ihtiyaç duyar. Bunlardan en önemlisi de apolipoproteinB adı verilen bir taşıyıcı proteindir. Kolesterol yüksekliği bütünüyle bu proteine bağlıdır. Bir kişinin kalp krizi riski taşıyıp taşımadığını anlamak için sadece kolesterole bakıyorlar, oysa proteinler de çok önemli. Damar tıkanıklığını önlemek için kolesterolle birlikte protein oranı da düşürülmeli. Sadece kolesterolü düşürmek hiçbir işe yaramaz. Kolesterolde bulunan bu çelişkiyi ortadan kaldırmak için yeni bir hipotez geliştirdim.”
Necip Çakır / Ankara
11.08.2003

19 Nisan 2007 Perşembe

Yumurta masalı çoktan bitti ama, bazıları yeni duyuyor

Yumurta sağlığa faydalı mı?

04/04/2007 ' http://www.moralhaber.net/haber_detay.php?haber_id=12946 dan alınmıştır.
''Kolesterolü artırdığı için yumurtadan, şişmanlattığı için karbonhidratlardan uzak durmalı ya da günde 8 bardak su içmeli'' gibi beslenme önerilerinin doğruluğu tartışılıyor.Reuters ajansına bilgi veren Doğu Washington Üniversitesinden fizyolog Wendy Repovich, kolesterolü yükselteceği efsanesinin yumurtanın sarısında bulunan kolesterol miktarının diğer ürünlerden daha fazla olması nedeniyle ortaya çıktığını, oysa yumurtada sağlık riski oluşturacak oranda bir kolesterol olmadığını söyledi.Çoğu insanın bu inanç nedeniyle yumurtadan uzak durduğunu belirten Repovich, kalp-damar rahatsızlığı bulunanlarda doktorun yumurtadan uzak durulmasını tavsiye edebileceğini, ancak günde bir ya da iki yumurta yemenin kolesterol düzeyinde farklılık oluşturduğunu gösteren araştırmalar bütünü olmadığını belirtti.Diyetlerden çıkarılan karbonhidratların şişmanlattığı konusundaysa Repovich, ortalama ölçülerde karbonhidratın doğrudan kilo artışına neden olmadığını söyledi.Repovich, günde 8 bardak su içme önerilerine ilişkin olarak da insanların günlük kaybettikleri suyu yerine koyma ihtiyacında olduklarını, ancak günde 2 litrelik bir suya gerek olmadığını belirtti.Ellerinde su şişeleriyle gezenleri hatırlatan Repovich, çoğu kişinin beslenmelerindeki diğer kaynaklardan da su ihtiyacını karşıladıklarını anlamadıklarını, aşırı suyun vücutta sodyum dengesizliğine neden olabileceğini kaydetti.
AA

Tıbba isyan eden doktor: Nortin Hadler

Gönderen: admin Tarih: 28.08.2005 Saat: 11:34
Yağlar- kolesterol-kalp hastalığı: Tıbba isyan eden doktor
admin Tarih: 28.08.2005 Saat: 11:34
ABD, Chapel Hill’deki North Carolina Üniversitesi’nden tıp profesörü Nortin Hadler, kalp ameliyatları üzerine yaptığı istatistiki araştırmalar sonucunda, binlerce kardiyolojik ameliyatın gereksiz yere ve sadece para kazanmak için yapıldığı kanaatine vardı ve yazdığı kitapla büyük bir tartışma başlattı. Orijinali Discover dergisinin Haziran 2005 sayısında özet Türkçe tercümesi 12.06.2005 tarihli Hürriyet-Bilim Dergisinde yayınlanan bu röportajı kaçırmayın..Amerikalı doktor Nortin Hadler, kalp ameliyatları üzerine yaptığı istatistiki araştırmalar sonucunda, binlerce kardiyolojik ameliyatın gereksiz yere ve sadece para kazanmak için yapıldığı kanaatine vardı ve yazdığı kitapla büyük bir tartışma başlattı. ABD, Chapel Hill’deki North Carolina Üniversitesi’nden tıp profesörü Nortin Hadler, son 30 yılını doktor meslektaşlarının tıbbi uygulamaları ile ilgili istatistikleri incelemekle geçirdi. Tıbbi uygulamaların yararlarına ilişkin çok çarpıcı sonuçlara ulaşan Hadler, özellikle bel ağrısı tedavisinde bazı ameliyatların gereksiz yapıldığı kanısında.
Son yıllarda kalp hastalıkları tedavisinde de, bypass ameliyatları ve anjiyoplasti gibi modern uygulamaların gerekliliği konusunda da ilginç değerlendirmelerde bulunuyor.Kalp hastalıkları ve diğer sağlık sorunları ile ilgili görüşlerini "The Last Well Person: How to Stay Well Despite the Health-Care System- Son Sağlıklı İnsan: Sağlık Sistemine Rağmen Nasıl Sağlıklı Kalınır- McGill-Queen’s University Pres, 2004" isimli kitabında yayımladı.
Aşağıda, Discover dergisinin (Haziran 2005 sayısı) kendi kolesterolünü ölçtürmeye bile gerek görmeyen bu doktorla yaptığı ilginç söyleşiden özet görüşler yer alıyor.

Soru: Kitabınızda pek çok insanın gereksiz yere by-pass ameliyatı olduğunu iddia ediyorsunuz. By-pass ameliyatları hangi koşullarda uygun değil?
Bu ameliyatları yapmak için ancak iki nedeniniz olabilir. Biri yaşam kurtarmak, diğeri belirtileri (semptomları) düzeltmek. Fakat nüfusun ancak çok küçük bir kısmı bu ameliyattan anlamlı bir yarar sağlar. Bunlar, sol ana koroner arterlerinde kritik hasar oluşmuş ve ayrıca angina bulunan kişilerdir. Angina, kalbe giden oksijen geçici olarak eksildiğinde göğüste hissedilen sıkıntı anlamına gelmektedir. Angina bir hastalık değil, bir belirtidir; nedeni genellikle koroner kalp hastalığıdır. Bir ya da daha çok sayıda koroner arter (kalbe kan taşıyan atar damarlar) kısmen ya da tamamen tıkandığında, koroner kalp hastalığı oluşur. Anginanın tersine, kalp krizinde (miyokard enfarktüsü olarak da anılır), kalbin bir bölümüne kan gidişi engellenir ve buradaki kalp kası ölür. Angina, ciddi bir kalp hastalığının ilk habercisi olabilir. 60 yaşında angina hastası 100 yaşlı erkeği ele aldığımız zaman yalnızca yüzde 3’ünde bu hasar görülür. Ve bu hasarın olup olmadığını da koroner arteriyogram (atardamarın boyalı maddeler ile görüntülemesi) ile görebiliriz. Dolayısıyla bu testi 100 hastaya uygularsınız, 3 aday ortaya çıkar. Fakat bu uygulamada hastaya zarar verme riski mevcuttur. Bu risk 100 kişide birdir. Sonuç olarak "Ben yüz kişiden birine zarar verme riskini göze alarak tedavi edebileceğim üç kişiyi saptayacağım" diyebilirim. Bu çok ilginç bir değiş tokuş olayıdır.

Soru: Siz by-pass ameliyatı olan insanların pek çoğunun gereksiz yere sıkıntı çektiğini mi söylemek istiyorsunuz? Herkes bir yakınının bu ameliyattan sonra kendini daha enerjik hissettiğine ve göğüs ağrılarının azaldığına tanık olmuştur.Bu incelemenin sonuçlarını duymak bazı insanları rahatsız edecek. Siz de buna dahil olabilirsiniz. Ben yalnızca bu konuda bir kez daha düşünmenizi istiyorum. Fakat insanlar anginanın aralıklarla ortaya çıkan bir hastalık olduğunu bilmez. Bu hastalık gelir ve gider. Bu rahatsızlığı bir ay boyunca çekip, daha sonraki bir ay rahat soluk almazsınız. Klasik kardiyologlar hastaların bu semptomlarla baş edebilmesi için kronik hastalıkların tedavisinde kullandıkları yöntemleri uygularlardı. 1960’lı ve 1970’li yıllara kadar, doktorlar nitrogliserin gibi ilaçlarla angina ağrılarını gidermeye ve hastalara her şey yoluna girinceye kadar beklemelerini öğretmeye çalışıyorlardı.

Soru: Ancak by-pass olan hastalarda bu ağrılar tamamen geçiyor. Bu da ameliyatın sıkıntılarına katlanmaya değmez mi?
Bu rahatlamanın ne oranda plasebo etkisine bağlı olarak ortaya çıktığını dikkate almanız gerekir. Eğer kontrol grubu ile bir deney yaparsanız, bunun ayırımına varırsınız. Angina hastası olan gurubun yarısına yalnızca küçük bir kesikten oluşan "yalancı" bir operasyon uygulanır, diğer yarısı ise spesifik bypass ameliyatını olur. Bu iki gurubun içinde ağrılarının hafiflediğini söyleyenlerin eşit miktarda olduğunu göreceksiniz. Angina, plasebo etkisine çok duyarlı bir hastalıktır, çünkü ağrı beklentisi ağrıların sıklığını artıran bir unsurdur. FDA’nın onayından geçmiş bir takım ilaçların angina sıkıntılarının yüzde 55’ini geçirdiği görüldü. Plasebo deneylerinde ilaçlar yüzde 45 oranında etkiliydi. Ameliyatların ağrıları azalttığı kanıtlansa bile, bu rahatlamanın bypass ameliyatlarının neden olduğu risklere değip değmediğini düşünmeniz gerekebilir. Bu risklerin başında şiddetli depresyon gelir. Ayrıca ameliyat olan hastaların üçte birinde bellek kaybı oluşabilir. Pek çoğu tekrar çalışamaz hale gelebiliyor. Ayrıca önemli ameliyatların hepsinde görülen riskler by-pass ameliyatlarında da söz konusudur.

Soru: By-pass ameliyatları, anjiyogram ve kolestrol düşürücü ilaçlarla ilgili araştırmaları incelediniz ve bu uygulamaların istatistiksel olarak anlamsız olduğunu gördünüz. Ne var ki bu üç uygulamanın yaygın bir şekilde kullanılmasından sonra yaşam süresinin uzadığı da görülüyor. Yaşamı kalp hastalıkları tedavisinde izlenen bu gelişmeler uzatmıyorsa ne uzatıyor?
Yaşam süresinin uzama trendi kalp müdahalelerinden önce başladı. Yaşam süresi ile ilgili epidemiyolojik araştırmalara bir göz atarsak, bunun gizinin iki soruda yattığını görürüz. Bunlardan biri: "Sosyal statünüzden memnun musunuz? Ve İşinizden memnun musunuz?" Sosyoekonomik statü ile ilgili soruda amaç gelir düzeyidir. Başka bir deyişle belirli bir bölgede gelir grupları arasındaki uçurum ne kadar az ise insanların ömrü uzundur. Eğer gelir düzeyleri arasındaki fark çok derinse, ömür kısalır. Bunlar çok güçlü ilişkilerdir. Kısaca uzun ömrün sırrı modern tıpta değil, modern toplumdadır.Soru: Diyelim ki mucize bir hap çıktı ve bu hap kalp krizinden ölümleri azalttı. Bu durumda insan ömrünün daha da uzayacağını söyleyebilir miyiz?Bu durumda da yaklaşık 85 yaşlarında ölürüz. İnsanlar bu yaşta kalp krizi nedeniyle yaşamını yitiriyorsa, ölüm nedenleri yalnızca kalp krizi değildir -teşhis kalp krizi olsa dahi-. Ölüm nedeni bu yaşta çok sayıda hastalığın bir araya gelmesidir veya toplumda bilindiği gibi yaşa bağlı zayıflık ve tükenmişliktir. Bu, ölüm nedenlerinin başında gelir.

Soru: Ameliyatların pek çok riski var ve acı veriyor. Peki kolesterol düşürücü statinlere niye karşısınız?
Kolestrol düzeyi normal olan, 45 ile 65 yaşları arasındaki erkeklerde, gelecek beş yıl içinde ölme riski, yüksek serum kolesterollü aynı kategorideki erkeklere göre, yüzde 1 oranında daha azdır. Bugüne dek yapılmış en kapsamlı çalışma yüksek kolesterollü 3.000 erkek üzerinde yapıldı. Bu denekler beş yıl boyunca her gün bir statin kullandılar. Diğer taraftar kontrol grubundaki benzer nitelikteki 3.000 erkek plasebo kullandı. Deneyin sonunda iki grup arasında kalp-damar hastalıklarından ölme riskinin aynı olduğu görüldü. Statinler, ailesinde genç yaşta kalp hastalığı vakası görülen insanlarda kalp krizi riskini azaltıyor. Ancak bu çok küçük oranda bir hasta gurubunu işaret eder. Bu verilere bakarak kalp krizi geçirmiş hastalarda statinlerin yararlı olduğunu söyleyebilirsiniz. Ancak diğerleri için olası yarar çok marjinaldir ve klinik olarak anlamsızdır.

Soru: Siz 62 yaşındasınız. Kolesterolünüzü kontrol ettiriyor musunuz?
Bilmek istemiyorum. Beni herhangi bir ölçüm ile damgalarsanız, benim kendimi iyi hissetmeme engel olursunuz. Benim bu tür ölçümlerden elde edeceğim bir yarar yok. Eğer bir doktor benden habersiz kolesterolümü ölçerse çok kızarım. Bana göre bu bilimin ihlalidir. Bu tür bir ölçüm gereksiz yere kendimi kötü hissetmeme neden olabilir.

Soru: İstatistikler müdahaleci kordiyolojiyi haklı çıkartmıyorsa, bu kadar çok by-pass ameliyatının yapılmasının nedeni ne?
Para. Amerika’daki hemen hemen her hastanede müdahaleci kardiyoloji uygulanır. Gayri safi milli hasılanın büyük bir kısmını bunlar oluşturur. Bu ülkede her yıl yarım milyon by-pass ameliyatı ve 650.000 koroner anjiyoplasti yapılıyor. Bu operasyonların maliyeti ortalama 28.000 dolar ile 60.000 dolar arasında değişir. Bu gelir transferinden pek çok insan yarar sağlıyor. Ancak hiçbir Batı Avrupa ülkesinde bu kadar fazla sayıda kardiyolojik müdahale yapılmıyor. Üstelik burada yaşayan insanlar da ABD’liler kadar uzun yaşıyor.

Soru: Kitabınız kardiyologların alacağı kararları etkileyecek mi sizce?
Benim amacım bir tartışma başlatmak.

Soru: Hastalar sizin eleştirilerinizden nasıl etkilenecek?
Bence hastaların işi doğru insanı, doğru doktoru bulmak. Bulacağınız doktor sizin geçmişinizle ilgili öykünüzü dinleyecek, olası tedavinin artı ve eksilerini sizinle tartışacak nitelikte olmalıdır. Ancak sistem böyle kurulmamıştır. Sistem devasa bir iş modeli olarak kuruludur. Bütün doktorların yalnızca para peşinde koştuğunu söylemiyorum. Eğer sistemi ben kursaydım kardiyologların kalp ile değil, kalp hastası insanlar ile ilgilenmesini sağlardım. Eğer baştan beri bunu yapsalardı pek çok insana anjiyoplasti uygulamazlardı.

Soru: Yaptığınız istatistiksel analiz çok emek istiyor ve sonuçta elde edilen veriler insanları rahatsız ediyor. Bu tür bir çalışmayı ne amaçla yürütüyorsunuz?
Ben tıp eğitimini bir nevi din adamlığı gibi görüyorum. En azından ben böyle hissediyorum. Klasik Yunan uyarısında olduğu gibi "zarar verme" öğüdüne uymak istiyorum. Modern istatistiğin yardımıyla şu soruyu sorabiliyorum artık: Herkesin gittiğin yoldan giderek iyilik mi yapıyorum? Bir eğitimci olarak bu benim hayatımın ana teması.

Soru: Bu iddialarınız modern kardiyak uygulamaları üzerine bir kez daha düşünmemize yol açıyor. Tıbbi çevrelerden gelen tepkiler sert mi oldu?
Öyle denemez. Journal of the American Medical Association isimli dergi bu çalışmama çok olumlu yaklaşmış. Dergideki yazıyı annem yazsa idi ancak bu kadar ılımlı olurdu.

beslenmebulteni.com'dan alınmıştır

Yoksa kolesterol bir günah keçisi mi?

beslenmebulteni.com'dan alınmıştır.
Gönderen: admin Tarih: 25.04.2005 Saat: 21:49
Yağlar- kolesterol-kalp hastalığı: Yoksa kolesterol bir günah keçisi mi?
admin Tarih: 25.04.2005 Saat: 21:49

Ünlü Chest dergisinin Şubat 2005 sayısında yayınlanan bir makaleye göre ilaç tedavisine ek olarak kolesterolden zengin diyet uygulanması akciğer tüberkülozlu (veremli) hastaların balgamlarındaki verem mikrobununun daha çabuk temizlenmesini sağlıyor (1). Beslenme bülteninin bu sayısında Chest dergisindeki bu makale nedeni ile uzun süredir okurlarımızın merak ettikleri besinlerimizdeki kolesterol sağlığımıza zararlı mıdır? Konusu işlenecektir.
Kolesterolden zengin gıdalar akciğer tüberkülozlu (veremli) hastaları daha çabuk düzeltiyor

Bahsedilen araştırma Mexico Ulusal Solunum Hastalıkları Enstitütüsü’nden Dr. Mario H. Vargas ve arkadaşları tarafından yapılmış.

Araştırıcılar literatürde verem hastalığında kolesterol düşüklüğünün (hipokolesterolemi) sık görüldüğünü ve hastalığın ölümcüllüğünü arttırabileceği bulgularından hareket ederek kolesterolden zengin bir diyetin balgamdaki verem mikrobununun kaybolmasını hızını etkileyip etkilemediğini incelemişler.

Araştırma 21 erişkin akciğer tüberkülozlu hasta üzerinde yapılmış. Bütün hastalar izoniazid + rifampisin + pirazinamid + etambutol ‘den müteşekkil dört tüberküloz ilacı almışlar. Hastaların hiçbirinde tüberküloz ilaçlarına karşı bir direnç yokmuş ve hepsi AIDS (-) imiş. Çalışma 8 hafta sürmüş.

Hastalar iki gruba ayrılmış. Her iki grupta da kalori miktarı (2500kcal/gün) ve dağılımı benzer imiş. Kolesterolden zengin diyet alan gruptaki (deney grubu) günlük kolesterol tüketimi 800mg iken kontrol grubunda bu değer 250 mg imiş. Hem çalışma (136.7 mg/dL) hem de kontrol grubunun (157.9 mg/dL). Kan kolesterol düzeyleri ortalama Meksikalılarınkinden (190 mg/dL ) oldukça düşük imiş.

Kolesterolden zengin diyet alan grupta balgamdan mikrop temizlenmesi ortalama 14 gün sürerken bu sayı kontrol grubunda 28 gün imiş. Grupların 2. ve haftadaki balgamdan mikrop temizlenme oranları tabloda görülmektedir.




Kolesterolden zengin diyet alan grup
(10 hasta)

Normal kolesterollü diyet
alan grup
(11 hasta)

1. haftada balgamdan mikrop temizlenme oranı
2. haftada balgamdan mikrop temizlenme oranı
3. haftada balgamdan mikrop temizlenme oranı
4. haftada balgamdan mikrop temizlenme oranı

%0(0)
%80(8)*
%90(9)
%90(9)

%0(0)
%9(1)*
%45(5)
%73 (8)

* p = 0.0019 (Aradaki farkın tesadüfe bağlı olma olasılığı binde iki gibi çok düşük bir rakam)

Her iki grupta da kolesterol düzeyleri 3 hafta içinde ortalama 200 mg/dL dolaylarına çıkarak plato yapmış. Fakat bu sırada HDL (iyi denilen kolesterol) değerleri, LDL’ye göre daha çok yükseldiğinden total kolesterol/HDL (2.7 den 1.5’e) ve LDL/HDL (3.3 den 1.8’e ) oranı azalmış.
Her iki grupta nefes darlığı ve öksürük aynı derecede azalmış, fakat yüksek kolesterol alan grupta balgam miktarı daha erken azalmış.
Yazarlar elde ettikleri sonuçlar ile kolesterolden zengin gıdanın tüberküloz tedavisinin ayrılmaz bir parçası olması gerektiğini vurgulamışlardır.

Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın Yorumu
Tüberküloz eski çağlardan beri insan ırkını tehdit eden büyük hastalıklardan biridir. 1944 yılında streptomisinin piyasaya çıkması ile tedavide yeni bir çığır açılmış ve streptomisini çok sayıda başka tüberküloz ilaçları takip etmiştir.
Günümüzde akciğer tüberkülozunun tedavi başarısı %90’ın üzerindedir. Fakat çok sayıda ilaç kullanılması ve tedavi süresinin uzun olması (6 ay-1 yıl) tedaviye uyumu güçleştirmektedir. Öte yandan tüberküloz ilaçlarına karşı gelişen direnç, sorunu daha da ağırlaştırmaktadır. Bu nedenle tedavinin seyrini olumlu yönde değiştirecek ve tedavi süresini azaltacak yöntemlere ihtiyaç büyüktür.
Pérez-Guzmán ve arkadaşlarının çalışmaları bu bakımdan çok önemlidir. Daha önceki birçok yazımızda ve konferansımızda kolesterol fobisinin insan sağlığı üzerine olan kötü etkilerinden çok bahsetmiştik. Bu çalışma da bizim gibi düşünenleri haklı çıkartmaktadır.
Manipüle edilmiş bilimsel(!) çalışmalar ile insanlarda önce kolesterol fobisi oluşturan daha sonra da onlara yağsız ya da yarı yağlı yiyecekler ile kolesterol ilaçları satan ilaç ve gıda sanayicileri yılda yüz milyarlarca dolarlık cirolar yaparak karlarına kar katarken insan sağlığını büyük ölçüde tehlikeye atmaktadırlar.
Gerek bu çalışmada gerekse de daha önce yapılmış çalışmalarda tüberkülozlu ya da kalp-dışı müzmin hastalığı olan kişilerde kan kolesterol düzeyinin düşük olduğu ve bu düşüklüğün ölümcüllük (mortalite) ile ilişkili olduğu gösterilmiştir (2-4).
Kolesterol hücre zarında yapıtaşı olarak bulunan yağların yaklaşık %30’unu oluşturur. Bütün hücrelerin yapısında kolesterol bulunmak zorundadır. Kolesterolün moleküler yapısı suda erimesini imkansızlaştırır. Hücre duvarlarında bulunan su geçirmez özellikteki kolesterol, hücre iç ortamını dış etkilerden korur(5). En çok kolesterol dış etkilerden en az etkilenmesi gereken sinir dokusunda bulunur. Kolesterol hücre zarının akışkanlığını sağlar.
Kolesterol sitotoksik (hücre zehirleyici) T-lenfositleri uyararak mikropların öldürülmesine yardımcı olur (6,7). Kolesterol hücre zarında bulunan enzimler ve diğer maddeler aracılığı ile akyuvarların mikropları yutmasını (fagositoz)sağlar(8).
Çok sayıda laboratuar çalışmasında lipid (yağ) ve kolesterol eksikliğinin bulaşıcı hastalıkların şiddetini artırdığı saptanmıştır(9-23).
19 çalışma ve 68 406 ölümü içeren bir meta-analiz incelemesinde görülmüştür ki kan kolesterol düzeyi azaldıkça solunum ve mide-bağırsak hastalıklarından (özellikle bulaşıcı olanlar) ölüm artmaktadır (24).
120 000 kişi üzerinde 15 yıl süre ile yapılan bir araştırmada kan kolesterol düzeyi düşük olanlarda, bulaşıcı hastalıklardan hastaneye başvuruda bulunanların sayısının kolesterolü yüksek olanlara göre daha fazla olduğu görülmüştür (25).
2446 bekar erkek üzerinde 14 yıl süre ile yapılan bir araştırmada kolesterol düzeyi düşük olanlarda AIDS rizikosunun daha fazla olduğu saptanmıştır(26). Bir başka çalışmada kan kolesterol düzeyi düşük AIDS’li hastaların daha fazla öldüğü görülmüştür (27).
Kanser tedavisine bağlı ateşli nötropenisi (çok çekirdekli akyuvar düşüklüğü) olan 17 hasta inclenmiş. Altısı ölmüş. Bunlarda tedavi sırasında kan kolesterol düzeyleri yükselmemiş. Yaşayan 11 hastanın başlangıç kan kolesterol düzeyi ölenlerden yüksekmiş. Bunlarda tedavi sırasında kolesterol yükselmiş ve kolesterol düzeyleri iyileştikten sonra normale inmiş (28).
Smith-Lemli-Opitz sendromunda (7-dehidrokolesterol 7-redüktaz enziminin doğuştan yetersizliği) kolesterol sentezi çok düşüktür. Bu hastalarda çok sayıda malformasyon ve sık geçirilen enfeksiyonlar vardır. Bu hastalara ilave kolesterol verildiğinde enfeksiyonlar azalmaktadır (29).
Ailevi hiperkolesterolemisi olan kişilerde de enfeksiyon hastalıklarından ölüm daha az olmaktadır (30).
Kolesterolü yüksek kişilerde karın içi enfeksiyonlarının daha çabuk iyileştiği gözlemlenmiştir(31).
Kandaki yüksek kolesterol düzeyi koroner kalp hastalığına neden mi oluyor yoksa koroner kalp hastalığını önlüyor mu?
Çeşitli ülkelerde, çeşitli hastalıklarda ve çeşitli etnik gruplarda yapılan çok sayıda araştırmaların bir çoğunda kan kolesterol düzeyleri ile koroner kalp hastalığı arasında ya da ölüm sıklığı arasında bir ilişki bulunamamış (32-51). Yani bu araştırmalara göre kolesterolü yüksek olan kişilerdeki koroner kalp hastalığına yakalanma ve ölüm sıklığı kolesterolü normal olan kişilerdekinden daha yüksek değilmiş.
Bu araştırmaların bazılarında ise kan kolesterol düzeyleri yüksek olanlarda koroner kalp hastalığına yakalanma sıklığının azalmış olduğu (41,46,51), hatta kan kolesterol düzeyleri yüksek olanlarda (44, 48) yaşam süresinin daha uzun olduğu saptanmıştır.
Diyetteki yüksek kolesterol düzeyi koroner kalp hastalığına yol açar mı?
Günümüz diyetinde kalp hastalığına neden olduğu iddiası ile kolesterol ve doymuş yağlar yerine kolesterol içermeyen margarin ve çoklu doymamış sıvı yağları (mısır, soya, ayçiçeği) önerilmektedir.
Kore savaşında ölen Amerikan ve Japon genç askerlerin otopsilerinde aterom plaklarının gelişmesi incelendiğinde az doymuş yağ yiyen Japonlar ve çok doymuş yağ yiyen Amerikalılar arasında ateroskleroz (damar sertliği) açısından bir fark bulunmamış (52,53).
Afrikalı Samburular günde 6-7 litre çiğ süt ve yarım kilo kadar et tüketirler. Ortalama Bir Amerikan vatandaşının tükettiği kolesterolün 2 katından fazlasını tüketmesine rağmen, Samburuların kan kolesterol düzeyleri (170 mg/dL) Amerikalılara göre son derece düşüktür (54).
Kırsal kesimde yaşayan Kenyalı Masailer günde 2 litre süt, 1-2 kilo kadar et yerler. Buna rağmen ortalama kan kolesterol düzeyi dünya ortalamasından düşüktür. Fakat şehre indiklerinde çok daha az kolesterollü gıda tüketmelerine karşın kolesterol düzeyleri kabiledeki akrabalarından daha yüksek olmaktadır (55,56).
Somalide sadece sütle beslenen kabilelerde hemen hiç koroner kalp hastalığı görülmemektedir (57).
ABD’de 20. yüzyılın başında koroner kalp hastalığından ölüm neredeyse hiç yok iken, daha sonraki yıllarda büyük bir patlama olmuştur. 20. yüzyılın başında daha fazla kolesterol tüketilmektedir. Daha sora margarin ve sıvı (mısır, soya, ayçiçek) yağların kullanılmasında müthiş bir patlama olmuştur. Sonuç ortadadır (Aşağıdaki grafiye bakınız).
Diyetteki yüksek kolesterol düzeyi koroner kalp hastalığına yol açmıyorsa gerçek neden nedir?
Günümüzde aterosklerotik kardiyovasküler hastalıklar “kolesterol depo hastalığı” olarak değil “düşük yoğunluklu sistemik enflamatuar hastalık” olarak kabul edilmektedir (CRP artışı ile endirekt olarak gösterilebilir) (58-62).
Hayvan çalışmaları Il-6 ve tümör nekroze edici faktör-alfa’nın ateroskleroz sürecini hızlandırdığını göstermektedir(63). Omega-3 yağ asitleri, antienflamatuvar (iltihap önleyici) etkileri ile koroner kalp hastalığı gelişimini yavaşlatırlar. Rafine edilmiş gıdalardan uzak durarak ve bunların yerine doğal gıdaları yiyerek kronik iltihap rizikosu azaltılabilir.
Diyetteki yüksek kolesterol düzeyi koroner kalp hastalığına yol açmadığına göre 20. yüzyılın en büyük yalanı niçin sürdürülüyor?
Önce şu soruyu soralım. Mevcut durumdan kimler yararlanmaktadır?
İlaç sanayisi, margarin ve sıvı yağ sanayisi, düşük yağlı diyet sanayisi, kalp ile uğraşan özel hastahaneler ve buralara malzeme ve alet satan firmalar. Bu piyasanın cirosu trilyonlaca dolar ile ifade edilmektedir. Rantın sürdürülebilmesi ancak yalanın sürdürülmesi ile mümkündür. Medya organlarının çoğu mevcut durumdan beslendiği için bu gerçekleri yeterince yazmadığı gibi kolesterol yalanını sürdürmektedir.
Ne yapmalı?
· Un ve şekerden mamül gıdaların tüketiminin minimale indirilmesi
· Margarin ve sıvı (mısır, soya, ayçiçek) yağların kullanılmaması
· Bunların yerine hayvani yağların ve zeytin yağının yenilmesi (dedelerinizin yaptığı gibi)
· Günde en az 1 gr balık yağı ve 250- 1000 mL kefir tüketilmeli
· Et, süt ürünleri, yumurta, sebze meyve ve kabuklu kuru yemiş tüketilmesi
· Günde 3-5 dakika kültür fizik yapılmalı ve yarım saat yürünmeli
· Güneşlenilmeli ve erken yatıp erken kalkılmalı
(Geniş bilgi için taş devri diyet listesine bakınız.
Bu öneriler sizi sadece kalp hastalığına karşı değil diğer müzmin hastalıklardan da korur.
Sonuçlar
· Kolesterol bir zehir değil , hücrelerimiz için çok hayati bir maddedir.
· İyi (Cici!) kolesterol (HDL), kötü (Kaka!) kolesterol (LDL) diye bir şey yoktur. Sizden iyi olmasınlar her ikisi de görevlerini yaptıkları sürece iyidirler.
· Kolesterolün kendisi tehlikeli değildir, hatta yararlıdır, fakat onu yükselten neden tehlikelidir ya da tehlikeli olabilir.
· Vücudumuzda günde 2000-2500 mg kolesterol yapılır.
· Dışardan alınan ne kadar az ise içeride yapılan o kadar fazladır.
· Diyet ile alınan kolesterolün kan kolesterol düzeyine hemen hemen hiçbir etkisi yoktur. Boşuna ağzınızın tadını bozmayın!!
· Kan kolesterol düzeyi normal hatta düşük olan kişilerde de yüksek olanlar kadar ağır ateroskleroz gelişebilir.
· Koroner kalp hastalığı olanların yarısından fazlasında kolesterol düzeyi normaldir.
· Bir maddenin hem azı, hem normali hem de fazlası aynı hastalığa yol açtığını iddia etmek saçmalıktır.
· Koroner kalp hastalığının gerçek nedeni düşük yoğunluklu ateşsiz müzmin iltihaptır.
Ek-1 Tereyağının yararları
En iyi A vitamini kaynağıdır.
Lesitinden zengindir.
Yüksek oranda antioksidan (kolesterol, A vit, E vit, selenyum) içerir.
İyi bir iyot kaynağıdır.
Konjuge linolenik asitten (CLA)zengin olduğu için, antienflamatuvar,
antiallerjik ve antikansorejenik etkileri vardır.
Diş çürükleri ve osteoporoz riskini azaltır.
Ek-2 Tereyağının yararları
Maküler dejenerasyonu azaltır (lutein)
Yüksek kolesterolü azaltır!!!(kolin)
Bellek ve öğrenme kapasitesini artırır (kolin)
Asetilkolini artırır
Yumurta sarısı kalsiyumdan ve karotenoidlerden zengindir
Çinko içeriği yüksektir
Magnezyum içeriği yüksek (migren, fibromiyalji vb
Antioksidan ve antienflamatuvardır.
Omega-3’ten zengindir (Özgür dolaşan tavuklar!)
A, D, K vitaminleri, demir, selenyum, riboflavin, ve niasinden zengindir.
Kaynaklar

1. Pérez-Guzmán C, Vargas MH, Quiñonez F, Bazavilvazo N, Aguilar A. A Cholesterol-Rich Diet Accelerates Bacteriologic Sterilization in Pulmonary Tuberculosis. Chest. 2005;127:643-651
2. Taylor, GO, Bamgboye, AE Serum cholesterol and diseases in Nigerians. Am J Clin Nutr 1979;32,2540-2545
3. Harris, T, Feldman, JJ, Kleinman, JC, et al The low cholesterol-mortality association in a national cohort. J Clin Epidemiol 1992;45,595-601
4. Kozarevic, D, McGee, D, Vojvodic, N, et al Serum cholesterol and mortality: the Yugoslavia Cardiovascular Disease Study. Am J Epidemiol 1981;114,21-28[Abstract]
5. Cooper RA Abnormalities of cell-membrane fluidity in the pathogenesis of disease. N Engl J Med 1977;297,371-377
6. Drabowsky, MP, Peel, WE, Thomson, AER Plasma membrane cholesterol regulates human lymphocyte cytotoxic function. Eur J Immunol 1980;10,821-827
7. Heiniger, HJ, Marshall, JD Cholesterol synthesis in polyclonally activated cytotoxic lymphocytes and its requirements for differentiation and proliferation. Proc Natl Acad Sci U S A 1982;79,3823-3827
8. Gatfield, J, Pieters, J Essential role for cholesterol in entry of mycobacteria into macrophages. Science 2000;288,1647-1650
9. Gallin JI, Kaye D, O’Leary WM. Serum lipids in infection. N Engl J Med 1969; 281:1081–6.
10. Fiser RH, Denniston JC, Rindsig RB, Beisel WR. Effects of acute infection on cholesterolgenesis in the Rhesus monkey. Proc Soc Exp Biol Med 1971; 138:605–9.
11. Bhakdi S, Tranum-Jensen J, Utermann G, Füssle R. Binding and partial inactivation of Staphylococcus aureus a-toxin by human plasma low density lipoprotein. J Biol Chem 1983; 258:5899–904.
12. van Lenten BJ, Fogelman AM, Haberland ME, Edwards PA. The role of lipoproteins and receptor-mediated endocytosis in the transport of bacterial lipopolysaccharide. Proc Nat Acad Sci USA 1986; 83:2704–8.[Abstract]
13. Flegel WA, Wolpl A, Mannel DN, Northoff H. Infect Immun 1989; 57:2237–45.
14. Cavaillon JM, Fitting C, Haeffner-Cavaillon N, Kirsch SJ, Warren HS. Cytokine response by monocytes and macrophages to free and lipoprotein-bound lipopolysaccharide. Infect Immun 1990; 58:2375–82.
15. Weinstock C, Ullrich H, Hohe R, Berg A, Baumstark MW, Frey I, Northoff H, Flegel WA. Low density lipoproteins inhibit endotoxin activation of monocytes. Arterioscler Thromb Vasc Biol 1992; 12:341–7.
16. Losche W, Krause S, Pohl A, Pohl C, Liebrenz A, Schauer I, Ruhling K, Till U. Functional behavior of mononuclear blood cells from patients with hypercholesterolemia. Thromb Res 1992; 65:337–42.
17. Feingold KR, Grunfeld C. Role of cytokines in inducing hyperlipidemia. Diabetes 1992; 41(suppl. 32):97–101.
18. Flegel WA, Baumstark MW, Weinstock C, Berg A, Northoff H. Prevention of endotoxin-induced monokine release by human low- and high-density lipoproteins and by apolipoprotein A-I. Infect Immun 1993; 61:5140–6.

Yaşasın Tereyağı

Gönderen: admin Tarih: 14.04.2007 Saat: 11:48
Yağlar- kolesterol-kalp hastalığı: Yaşasın tereyağı!
admin Tarih: 14.04.2007 Saat: 11:48

BESLENMEBULTENİ.COM, İYİBİLGİ.COM'DAN ALINMIŞTIR

Takke düştü, margarin göründü, bir nesil margarinle çürüdü! Artık gönül rahatlığıyla tereyağı yiyebilirsiniz. Kalp hastalarına uzun yıllardır yasaklı tereyağı aklandı!

Yaşasın tereyağı!
Hangi yağ daha sağlıklı? Bitmek bilmeyen bir tartışma bu. 90 yaşına kadar kuyrukyağı, tereyağı yiyen dedelere mi inanmak lazım, hayvansal yağlar kolesterol yapar diyerek doktorları, kalp vakıflarını dahi etkilemiş olan margarin lobisine mi?

Margarin kuşağı
Türk mutfağı uzun yıllardır margarin istilası altında. Margarinin ülkemize giriş hikayesi 28.03.2004 tarihli Sabah gazetesinde şu sözlerle anlatılıyor: “Türk halkı için bir dönem margarinin tek bir adı vardı o da Vita. Sarı kutusu içindeki Vita hemen her evde bulunurdu. Vatandaşın zihnine öyle bir yerleşti ki, yıllar boyunca tüm margarinlerin ortak adı Vita oldu”.

O yıllarda Vita`nın reklamlarına dönemin Türk Sanat Müziği`nin ünlü ses sanatçılarından Güzide Kasacı çıkıyordu. Kasacı, meşhur kahkahasının eşliğinde Vita ile türlü pişirirdi. Vita`nın Türkiye`de bu denli tutması aslında üretici şirket Unilever`in yöneticilerini de çok şaşırtmış. Öyle ki Unilever`in tarihçesinde dönüm noktaları arasında yer alıyor.

O dönem şöyle anlatılıyor: "Vita`nın Türkiye`de üretilip satılmaya başlanması bir Uzakdoğu gezisinden dönen iki Unilever yöneticisinin İstanbul`a uğraması ile gündeme gedi. Küçük bir araştırmayla Türkiye`de margarin ihtiyacı saptandı. Ardından Unilever ile Türkiye İş Bankası arasında kurulan ortaklık için gerekli izin belgesi hükümet tarafından imzalandı ve 5 Ocak 1953 yılında Bakırköy Margarin Fabrikası üretime geçti. Açılışta dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar da vardı. Haftada 50 ton Vita, 20 ton Sana üretimi başladı." Ancak Vita kısa sürede Sana`yı sollayıp geçti. Bu 1970`e kadar böyle devam etti. 1970`te Unilever`in tarihçisinde "önemli bir gün" diye şu not düşüldü: "İlk defa Sana üretimi, Vita üretimini geçti!"

Sana ve Vita imdadımıza yetişir...
Güzel mahallelerimizde sardunyalarımızı diktiğimiz sarı tenekeli Vita ve uğruna kuyruklarda beklediğimiz Sana işte böyle girdi hayatımıza. 50’lerde 60’larda yaşayıp da margarine dokunmamış olan yok gibi. Hatta film yönetmeni Ömer Lütfü Akad margarinin o yıllarda filmini çekmiş: "Tarladan Fabrikaya Bitkisel Yağın Elde Edilişi" isimli bir belgesel...

Unilever Magazin’in Nisan-Mayıs 2003 sayısındaki söyleşisinde Akad, o senelerdeki margarin çılgınlığını çok güzel özetliyor: “O yıllarda Sana ve Vita yağları vardı. Biz hem Sana'yı hem de Vita'yı kullanıyorduk. Başka yağ da yoktu zaten. O zamanlar Türkiye'de ciddi yağ sıkıntısı çekiliyordu. Tereyağı kullanma alışkanlığı yerini yavaş yavaş margarine vermeye başlamıştı. Margarin çıkmadan önce çoğunlukla Urfa ve Trabzon tipi yağları kullanıyorduk. Bir de zeytinyağı kullanıyorduk. O zamanlarda ülkeye bu yağlar yetmez oldu. Urfa ve Trabzon yörelerinden de yağlar gelmez olmuştu. Bu yağ ihtiyacına Sana ve Vita yetişti.”

Yemek dergileri ve gazeteler de imdada yetişir...
90’lı yılların başında Türkiye’nin ilk yemek dergisi çıktığında sevinçten havalara uçtum. Almanyalardan kırk yılda bir sipariş edebildiğimiz dergilerin yerli versiyonu olacaktı.

Gerçekten de Alman dergilerinin yerli versiyonu oldu ilk yemek dergimiz “Mutfak Rehberi”. İki Alman yemek dergisiyle yapılan işbirliği oradan tariflerin tercüme edilmesine ve diaların aynen kullanılmasına olanak sağlamıştı. Alman dergilerinden tercüme yapılırken değiştirilen bir kalem vardı... Orijinal dergideki “tereyağı” Türkçe tercümede “margarin”e dönüştürülüyordu. O dönem derginin patronlarından Emel Başdoğan margarine duyulan bu sempatinin tamamen duygusal olduğunu “Bize tereyağı firmaları değil, margarinciler reklam veriyor. Tabi ki tariflerimizde margarin yazacağız.” diyerek ifade etmiştir.

Daha sonra çıkan Sofra, Lezzet gibi önemli yemek dergileri de margarin modasının sıkı takipçileri olmuşlardır. Gazetelerdeki yemek yazarları da margarinli tariflerin lale devrine katkıda bulunurlar. Gazeteler margarinli tarifler dağıtırlar. Ünlü gurmeler margarinli tariflerin verildiği şahane kitapçıklar hazırlarlar. Margarin kulakçıkları kesilir, kitapçıklar alınır.

Doğal olarak, komşular arasındaki tarif alışverişlerinde de hangi marka margarinin kullanıldığı yazılır. Koskoca yemek yazarlarından iyi mi bilecektir ev hanımları?

Yağsız doktorlar...
Ülkemizde margarinin bu kadar sevilmesinde yemek dergileri, gazetelerdeki yemek tarifleri ne kadar rol oynadıysa, beslenme uzmanları ve doktorlar da o kadar oynadı. Yağsız süt, yağsız yoğurt, yağsız kırmızı et, beyaz et, hindi eti yememizi tavsiye etti beslenme uzmanları.
Doktorlar da yağsız hayatın sözcülüğünü üstlendiler. Hastalarına margarin yemelerini önerdiler.
Margarin iyice içimize işlerken tereyağı sessiz sedasız demode, tutucu sofralarda tutunmaya çalışmıştır.

Tereyağı kullanan pastane kaldı mı?
Aslında evde hangi yağı kullandığınız o kadar da önemli değil! Dışarıda yediğimiz hemen her şey kötü yağlarla yapılıyor çünkü (Kötü yağlar derken hangilerini kastettiğimizi Serkan Yimsel’in kitabından aşağıda verdiğimiz bölümde okuyacaksınız).

Tereyağıyla kıyaslandığında margarin çok daha ucuz. Buzdolabında yer ayırmak da gerekmiyor; oda sıcaklığında saklanabiliyor. Hal böyle olunca kendi yağlarında kavrulan küçük pastanelerin, margarine neden yöneldikleri anlaşılıyor.

Peki ya köklü pastaneler, ünü İstanbul’u aşmış yerler? İstanbul’un en ünlü pastanelerinden biri de Taksim’deki Gezi Pastanesi’dir. Geçen sene, “Hangi ürünlerinizde tereyağı kullanıyorsunuz?” diye sorduğumda sadece kruasanı göstermişlerdi. Ya Beyaz Fırın? Kardeşimin çok sevdiği bir poğaçası varmış, birlikte gittik dükkana. Gerçekten güzel yapmışlar. Hemen kasiyere soruyorum poğaçada ne yağı olduğunu. Margarin kullanıyorlarmış. Gerekçe de müşterilerin tereyağı kokusundan hoşlanmamaları...

“Kokuyor, pahalı” demeden sadece ve sadece tereyağı kullanan dürüst yerler de var. Beşiktaş’taki Kafadaroğlu Baklavacısı, Erenköy’deki Develi Kayseri Evi aklıma ilk gelenler...

New York’ta bir iki sene içinde lokanta-pastane gibi yerlerde trans yağların kullanımı tamamen yasaklanacak. Darısı Türkiye’nin de başına...
Margarin kullandıkları için sadece pastaneleri suçlamak haksızlık olur. Hidrojenize nebati yağ, trans yağ isimleriyle malzemeler listesinde margarine yer veren birçok ürün var; bisküvi, cips, kek gibi.

Trans yağların foyası
Dr. Mary Enig 1978 tarihli bir makalesinde trans yağlarla (margarin de bir çeşit trans yağ) kanser hastalığının bağlantılı olabileceğini yazdığında Amerikan Yenilebilir Yağlar Enstitüsü’nden iki tane “siyah giyinmiş adam” büyük bir öfkeyle Enig’i ziyarete gelirler. Trans yağ lobisinin adamları “ Onunki gibi makalelerin yayınlanmasını önlemek için dikkat kesildiklerini, bu atın nasıl olup da ahırdan kaçmış olduğunu anlamadıklarını” söylerler.

Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), Enig’in 30 yıl önce söylediklerini yeni yeni kabul ediyor. Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi trans yağların kalp hastalığına neden olduğunu buldu. Harvard Tıp Okulu’ndan Dr. Walter Willet ise her yıl 30 bin kişiyi trans yağların öldürdüğünü hesaplamış. Henüz kanıtlanmamış bazı araştırmalar trans yağlarla Tip2 diyabet ve astım hastalıklarını ilişkilendiriyor. Bazı araştırmalarsa trans yağların anne karnındaki bebek gelişimini olumsuz yönde etkilediğini gösteriyor.

Tereyağı, kuyruk yağı ve iç yağına dönüş
Birçok uzman artık gönül rahatlığıyla doymuş yağ içeren tereyağı, kaymak, etlerdeki yağ gibi yağları yiyebileceğimizi söylüyor.

Ülkemizde besinleri, vitaminleri ilaç niyetine kullanan devrimci bilim adamı, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Beslenme ve Metabolizma uzmanı Prof. Dr.Ahmet Aydın tereyağı, kuyruk yağı, iç yağı ve sızma zeytinyağı öneriyor.
16 Şubat 2007 iyibilgi.com

Kolesterol efsanesinin sonu geldi

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=234644 dan alınmıştır.

Kolesterol efsanesinin sonu geldi
Kolestrol korkusuyla ağız tadıyla bir ızgara yiyemez olduk diyenlere müjdeli bir haberimiz var. Magalları yakın, etleri hazırlayın. Çünkü kolesterol tehdidi sadece bir efsaneymiş!
16 Nisan 2007 07:28


Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta'nın makalesi
Geçen hafta hayvansal yağların zararlı değil, aksine ne kadar yararlı olduğunu anlatan yazımı okuyan ve 'tereyağında sucuklu yumurta' yapıp afiyetle yiyen okurlarım, benden ısrarla bu konuda yazmaya devam etmemi istiyorlar. Sanıyorum, bu hafta da kendilerine pirzola ziyafeti çekmek için birkaç cesaret verici söze daha ihtiyaçları var. Onlar mangallarını yakmak için şimdiden faaliyete geçedursunlar, biz de kolesterol ezberini bozmaya devam edelim. Kolesterolün öldürücü bir zehir olmadığını, görüldüğü yerde vurulması gerekmediğini ve bütün 'memelilerin' hücreleri için hayati önemi olan bir madde olduğunu belirterek söze girelim. Kolesterol hücreyi dış etkenlere karşı koruyan hücre duvarının temel yapıtaşıdır ve birçok kimyasal reaksiyonda rol alır. Mesela kortizol, testosteron, östrojen... gibi üreme hormonları, D vitamini ve safra asitleri kolesterolden üretilir. Bunun için kanda çok az kolesterol olması yeterlidir. Kolesterol hayvansal besinlerde bulunur ama vücudumuzdaki kolesterolün çok azı gıda kaynaklıdır. Büyük kısmı karaciğerimizde imal edilir. Üstelik az kolesterol aldığımızda vücuttaki üretim artar, çok aldığımızdaysa azalır. İşte bundan dolayı da 'diyetteki kolesterolü ne kadar azaltırsak azaltalım, kandaki kolesterol bundan çok az etkilenir.' İYİ VE KÖTÜ KOLESTEROL NEDİR? Kolesterol suda erimediğinden, kanda 'lipoprotein' adı verilen maddelerle taşınır. Lipoproteinlerin dansitelerine göre HDL ve LDL olmak üzere başlıca iki türü vardır. Kanımızdaki kolesterolün yüzde 60-80'i LDL, yüzde 15-20'si HDL ve kalan küçük kısmı ise başka lipoproteinlerle taşınır. Kolesterol karaciğerden damarlara LDL ile damarlardan karaciğere ise HDL ile taşınır. LDL için 'kötü kolesterol' ve HDL için de 'iyi kolesterol' isimleri kullanılır. Kanlarında LDL-kolesterol yüksek olanlarda kalp krizi riskinin arttığı, HDL-kolesterol yüksek olanlarda ise bu riskin azaldığını gösteren bazı araştırmalar vardır. Başka bir deyişle; HDL/LDL oranın düşük olması koroner kalp hastalıkları için bir risk faktörü olarak kabul edilir. Ancak, risk faktörü hastalıkla aynı şey değildir. Kalp krizine yol açan bir faktör aynı zamanda HDL/LDL oranını da azaltıyor olabilir. Gerçekten de bu oranı etkileyen pek çok faktör vardır. Mesela sigara içilmesi, obezite, hareket azlığı, diyabet, stres ve hipertansiyon... LDL' yi artırır, HDL' yi azalır, dolayısıyla HDL/LDL oranı da azalır. Kalp krizi veya inme HDL/LDL oranı düşük olduğu için değil, sigara, obezite, diyabet, hipertansiyon, stres... yüzünden meydana gelir. Tek başına kanda kolesterol yüksekliği veya HDL/LDL oranı düşüklüğü tehlikeli bir şey değildir. Bu nedenle de sadece kanda kolesterol, HDL ve LDL ölçtürülüp bunların sonuçlarına göre kolesterol düşürücü ilaç tedavisine başlanması yanlıştır. NE KA KOLESTEROL O KA DAMAR SERTLİĞİ DEĞİL Çoğu kimse, kanda kolesterol ne kadar yüksekse damar sertliği ihtimalinin de o kadar yüksek olduğunu sanır. Oysa, kalp krizi ve inmelere neden olan damar sertliğinin kan kolesterol düzeyiyle de bir ilişkisi yoktur. Nitekim, diyette çok fazla hayvansal yağ ve kolesterol bulunması damar sertliğini dolayısıyla da kalp krizini kolaylaştırmaz. Kalp krizi geçiren hastalar incelendiğinde bunların diğer insanlardan daha fazla hayvansal yağ yemedikleri görülür. Bunun tam tersi de doğrudur: Kanda kolesterolün düşük olması veya HDL/LDL oranının yüksek olması, 'o kişide damar sertliği ve kalp krizi olmayacak' demek değildir. MANGAL HAZIR MI? Bu yazıdan ne anladınız bilemiyorum ama mangalınız hazırsa pirzolaları ateşe koyun, fazla yakmayacak şekilde pişirin ve de afiyetle yiyin. Unutmayın ki; 'asıl tehlikeli olan kolesterol yüksekliği değil, kafayı kolesterol yüksekliğine takmaktır.'

PROF. A. RASİM KÜÇÜKUSTA'NIN BİR ÖNCEKİ YAZISI
Kolestrol ezberini bozan gerçekler(Star)

Kolesterol ezberini bozan gerçekler

Kolestrol ezberini bozan gerçekler
"Korkutma kampanyası hızda sürmekte, çünkü kolesterol pazarında müthiş para var. Sadece kolesterol düşürücü ilaçların yıllık satışları 25 milyar doları geçiyor "
06 Nisan 2007 16:02


Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta'nın köşe yazısı
Kolesterol ilacı üreten firmaların ekmeğine yağ sürmeyelim Daha dün annemizin kollarında yaşarken... çiçekli bahçemizin yollarında koşarken... Tereyağını ekmeğe sürüp de yerken... sütlerimiz bir karış kaymak tutarken... yumurta sofralarımızdan eksik olmazken... koyun eti soframızın baş tacı iken... ‘Yüksek kolesterol’ nedir bilmezdik. İlaç endüstrisi, margarin lobisi el ele verdi ve kısa zamanda tüm dünyada müthiş bir ‘kolesterol fobisi’ oluşturuldu. İnsanlar sistemli bir şekilde ‘kolesterol manyağı’ yapıldı. Kolesterol, topluma ve maalesef aynı zamanda doktorlara da türlü pazarlama taktikleriyle kalp krizi ve inme gibi ölümcül hastalıkların tek nedeni imiş gibi tanıtıldı. Korkutma kampanyası aynı hızda sürmekte, çünkü kolesterol pazarında müthiş para var. Sadece kolesterol düşürücü ilaçların yıllık satışları 25 milyar doları geçiyor. Gerçekte, yüksek kolesterol kalp krizi ihtimalini artırabilen sigara, hareketsiz yaşam biçimi, dengesiz beslenme, şişmanlık, yüksek tansiyon, diyabet, stres... gibi risk faktörlerinden sadece biri. Kolesterol yüksekliği tek başına asla bir hastalık değil ve kalp hastalığı riski olmayan insanların tedavi edilmesi de kesinlikle gerekmiyor. KOLESTEROL EZBERİNİ BOZAN GERÇEKLER Kolesterol, tüm memelilerin hücreleri için gerekli ve yararlı bir maddedir. Tehlikeli olan şey bizatihi kolesterolün kendisi değil, kanda kolesterolün yükselmesine yol açabilen stres, hareketsizlik, obezite... gibi faktörlerdir. Kalp krizi ve inmelere yol açan ateroskleroz, yani damar sertliği ile kandaki kolesterol düzeyi arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Kan kolesterol düzeyi normal hatta düşük olan kişilerde de yüksek olanlar kadar ağır ateroskleroz gelişebilir. Koroner kalp hastalığı olanların yarısından fazlasında da kolesterol düzeyi normaldir. Aterosklerozun gerçek nedeni yüksek kolesterol değil, düşük yoğunluklu bir tür kronik iltihaptır. Sanılanın aksine kolesterolü yüksek olanların daha uzun yaşadıkları da birçok araştırma ile kanıtlanmıştır. Yüksek kolesterolü olanlar tüberküloz, zatürree, AIDS... gibi enfeksiyonlarına daha az yakalanırlar ve bu hastalıklardan ölüm daha az görülür. Kronik kalp yetersizliğine bağlı ölüm riski düşük kolesterollü hastalarda daha yüksektir. Genel olarak 70 yaşın üzerinde ölüm riski yüksek kolesterollü kişilerde daha düşüktür. LABORATUAR SONUÇLARI TEDAVİ EDİLİYOR Son yıllarda tıp dünyasında bir virüs gibi yayılan çok tehlikeli bir yaklaşım var: Artık hasta değil, ‘laboratuar sonuçları tedavi ediliyor.’ Kolesterol yüksekliği de bunun en iyi örneği. Kalp hastalıkları bakımından risk grubunda olmayan insanların kolesterol düşürücü ilaçlarla tedavi edilmelerinin yararlı olduğunu gösteren kesin bir bilimsel kanıt olmamasına rağmen kadın... erkek... yaşlı... genç... zayıf... şişman... güzel... çirkin... esmer.... sarışın... kolesterolü ‘azıcık’ yüksek olan herkese kolesterol düşürücü ilaçlar yazılıyor. Peki, kimler kolesterol düşürücü ilaç almalı? Statinler olarak bilinen kolesterol düşürücü ilaçlardan yarar görecek olanlar, kalp krizi geçirmiş ve kalp hastalığı riski yüksek olan kişilerdir, amam statinlerin bu riskli insanlardaki olumlu etkileri kan kolesterol düzeyinin düşmesi ile de ilgili değildir. Statinler bugün henüz tam olarak bilinmeyen bir mekanizma ile etkili olmaktadırlar. Bunun için de, kolesterol düzeylerinin ‘daha da düşürülmesi gayreti’ de ‘daha yüksek dozlar kullanılması’ önerisi de sadece ilaç firmalarının işine gelmektedir. Üstelik bu ilaçların olduğundan düşük gösterilen kas erimesi, karaciğer hasarı, böbrek yetersizliği gibi çok ciddi yan etkileri vardır. Hayvan deneylerinde kanser yapıcı etkisi de gösterilmiştir. Tereyağını lütfen kendi ekmeğinize sürün, ilaç firmalarınınkine değil.
ahmetrasim@stargazete.com

18 Nisan 2007 Çarşamba

Basın bülteni, Basın Bildirisi ve kolesterol

http://www.haberobjektif.net/detay.asp?hid=2496 alınmıştır


Uzman Biyolog Uyarıyor !

8 Mart 2007 - 10:17:52Kolestrol Düşürücü İlaçların (Statinler) T.C. Sağlık Bakanlığınca Vakit Kaybetmeden Yasaklanması Gerektiğini Söyleyen Uzman Biyolog Mevlüt Durmuş yetkilileri uyarıyor.İşte Durmuş'un Basın Bildirisi:

Son günlerde ortaya çıkan bazı gelişmeler, SAĞLIKLA İLGİLİ bu basın bültenini yayınlamayı zorunlu ve kaçınılmaz bir hale getirmiştir. Sağlık Bakanlığı piyasada bulunan KOLESTEROL DÜŞÜRÜCÜ STATİN TEMELLİ İLAÇLARIN TÜMÜNÜN kullanımını YASAKLAMALIDIR. Çünkü bu ilaçların insanlara hiçbir temel yararı yoktur, fakat bu ilaçların hücre öldürücü özelliğinden kanserli hastalarda faydalanılabilir, doğrudan kanserli doku ve hücrelere ulaştırılabilirse bu hastalarda kullanılabilir.Sağlıklı olan fakat sadece kolesterolü yüksek hastalarda kullanılması bizce hatalıdır, çünkü bu ilaçları sadece kolesterol düşürmek için kullanan insanlarda kanser vakalarının istatistik olarak arttığına dair bilimsel tartışmalar vardır ve hala devam etmektedir. .

Kamuoyu bu konudaki ‘Manifesto’muzu dikkate almalı, İNSANLARA ulaştırmalı ve düşüncelerin doğruluğu uzmanlarca mutlaka araştırmalıdır. Özellikle sadece kolesterol düzeyi yüksek olduğu için, çeşitli nedenlerle bu ilaçları kullanmak zorunda kalan yaşlı insanların bu ilaçları kullanılması engellenmeli ve toplum etkin bir şekilde uyarılmalıdır.

Çeşitli araştırmacılarca da tartışılan bu bilimsel karmaşadan özellikle STATİN üreten ilaç şirketleri son derece karlı çıkmıştır. Ülkemizde milyonlarca dolar bu ilaçlara verilmektedir. Türkiye’nin 70 milyonu aşan nüfus potansiyeli nedeniyle, teorik olarak bu ilaçları kullanmak zorunda kalacak kişi sayısını tahmin etmek ve bir maliyet ve kar-zarar hesabı çıkarmak konunun uzmanlarınca zor değildir. Türkiye’nin nüfus potansiyeli konuyla ilgili uluslar arası ilaç şirketlerinin iştahını kabartmaktadır. Söz konusu statin temelli ilaçlara harcanan bu para, Türkiye’de çok farklı alanlarda kullanılabilir, buradan sağlanacak tasarruf eğitim ve farklı sağlık araştırmalarına ayrılabilir.

Söz konusu statin temelli ilaçları, kullanmakta ısrar eden doktor ve uzmanlara sorulması gereken bazı düşünceler kısaca aşağıda verilmiştir: Kanserli hastalarda statin kullanımı üzerinde yapılan araştırmalardan dolayı, söz konusu kolesterol düşürmekte kullanılan ilaçların genleri bir çok yönden etkileme olasılığı vardır, söz konusu ilaçlar geri dönüşümsüz genetik mutasyonlara ve özürlü doğumlara neden olabilir.

Söz konusu ilaçlar, beyin steroidlerinin üretimini ve beyin steroidleri oluşumunu da engellediği için hafıza kaybı ve zeka geriliği yapabilir, İlaçlarla düşürülmüş kolesterol düzeylerinde ve düşük kolesterol düzeylerinde insanlarda konsantrasyon bozuklukları, psikolojik rahatsızlıklar ortaya çıkmaktadır.

Erkeklik ve dişilik (östrojen, testesteron vb) hormonları kolesterolden yapılır ve söz konusu (statinler) ilaçlar cinsel performansın azalmasına neden olur, Yaşlı insanlarda zamanla zaten steroidler azalmıştır, STATİN ilaçlar söz konusu yaşlılardaki steroid azlığını (sterodopeni) daha da arttırarak yaşlanmayı hızlandırmaktadır. Çünkü kolesterol düşürücü olarak kullanılan statinler, kolesterol oluşumunu engellediği için, bütün steroid oluşumları da engellenmiş olmaktadır.

Statin adı verilen kolesterol düşürücü ilaçların kalp krizi önleme veya insanları daha uzun yaşatma özelliği yoktur, Yapılan çalışmalarda statin kullananlarla statin kullanmayan insanların kalp krizinden ölüm oranlarında bir değişim görülmemiştir, ilaç kullananlarla kullanmayanlar arasında anlamlı bulgular ortaya çıkmamıştır. Yaşlı insanların kolesterol düzeyleri düştüğü için, düşük kolesterol düzeylerinde yaşlılarda ölüm oranları artmaktadır ve bu durum insanlara ve hastalara söylenmemektedir. Yani kolesterol düzeyi yüksek olan yaşlı insanlar daha fazla yaşama oranına sahiptirler.

Yaşlı insanlarda Q-10 (ubipinone-ku ten) düzeyinin korunması gerekir, söz konusu ilaçlar organizmada Q-10 oluşumunu engellemekte ve insanlara zararlı olmaktadır. Kolesterol düşürücüler (statinler), bildiğiniz çeşitli peynirlerde oluşan çeşitli küf mantarı türlerinden, Arpergillus, Monascus purpurus gibi mantarlardan elde edilir ve söz konusu mantar bileşimlerine bazı insanların alerjik reaksiyonları olabilmektedir. İnsanlara anlatılan kolesterol ile ilgili düşünceler sadece, İSPATLANMAMIŞ BİR TEORİDEN ibarettir. Araştırmacılar ve hekimler kolesterole ait düşüncelerin BİLİMSEL BİR KANUN DEĞİL, sadece bir TEORİ olduğunu insanlara ve hastalarına mutlaka söylemek zorundadırlar.

Kolesterolünüzün düşük olması, yapılan araştırmalara göre sizi daha uzun yaşatmaz. Kanda kolesterol ve lipitleri taşıyan çeşitli partiküller vardır, yaşlandıkça partiküller küçülürler. Dolayısı ile kanda tek başına kolesterol değil, bir çok bileşenden oluşan fiziksel partiküller vardır. Söz konusu (statin) ilaçlar partikül oluşumu üzerinde değil, kolesterol oluşumunda etkilidir ve insanlarda küçük partiküller oluşumunu hızlandırırlar. Küçük partiküller de, ölüm, hastalık ve yaşlanmayı hızlandırmaktadır.

Kolesterol değil, kandaki küçülen partiküller insanlarda hastalıklar ortaya çıkarma potansiyeline sahiptir. Küçülen partiküllerin büyümesini sağladığı için bazı bitkisel yağlar ve steroidler (omega3, bitkisel steroidler) insan sağlığı için yararlıdır. İnsan sağlığı üzerinde çalışan araştırmacılar kolesterol düzeyini değil, partikülün fiziksel yapısını düzenleyecek araştırmalara yönelmeli ve yeni teoriler ortaya koymalıdır. Kolesterol yüksekliği sorunu yaşamın bir sürecini kapsayabilir (saçların beyazlaması gibi) fakat hastalık nedeni değildir. Fakat insanlarda görülebilen bu süreç, büyük ilaç şirketlerince hastalık olarak insanlara sunulmuştur.

İddialara ilişkin tüm bilimsel kaynaklara ulaşmak mümkündür.

İlaç şirketleri, medya kanallarını ve hekimleri dolaylı yollarla etkileyerek, söz konusu bilgilerin insanlara ulaşmasını engellemektedir. Biyolog kökenli bir araştırmacı olarak bizim savunduğumuz düşünce, her zaman olmasa da genel olarak tıp doktorlarının düşüncelerinden farklıdır. Kolesterol yüksekliği ile çeşitli hastalıklara kurulan ilişkiler ve istatistik tekniğinde olması gereken mantık sistemi tamamen yanlıştır.

Tıp bilimi kolesterol ve hastalık ilişkilendirmelerinde tarihsel affedilmesi zor bir hata yapmıştır. ‘Her sabah horozlar öttüğü için güneş doğar’ şeklinde bir bilim önermesi, önce horozların ötmesine sonra güneşe bakılarak değerlendirme yapılırsa istatistiksel olarak anlamlı sonuçlar bulursunuz, ama yapılan araştırma, istatistik olarak anlamlı sonuçlar verse de, bilimsel olarak doğru değildir.

Kolesterolle ilişkilendirilen, ve hastalık oluşturduğu iddia edilen kolesterol düzeyi, bütün hastalıklar da aynı hatalı mantık sistemine dayalı olarak, ilaç şirketlerinin dolaylı etkileri nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bu araştırmalarda hep önce horoza, sonra güneşe bakılarak değerlendirme yapılmıştır ve kolesterol suçlu ilan edilmiştir.

Bütün basın ve yayın kuruluşlarını kolesterol düşüren ilaçlar ve bu ilaçları tavsiye eden doktorlar konusunda hassas olmaya, bu konuyu yapılmakta olan yayınlar yoluyla insanlara ulaştırmaya, bilim adamlarını, üniversitelerin ilgili bölümlerini bu konuda araştırmaya yapmaya, tartışmaya ve çalışmaya, konu hakkındaki tartışmalar netleşinceye kadar da TC. SAGLIK BAKANLIĞINI söz konusu statin ilaçların kullanımını yasaklamaya davet ediyorum.

SaygılarımlaUzm. Biyolog Mevlüt Durmuş
Ek bilgi için bkz;1) Mevlüt Durmuş (2007). Manifesto; çarmıha gerilen molekül ve modern bilimin kolesterol masalları. Platin Yayınları. Ankara. ISBN 978-9944-137-07-2
2) Bilim ve Gelecek Dergisi, sayı 36 şubat 2007. Kolesterol; modern yüzyılda çarmıha gerilen molekül, Syf.B 58-B 65 3)
Mevlüt Durmuş (2003). Kolesteroldeki Kaos. Nobel Yayın Dağıtım. Ankara. ISBN 975-591-466-8

Manifesto; çarmıha gerilen molekül ve modern bilimin kolesterol masalları

beslenmebulteni.com'dan alınmıştır

Günümüzde ilaç firmalarını mutlu etmek için, sıklıkla organizma molekülleri suçlanır. Örneğin, bütün insanlarda var olan “kolesterol” adı verilen molekülü mutlaka organizma içinde tek tek öldürmek gereklidir. Kafaları karıştıran ve toplumsal olarak kaçınılmaz bir şizofreniye sürükleyen bu bilinmezlikten kurtulmak isteyen insanlık, tıpkı eski çağlarda olduğu gibi yine Tanrılara kurban verir ve hiç günah işlememiş, saf, temiz, masum bir molekülü, kapitalist Tanrıları mutlu etmek adına çarmıha gerer…
Bültenimizin bu sayısında yine bildik bir konuyu işliyoruz. Yazı Bilim ve Gelecek dergisinin Şubat 2007 sayısından alındı. Yazarı daha önce Kolesteroldeki Kaos ve Kayıp Felsefe Genleri adlı kitapları olan Uzman biyolog Mevlut Durmuş. Bu yazının ayrıntılarını merak eden okuyucularımız, Yazarın Platin Yayınlarından çıkan “Çarmıha gerilen Molekül ve Modern Bilimin Kolesterol Masalları” isimli manifesto niteliğindeki kitabını kaçırmasınlar.

Kolesterol: Modern yüzyılda çarmıha gerilen molekül…
Kolesterol, yağ asitleri ve çeşitli steroidler hakkında ilginç gelişmelerin olduğu sanırım, herkesin dikkatini çekiyordur. Bir televizyon kanalında zeytinyağının faydalarını anlatmaya çalışan bir beslenme uzmanı, zeytinyağının cildi güzelleştirdiğini, özellikle göğüs kanserinde koruyucu özellik taşıdığını, Akdeniz diyetinin nasıl olup da faydalı olabildiğini yorumlamaya başladığında, elinde matematiksel bir denklem olmadığı için bilim anlayışına yakışması oldukça zor, çok ironik bir açıklama yapıyordu: “… zeytinyağı faydalıdır, vücuttaki yağı yakabilmek için de yağlara ihtiyaç vardır”. Sık rastladığımız, daha doğrusu kaçamadığımız çoğu reklam ise özellikle bitkisel steroidleri ön plana çıkarmayı hedefliyor: “…bitkisel steroidler kanınızdaki kolesterolü … oranında düşürür her gün almayı unutmayın! Çalışmalarımız… Kalp Vakfı tarafından desteklenmektedir”.
Elbette olabilir ama, bu olay nasıl, hangi bilimsel ve matematiksel temeller üzerinde gerçekleşiyor? Lipidler hakkında çoğu insanın bilmediği şaşırtıcı bir gerçek vardır; biyokimyasal açıdan bakıldığında gerek yağ asitleri gerekse steroidler insan organizmasındaki yağlar (lipit) grubunda yer alır. Olaya dışarıdan bakıldığında oldukça şaşırtıcı görünür: Yani bir grup lipit, diğer farklı bir grubun kandaki yüksekliği üzerinde etkilidir! Bitkisel steroidler kandaki kolesterol düzeyini, omega 3 gibi çeşitli yağ asitleri ise hem kandaki trigliserit düzeyi, hem de kolesterol düzeyini azaltmak için kullanılır.
Fakat çoğu uzman ve doktor, hastalarına ne bitkisel steroidleri ne de çeşitli yağ asitlerini tedavi amaçlı önerir. Oysa fındık (1), fıstık, ceviz (2) gibi birçok bitkinin sahip olduğu çeşitli yağ içerikleri ve bitkisel steroidler (3) (tek parametrede) kan kolesterol ve trigliserit düzeyi üzerinde inanılmaz bir şekilde etkilidir, üstelik genetik kökenli olarak nitelendirilen lipit ve genetik kolesterol yükseklikleri hastalıklarında (örnek: ailevi hiperkolesterolemi) bile…
Aslında gerçek bilimsel sorun da burada başlar: Genetik olduğu iddia edilen bir hastalığın, dış faktörlerle, örneğin zeytinyağıyla düzeltilmesi nesnel bir gerçek (4) olmasına rağmen, tek parametrede kan trigliserit ve kolesterol düzeylerinin azalması yönünde ortaya çıkan durumun bilimsel, matematiksel bir açıklaması mutlaka olmalıydı. İnsanlığın tarihsel gelişim aşamalarında “psikolojik korku” faktörlerinin ortaya çıkarmış olduğu anlamsız ve inanılmaz saplantılar, bilim dünyasındaki çoğu araştırmacının dikkatini çekmez, sürekli gözden kaçar. Oysa insanlık ve bilim tarihinin öğrenilmesi ve öğretilmesindeki temel amaç, geçmişte yapılan hataları tekrarlamamaktır.Geçmişte yapılan bilimsel hataları tekrarlıyor ve bilim tarihi bildiğinizi iddia ediyorsanız, gerçek anlamda “tarihten hiçbir şey öğrenmemişsiniz” demektir.

Yüksek kolesterol korkusu
Çok eski çağlarda Aztek, Maya ve daha önceki değişik kültürlerde, insanlar akıl yoluyla çözemedikleri, anlaşılamayan çeşitli doğa olaylarıyla karşılaştıkları için, yaşanılan bütün doğaüstü olayları, insanlara karşı Tanrıların bir cezası olarak değerlendirmiş ve “Tanrılara insan kurban etme” düşüncesini toplumsal bir paranoya şeklinde ortaya koymuştu. Üstelik kurban edilen insanlar her yönüyle gerçekten masum olmalıydı, çünkü Tanrılar günahkâr “kurbanlar” istemiyordu. Tanrıları mutlu etmek için “günahsız” insanlar kurban edilmeliydi. Aslına bakacak olursanız, düşünebilen insanlarda var olan “ölüm korkusu”nun günümüzde bazı bilim alanlarındaki kullanımı da, geçmişte olduğundan çok farklı sayılmaz. Modern yüzyılda da sağlıkla ilgili olarak sürekli kullanılan korkularımızın başında “yüksek kolesterol korkusu” geliyor.
Kolesterolü kimler suçluyor?
Birçok araştırmacı ve akademisyen, kolesterol molekülünün ısrarla suçlu olduğunu, söz konusu molekülün kandaki yüksekliğinin birçok hastalıkla ilgili olduğunu sayılamayacak kadar çok bilimsel yayınla iddia ederken, yine tıp mesleğinin içinden gelmiş Ghislaine Saint-Pierre Lanctot gibi doktorlar da modern tıbbın ilaç şirketleri ve kapitalizm eliyle mafyalaştığını iddia ediyorlar ve bunu The Medical Mafia (Tıp Mafyası) adlı kitapta dile getiriyorlar. Yine Uffe Ravnskov da modern tıbbın kolesterol konusundaki anlaşılması zor tutumunun bilimsel düşüncelere değil, deney ve gözleme dayanmayan saçma bulgulara dayandığını ve insanların zorla inandırıldığı sahte mitler-yanlış inançlar topluluğu olduğunu söylüyor The Cholesterol Myths (Kolesterol Mitleri) adlı kitabında. Doktor Matthias Rath, insanların neden kalp krizi geçirdiğini ve hayvanların doğal ortamlarında neden kalp krizi geçirmediğini sorguladığı Why Animals Don’t Get Heart Attacks but People Do (Neden hayvanlar kalp krizi geçirmez, insanlar geçirir) kitabında, modern tıp dünyasının ilaç şirketleri eliyle yozlaştığını iddia ediyor ve ilaç şirketleri ne durmadan çeşitli davalar açıyor.
Shane Ellison’un Hidden Truth About Cholesterol-Lowering Drugs (Kolesterol düşürücü ilaçlar hakkında saklanan gerçekler) ve Duane Graveline’inLipitor: Thief of Memory, Statin Drugs and the Misguided War on Cholesterol (Lipitor: Hafıza hırsızı statin ilaçları ve kolesterol üzerinde adil olmayan -kirli- savaş) adlı kitaplarında, yüksek kolesterol korkusu körüklenerek insanların kandırıldığı söyleniyor. Böyle bir bilim anlayışını eleştiren Anthony Colpo’nun yazdığı The Great Cholesterol Con (Büyük Kolesterol Hilesi-Kandırmacası) ve The Junk Science Self- Defense Manual (Satılık, kötü, döküntü bilimden korunma kılavuzu) gibi isimlerini saymakta zorlanacağımız, benzeri birçok kitap İngilizce olarak piyasada ve günümüzde birçok kitapçıda satılıyor. Bilimsel olarak bize ısrarla dayatılan, kolesterol molekülünün suçlu olduğunu iddia eden düşünceler, hangi bilimsel verilere dayanıyor? Söz konusu toplumsallaştırılmış (fobi) korkularımızın gerçek nedeni nedir? Kolesterol molekülü hakkında son derece olumsuz düşünceler geliştirmemizi, yoğun bir “beyin yıkama” kampanyasına ve bilimsel anlamda teori ve kanun arasındaki farkın bilinmemesine bağlıyor
Prof. Dr. Uffe Ravnskof (5) Kolesterol Mitleri adlı kitabında. Her şeyden önce kolesterol hakkında olumsuz düşüncelere sahip araştırmacı ve insanlar, kolesterol hakkındaki var olan görüşlerin bilimsel bir kanun değil, sadece bir teori olduğunu dahi bilmiyorlar. Peki birçok araştırmacı tarafından savunulan kolesterol teorisi ispat edilebildi mi; kanda kolesterol yüksekliğinin hastalıklarla ilişkisi bilimsel bir kanun haline geldi mi? Elbette hayır! Matematiksel temellerden yoksun bir şekilde savunulan teorinin tam tersini gösteren araştırmaları bulmak çok daha kolay…

Düşük kolesterol düzeylerinde ölümler
Tek parametrede kolesterol miktarı, kanda düşük ya da normal olduğunda, insanlar kalp krizi, damar sertliği (ateroskleroz) dahil, birçok hastalıktan uzak kaldığına bir şekilde inandırılmış ve kolesterol miktarı azalınca daha fazla yaşayacağı inancı geliştirilmek istenmiştir. Fakat “ölümler ve kolesterol düzeyleri” üzerinde yapılan çalışmalarda, savunulan düşüncelerin tam tersi sonuçlar (6) ortaya çıkmasına rağmen nedense halka bu bilgiler verilmez. 30 yıl süren ünlü Framingam araştırmasında 753 hastada düşük kolesterol düzeylerinde artan ölüm oranları ortaya çıktı. Forette ve arkadaşlarının 92 hastadaki çalışmasında en az ve oldukça düşük rastlanılan ölüm oranı, şaşırtıcı bir şekilde total kolesterol düzeyleri yüksek olan hastalarda ortaya çıktı. Araştırmacılar bu bulguların tam tersini bekliyorlardı. Siegel ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada 551 hastada yüksek kolesterol-ölüm ilişkisi çok arzu edilmesine rağmen başarısızlıkla sonuçlandı ve hiçbir zaman gösterilemedi (7). Bu kadar da değil; Yale Üniversitesi, Kardiyoloji Bölümü’nden Dr. Harlan Krumholz (8) düşük kolesterol düzeylerine sahip, yaşlı (!) insanların, yüksek kolesterol düzeylerindeki insanlara oranla iki kat fazla kalp krizi geçirdiğini ve düşük kolesterol düzeyine sahip insanların daha erken öldüğünü bildirdi.
Ölüm oranları ve kolesterol düzeyleri arasındaki en son araştırmalardan biri de çok yakın bir zamanda Graziano Onder (9) ve arkadaşları tarafından yapılmıştır. Araştırmacılar, 65 ve 81 yaşlarındaki 6894 hastayı, ölçtükleri kolesterol düzeylerine göre çeşitli gruplara ayırmışlar ve toplam 5 yıl boyunca bu insanları ve kolesterol düzeylerini sürekli izlemişler. Sonuç, önceki araştırmalardan çok farklı değil. Yapılan araştırmada tek parametrede (Sadece hastalıklarla yoğun bir şekilde ilişkilendirilen kolesterol ve lipit düzeyleri dikkate alınmıştır) kolesterol düzeyi 160 mg/dL’nin altında olan hastaların yüzde 5,2’sinde ölüm olayı görülmüştür.
Kolesterol düzeyine göre ölüm olayının en az olduğu grubu sanırım az da olsa okuyucu olarak sizler de merak ediyorsunuzdur. Kolesterol düzeyi 240 mg/dL ve üzerinde olan bireylerde, yüzde 1,7’lik düzeyde en düşük ölüm oranı görülmüş! Sanırım bu konuyu atlayan ve bilmeyen uzmanların, araştırmacıların ve doktorların bazıları “indeks medicus”un başına çoktan oturmuş olmalılar. Açık bir deyimle: kolesterol düzeyi yüksek olan yaşlı insanlar daha uzun, kolesterol düzeyi düşük olanlar ise anlaşılmaz bir şekilde daha kısa ve erken ölüyor! Şimdi bu araştırmayı bile bile yaşlı annenize ya da babanıza, kolesterol düşürücü (statin) ilaç vermek ister misiniz?
Kolesterol, kanser türleri ve statinler arasındaki paradoks
Kanser ve statinlerle ilgili (HMG Co-A redüktaz inhibitörleri) çalışmaların yapılıyor (10) olması bile, sağlıklı, kanser olmayan insanlarda neden bu ilaçların kullanılmaması gerektiğini dolaylı olarak bizlere gösterir. Almanya’daki Bayer Firması, üretmiş olduğu statin türevi kolesterol düşürücüyü, ilacı kullanan insanlarda artan ölüm olayları nedeniyle piyasadan çekmişti. Aslında bu durum bütün statin temelli ilaçlar için geçerlidir, rakip ilaç firmalarının ve bazı araştırmacıların iddiası oldukça dikkat çekici ve tıp açısından düşündürücüdür: “Bizim fabrikamızda ürettiğimiz ilacımız, diğer statinlere göre daha az zarar verir (11), daha az öldürür!...”. Statinlerin hücre öldürücü özelliğini aslında bütün uzman ve doktorlar çok iyi bilirler; hücre zarını oluşturan yağların en az yüzde 20’sinde kolesterol molekülleri olmak zorundadır. Fakat söz konusu kandaki kolesterol düzeyini düşüren (statinler) ilaçların en önemli yan etkilerinden biri, hücreleri öldürmesi nedeniyle, kandaki bazı enzimlerin (ALT, AST, CK, vb.) yükselmesi olarak gösterilir ve bu enzimlerin kanda yüksekliği, hücre ölümlerinin arttığını gösteren en güzel örneklerden biridir.
İşte bu nedenle gerekli koşullar sağlandığı takdirde, yani statinlerin bütün hücre, doku ve organlara eşit dağılım mekanizmasıyla değil, statin temelli ilaçların sadece ve sadece kanserli hücreleri hedef alabileceği durumlarda, kolesterol düşürücü olarak kullanılan ilaçlar (statinler) gerçekten bazı kanser türlerinde faydalı ve olumlu sonuçlar doğurabilir. Tıpkı radyoterapilerde olduğu gibi; radyoaktif temelli ışınlar sağlıklı bir insan için son derece kanserojen (kanser yapıcı) olmasına karşın, aynı ışınlar kanserli hedef doku ve organlarda hayat kurtarıcı olabilir. Bununla birlikte kanser hastası olmayan, statin türevi ilaçları sadece kolesterolünü düşürmek amacıyla kullanan insanlar, önemli bir sorunun yanıtını mutlaka bulmak zorundadırlar: “Statinler hangi mekanizma yoluyla kanserli (sürekli bölünen) hücreler üzerinde etkili olabiliyor?”. İşte şeytanın gör dediği bilimsel kör nokta burada bulunmaktadır.
Bir an bazı kanser (12) türleri için statinlerin kanserli hücre, doku ve organlar üzerinde gerçekten de etkili olduğu kabul edilecek olursa, mutlaka “nasıl etkili” sorusu sorulacaktır. Sadece tek parametrede kolesterol düzeyini düşürmek isteyen hiçbir araştırmacı “siz bu statinleri kullanın, bu ilaçlar kolesterol düzeyinizi düşüreceği gibi, aynı zamanda sizi, kolon kanseri, prostat kanseri, akciğer kanseri, göğüs kanseri gibi bazı kanser türlerinden de koruyacak” şeklinde bir açıklama oldukça geçersiz ve son derece mantıksız bir iddia olacaktır. Çünkü düşük kolesterol (13) veya düşürülmüş kolesterol düzeylerinde (14) kanser dahil birçok hastalıkla ilişkili ölümler de son derece anlamlılık gösterebilir ve düşük kolesterol düzeylerinde sanıldığının tam tersine kanser vakalarında artış olduğu (15) çok çeşitli araştırmacılar tarafından ortaya atılmıştır.

İyi kolesterol, kötü kolesterol masalı
Kolesterol ve diğer lipitlerin kan yoluyla taşınması için proteinlerle yapmış oldukları değişik bileşimlere “lipoprotein” adı verilir ve lipoproteinlerin değişik grupları ve grupların da alt grupları vardır. Yani hiçbir aklı başında araştırmacı, kanda, damarlarımızda tek başına dolaşma yeteneğine sahip, lipoproteinlerden bağımsız olan tek bir kolesterol molekülü gösterme yeteneğine sahip değildir. Çünkü kolesterol ve lipitler, damarlarımızda dolaşan kanda partiküller üzerinde vardır. Şu an total kolesterol veya trigliserit adıyla laboratuvarlarda ölçümü yapılan lipitlere ait parametreler, sahip olduğunuz farklı lipoproteinlere ait partiküllerin tümü üzerinde bulunan kolesterol ve trigliserit miktarlarını belirlemektedir.
Kolesterolün moleküler ve kimyasal yapısı bir tane olmasına ve lipoprotein adlı partiküllerin yapısında, bir bileşen olarak var olmasına karşın sadece kolesterolün suçlu görülmesi, gösterilmesi ilginç bir paradoks ve büyük bir mantıksal zorlama içerir. Çünkü herhangi bir bileşeni, bulunduğu ortamda tüm elemanlarıyla birlikte değerlendirmeniz gerekir. Çok farklı bileşenleri olan, değişik tipteki partiküllerin (HDL, LDL vs.) yapısında bulunan bileşenlerin, tek bir bileşeni olan kolesterol molekülü üzerinde değerlendirme yapamazsınız.
Bu durumu en iyi açıklayabilecek örnek, su molekülünü oluşturan atomlardır. Suyu oluşturan atomları birbirinden ayırıp değerlendirecek olursanız, artık su molekülünden değil, hidrojen ve oksijen atomlarından söz ediyorsunuz demektir. Suyun içinde bulunan, suyu oluşturan “hidrojen atomları yararlıdır veya zararlıdır” şeklindeki bir önerme, kuruluş itibarıyla zaten bilimsel bir önerme olamaz; çünkü sözü edilen su değil, su molekülünden çok farklı özellikteki atomlardır. Matematiksel birleşim oranlarını belirterek ancak böyle bir kanıya teorik olarak ulaşmanız ve yaklaşmanız mümkündür. İki hidrojen ve bir oksijenden oluşan madde (su) yararlıdır fakat iki hidrojen ve iki oksijenden oluşan madde (hidrojen peroksit) zararlıdır.
Matematiksel dengeleri ve dengelerin bozulmasını anlatan en güzel örneklerden biri de şeker hastalığında (diabet) göze çarpar. Çünkü kandaki şekerin hücreler tarafından kullanımında sadece şeker değil, insülin adı verilen hormon da son derece önemlidir. Örneğin, normal bir durumda kan şekeri 70 birim, insülin düzeyi de 70 birim ise bunun oranı 1 olacaktır (70/70=1). Fakat kan şekeriniz yükseldiğinde 140 birim olduğunda insülin düzeyi sabit kalsa da (140/70=2) şeker/insülin oranı 2 olacak, dolayısıyla normal duruma göre kan şekeri/insülin oranı bozulacaktır. İşte çok yüksek şeker hastalarının tedavisinde insülin verilmek istenmesinin temel mantığı burada yatar.
Hastaya insülin verilerek şeker/insülin oranı dengelendiğinde, şeker moleküllerinin hücrelerce kullanımı sağlanmış olur ve şeker de kanda otomatik olarak düşer. Şeker çok fazla düştüğü zaman da aynı mantık geçerlidir; insülin göreceli olarak yüksek kalmıştır ve biraz şekerli su verilir! İnsülin ve şeker düzeyi, görünmeyen bir alanda, çoğu zaman birlikte matematiksel dengeler içinde çalışırlar. Söz konusu moleküller, farklı alanda çalışsalar da aynı sistem içinde bir bütündür; insülin ve glikoz (şeker) düzeyleri birbirinden ayırılamaz! Kolesterol konusundaki determinist (indirgemeci) bilim anlayışı, aynı hatayı yapmakta, sadece partiküller üzerindeki farklı bileşenlerin, yine sadece kolesterol kısımlarını değerlendirmekte ve bu nedenle bazen kolesterolü suçlu bazen de suçsuz görmektedir. Fakat kolesterolü suçlu bulan araştırmacıların sayısı ve sesi daha fazla duyulduğu için insanlar üzerinde etkili görüş haline gelmişlerdir. Yüksekliği iyi olarak bilinen ve sürekli vurgulanan HDL kolesterolün de (iyi kolesterol) kalp hastalıklarıyla (16) ilişkili olduğu gözden kaçar veya kaçırılır, çoğu zaman sorgulanması engellenir. Hem iyi (HDL) kolesterol hem de kötü (LDL) olarak tanımlanan kolesterol düzeylerinin tek parametredeki yüksekliği, gerçekten çeşitli hastalıklar için risk oluşturuyorsa (17), sadece partiküller üzerinde bulunan kolesterol molekülünü tek parametrede iyi ya da kötü olarak adlandırmak da son derece tutarsız bir yaklaşım olacaktır.
Sanıldığının tam tersine organizmada sadece karaciğer kolesterol üretmez, karaciğer dışındaki bütün hücreler teorik olarak aynı moleküler yapıdaki kolesterol üretimini gerçekleştirir. Gözlerden kaçan, kolesterol molekülünün, organizmanın temel steroid molekülü olduğudur. Hücrede kolesterol yoksa, ihtiyacımız olan hiçbir steroid yapılamaz. Organizma steroidlerinin (bu konuda birçok steroid olmakla beraber, en dikkat çeken cinsel hormonlardır ve kolesterolden yapılırlar) tümünün oluşturulması sırasında, kolesterol molekülü mutlaka öncül madde olarak istenir (18). Erkek ve dişilere ait hormonların yapılması için, öncül madde olarak kolesterolünüz yoksa veya var olduğu halde bazı nedenlerle kolesterolünüz kullanılamıyorsa artık yaşlanıyorsunuz demektir. Çünkü yaşlandıkça kural olarak organizmadaki steroidleriniz mutlaka azalacaktır (steroidopenia).
Kan kolesterolünün tanımlanması için kullanılan iyi (HDL-k) ve kötü (LDL-k) deyimleri, kolesterole ait molekülsel farklardan değil, kolesterolü taşıyan farklı taşıyıcı proteinlerden kaynaklanır. İyi olarak tanımlanan taşıyıcı proteinlere ait lipoprotein, HDL olarak bilinir ve yapısında apo A1 vardır. Kötü olarak bilinen lipoprotein, LDL olarak bilinir, yapısında apo B-100 adlı taşıyıcı bir protein bulunur. Temel olarak karaciğerin sentezlemiş olduğu kolesterol molekülü ile (LDL, yani kötü kolesterol) ve karaciğer dışı organların sentezlemiş olduğu kolesterol molekülü (HDL, yani iyi kolesterol) arasında kimyasal olarak, yağ asitleriyle yapılan çeşitli birleşimler dışında, hiçbir fark olmadığını söylemeye gerek var mı bilmiyorum.
Kolesterol yüksekliği değil, küçük partiküller öldürür
Son yapılan araştırmalar, kolesterol ve trigliserit gibi lipitleri taşıyan partiküllerin (lipoproteinlerin) zamana bağlı olarak küçüldüğünü (19) iddia ederken, partikül çapının küçülmesinde (20) etkili olan “eksik” yapısal bileşimin ne olduğu konusunda genellikle bir yorum yapmaz. Bir ilköğretim öğrencisi bile, bir partikül yapısını oluşturan farklı bileşenlerin azalması durumunda, söz konusu partikülde bazı yapısal bileşenlerin azaldığını ve eksildiğini tahmin edebilir. Çünkü partikül yoğunluğu (dansite), partikülü oluşturan farklı atomların moleküler ağırlığı ve partikülün kapladığı alan (hacim) arasındaki denklem belli dir (yoğunluk = molekül ağırlığı/ hacim). Partiküldeki molekül ağırlığının azalması yoğunluk sabitse, partikül hacminin küçülmesi anlamını taşır!
İşte şimdi çeşitli yağ asitleri ve bitkisel steroidlerin insanlar üzerinde olumlu etkileri olduğu konusuna ve özellikle tek parametredeki kolesterol ve trigliserit düzeylerini nasıl düşürebildiği konusuna tekrar dönebiliriz. Kolesterol ve trigliserit gibi lipitleri taşıyan lipoprotein partiküllerinin zamanla küçüldüğünü (19) düşünecek olursanız, partikülleri büyütebilmenin en basit yolu, besinlerle (21) söz konusu lipitleri almak ve küçülen partikül yapısını normal boyutlarına ulaştırmaktır. İşte bu nedenle, çeşitli yağ asitleri ve bitkisel steroidler (kolesterolün kendisinin de steroid molekül olduğunu lütfen tekrar hatırlayınız) faydalıdır. Peki partikül yapısında azalan bileşenler, kolesterol ve trigliserit gibi çeşitli yağlar ise, tek parametrelik kandaki yükseklik nasıl açıklanacaktır?
Kolesteroldeki Kaos kitabında aslında biz bunu matematiksel bir denklemle açıklamıştık. Küçülen partiküller, organizma tarafından kullanılmasa da içlerinde lipit bileşenleri, yani kolesterol ve trigliserit vardır. Birim alanda yoğunlaşan, organizma tarafından kullanılmayan küçük partiküllerin toplamdaki kolesterol ölçümü de bu yüzden her zaman olmasa da genellikle yüksek çıkar. Kandaki tek parametredeki kolesterol yüksekliği, partikül temelinde harika bir illüzyondan başka bir şey değildir. Yüksek kolesterol, partikül düzeyinde, yani lipit ve protein oranlarında asla görülemez! Kolesterol/trigliserit gibi moleküllerin de bulunduğu küçülmüş lipoprotein partikülleri (22), normal boyuta gelmek için yağ asitleri ve steroid yapılı molekül ararlar; partikül bazında ortaya çıkan eksiklikten dolayı reaksiyona girmeye yatkındırlar. İşte bu nedenle yani, oldukça çabuk reaksiyona girdikleri için bazen bilimsel literatürlerde kimyasal terimlerle tanımlanırlar ve okside lipoproteinler olarak (örneğin okside LDL) adlandırılırlar.
Fakat fiziksel tanımlamada küçük terimi tercih edilir. Küçülen veya okside durumda kalmış kullanılmayan lipoprotein partiküllerinin kandan bir şekilde uzaklaştırılması gerekir ve burada savunma sistemimizdeki hücreler, özellikle savunma sistemimizde görevli makrofajlar bu aşamada devreye girer. Söz konusu küçülmüş lipoprotein partikülünün lipit açığını tamamlamaya, söz konusu partikülü kullanılabilir hale getirmeye çalışır. Bunu yapamadığı zaman zorunlu olarak, küçülen ve kullanılmayan partikülü, bulunduğu yerde etkisiz hale getirmeye çalışır! İşte damar sertliğinin oluştuğu nokta burada başlar. Makrofajlar lipit bileşenleri azalmış partikülü yok etmeye çalışırken, küçülmüş, reaksiyona yatkın partiküllerle birlikte uzmanların aterom plakları demiş oldukları köpüksel bir oluşum meydana getirirler.
Şimdi karar verilmesi gerekiyor. Fakat karar vermek için bazı bilgileri mutlaka birleştirmemiz gerekiyor: Kolesterol ve yağları kanda taşıyan partiküllerimiz yaşlandıkça küçülüyorsa, birçok steroid ve omega-3 gibi yağ asitleri, küçülen partiküllerin büyümesini, normal yapısına gelmesini sağlıyor ve lipoprotein partikülleri küçüldükçe kanda kolesterol düzeyi yükseliyor. Lipoproteinlerin partikülleri normal yapısına döndüğünde kolesterol düzeyi düşüyorsa, makrofajlar kolesterol molekülüne değil de küçük lipoprotein parçacıklarına saldırıyorsa, hangi bilgi sizin için daha değerlidir? Aterom plakları oluşumunda hangi faktör etkilidir? Eksik lipitlerden dolayı küçülen lipoprotein partikülleri mi, yoksa tek parametrede kolesterol düzeyi mi? Tabii ki küçülen lipoprotein parçacıkları!.. Kolesterolle ilgili yapılan araştırmalarda, istatistik ve bilimsel yöntem yanlış olabilir mi dersiniz?

Bilim kavramı ve istatistiksel yöntem
Günümüzde kolesterol molekülüne ait yapılmış olan, hastalıklarla ilişkilendirilen ve bolca propagandası olan bilimsel çalışmaların sonuçlarının tümü, istatistik metotlarla elde edilen verilere dayanır ve “anlamlı” çıkan sonuçlardan bahsedilir. Fakat istatistik anlamda, bir araştırmayı doğru yapan olgu, “anlamlı” bulgular değil, sizin kurduğunuz mantıksal ilişkidir.
Bu durum çok basit bir örnekle daha anlaşılır olacaktır. “Her sabah horozlar öttüğü için güneş doğar” şeklindeki basit bir önermenin istatistiksel çalışması, her gün önce horozların ötmesine sonra da güneşe bakılacak olursa, son derece anlamlı olan istatistik sonuçlar elde edilebilir. Fakat söz konusu çalışmanın mantıklı ve bilimsel olduğunu iddia etmeniz tamamıyla saçmalık olur. Kolesterol molekülü ile ilişkilendirilmiş kalp krizi dahil çoğu hastalığa bağlanan birçok araştırma da aslında “horoz ve güneş” örneğine oldukça fazla benzer. Hastanede yatan, kalp krizi geçiren bütün hastaların “kolesterol düzeyleri” değerlendirilmez ve sadece yüksek kolesterolü olan hastaların sonuçları üzerinden değerlendirme yapılır, normal kolesterol düzeyine sahip fakat kalp krizi geçirmemiş hastalar birçok araştırmada dikkate alınamaz. Aynı paradoks söz konusu araştırmalarda mutlaka oluşturulmak zorunda olan kontrol grupları için de geçerlidir: Yüksek kolesterolü olduğu halde hiç kalp krizi geçirmeyenler kontrol grubuna nedense çoğu zaman alınmazlar!

Kolesterol: çarmıha gerilen molekül
Tek parametrelerdeki kolesterol yüksekliği üzerine yapılan bütün spekülasyonlar, şayet lipitler kanda lipoproteinlerle taşınıyorsa son derece mantıksız ve geçersizdir. Kandaki tek parametredeki göreceli yükseklik, partikül bazında lipit/protein oranlarıyla birlikte ele alındığında geçersizdir. Bütün partiküller, zaman içinde mutlaka küçülür. Birçok araştırmacı ve uzman, statin önerilerinde ısrar ederken (23), küçülen partikül yapısının nasıl düzeltilebileceği üzerine kafa yormak istemez. Fakat kanda tek parametrede, kullanılmayan partiküllerin birim alandaki artışına bağlı olarak, kolesterol düzeyi yanıltıcı bir şekilde yüksek görülür. Teorik olarak yaşlandıkça temel steroid üretiminin genetik nedenlerle azaldığı bir ortamda, kolesterolün üretiminin de bütün steroidlerde olduğu gibi azalması gerekmekte ve bu durum özellikle partikül yapısında eksiklik olarak ortaya çıkmaktadır (24). Partikül yapısında bulunan Steroidler ve özellikle de kolesterol azalmıştır!
Bu nedenle, tedavi amaçlı müdahaleler, tek parametrelik kolesterol gibi bir değere veya yüksekliğe göre değil, partikül yapısının fiziksel durumuna göre (25) seçilmelidir. Bitkisel steroidler ve çeşitli yağ asitlerinin besin yoluyla alınması, kan yağları ve insan sağlığı üzerinde olumlu etkiler ortaya çıkarıyorsa, bunun nedeni lipoprotein partikül yapısının, bu tür lipitler alındığında düzelmesi, partikülün normal fiziksel boyutlara ulaşmasıdır. Fakat günümüzde milyar dolarlar kazanan şirketler için durum farklıdır. İnsan düşünceleri yönlendirilebilir. İnsanların yönlendirilmiş düşüncelerden kaynaklanan acımasızlığı, bilgisizliği aslında yeni değildir ve tarihsel olarak her zaman vardır. İlkel kültürlerde Tanrıların gazabından korkulurdu. Günümüzde biraz evrimleşmiş olsa da, yine yapılması gereken yapılmış; insanlarda doğal olarak bulunan korkular kullanılarak, olay tam bir (cadı), konumuz açısından “molekül” avına dönüştürülmüştür.

Cadı (molekül) avı
Sağlık alanından para kazanan ticari şirketleri, ilaç fabrikalarını mutlu etmek için, sıklıkla organizma molekülleri suçlanıyordu. Örneğin, kolesterol adı verilen molekülü mutlaka bütün insanların içinde ve tek tek öldürmek gerekiyordu. Onların düşüncelerine göre kanda kolesterolün yüksek olması kötüydü. Kolesterol insanlara baş belası olan bir moleküldü. İddialarına göre, bu molekül insanı zehirliyor, kandaki varlığı ile insanı öldürüyordu. İnsanın içine yerleşen bu şeytani molekül, mutlaka insandan çıkarılmalı, insanlar bu molekülden kurtarılmalıydı. İnsanlar ölüyor ve ölümden korkuyordu. İnandırıldıkları için, hepsi olmasa da sayılamayacak çokluktaki parmaklar suçlu olarak hep onu, hep aynı molekülü gösteriyordu. Bazıları ısrarla “karar vermeden önce yargılayın” demişti. Fakat molekül hakkındaki karar çoktan ve yargılanmadan verilmişti. Yaşadığımız yüzyılda, ilkel çağlara göre “moda” oldukça değişmişti: şimdilerde insan kurban edilmiyordu, artık masum moleküller adı yeni çıkan değişik Tanrılara kurban ediliyordu.
Hipokrat, kendi zaman penceresinden günümüze bakıp, hiçbir şey yapamamanın çaresizliği içinde sessizce ağlarken, yaşadığımız yüzyılda bir molekül yaşamak ve yaşatmak için hâlâ direniyordu. Ve gerçekte çoğu insanın kafası karışmıştı, toplumsal ve kaçınılmaz bir şizofreniye kapılmışlardı, neler olup bittiğini gerçekte onlar da bilmiyordu. İnsanlar yine korkmuş, korkutulmuştu! Korkularından kurtulmak için, tıpkı önceden olduğu gibi yine Tanrılara kurban veriyor, böylece kendilerinin cezalandırılmayacağını, cezalandırılmaktan kurtulacaklarını düşünüyorlardı! Ve insanlar, hiç günah işlememiş, saf, temiz, masum bir molekülü, kapitalist Tanrıları mutlu etmek adına çarmıha geriyordu…

Uzman Biyolog Mevlut Durmuş