YÜKSEK KOLESTEROL VE GENETİK ÜZERİNDEKİ ŞÜPHELER (1.BÖLÜM)
Karşı teorilerin mantıksal zayıf noktaları
Karşı teorilerin mantıksal zayıf noktaları
ortaya koyacağınız yeni teorinin
en sağlam, yıkılamaz
direkleri olacaktır.
Uzm. Biyolog
Mevlüt DURMUŞ
"Genetik olarak kolesterolünüz yüksek olabilir, aileden geliyordur" sözünü kolesterolü yüksek olanlar mutlaka doktorundan duymuştur.
Aslında her kolesterol yüksekliğinde suçu 'genlere' doğru yönlendirmek, doktorlar ve bilim adamı açısından, doktorun hastaya karşı kısa vadeli bir kurtuluşunu ifade eder. Kolesterolü yüksek olan insanda ister istemez: "...genetik olarak yüksekmiş, doktor da bir şey yapamayacak..." şeklinde düşünmek zorunda hisseder kendini...
Her ne kadar kanda tek parametrelik kolesterol yüksekliğine, birincil (doğuştan genetik) ve ikincil sebebler (dış faktörler, besin, ilaç vb) gibi yakıştırmalar yapılsa da, söz konusu yaklaşımlar, düşünebilen bilim adamları için oldukça fazla paradokslar içerir.
Kısaca hangi sebeble olursa olsun, (birincil ya da ikincil sebeblerle) kolesterolü yüksek bir insanın genlerine baktığınızda, kolesterolü yüksek kişiyi genetik açıdan incelediğinizde mutlaka lipoprotein metabolizmasına ait genlerde de farklı bir şeyler bulursunuz. Siz normale göre ortaya çıkmış olan farklılığı, kolesterolü yükselten 'genetik neden' olarak ortaya koyabilir ve oldukça eğlenceli bilimsel yayınlar yapabilirsiniz (bkz. kayıp felsefe genleri). Fakat moleküllerin gizemli dünyasındaki işleyiş, her zaman bilim adamlarının kavradığı gibi olmayabilir. Canlıdaki her değişim, moleküllerin dünyasında bir farklılaşma ve başkalaşma gerektirir. Çünkü moleküller arasındaki iletişim haberleşme, söz konusu değişimlerle protein, aminoasit farklılaşmaları, konfigurasyon değişiklikleri eşlik eder: Bu organizma moleküllerinin haberleşme tekniğidir ve milyarlarca yılda gelişmiştir.
Genetikle ilişkili olarak, kolesterol yüksekliğine neden gösterilen genlerin sayısı çok fazla olmakla birlikte karşınıza en sık olarak taşıyıcı protein B (apo B-100) de çeşitli mutasyonlar ve/veya karaciğerde lipoprotein alıcısı olarak bilinen LDL reseptörleri (LDL-R) mutasyonları gösterilir. Yani çoğunlukla yüksek kolesterolün nedeni söz konusu genlerle ilişkilendirilirler. Konuya yabancı okuyucular için, çoğu bilim adamları tarafından kabul edilen biyokimya kitaplarına girmiş bu durumu biraz açıklayalım.
1. Apo B-100 bozukluğu veya mutasyonları (VLDL, IDL ve LDL): Lipoproteinleri taşıyan (özellikle LDL) apo B-100 adındaki taşıyıcı protein oluşumunda ortaya çıkan genetik bozukluk ve apo B-100 de ortaya çıkan aminoasit değişimleridir, söz konusu değişimler partiküllerin kana salınmasına engel değildir. Apo B-100 deki bozukluklar nedeniyle, partikülleri kandan uzaklaştırmak zorunda olan, partikül toplayıcısı, alıcısı durumundaki LDL reseptörleri anahtar konumundaki apoB-100 proteinini tanıyamadığı için kullanamazlar. Böylece kanda varolan LDL'yi kandan uzaklaştıramaz. Birim alanda partikül sürekli artar. LDL ve LDL'ye ait bütün bileşenler (trigliserit,kolesterol) tek parametrede yüksek olarak görülür.[1]
2. LDL reseptör mutasyon/bozuklukları. Sıklıkla kolesterol-genetik ilişkisinde LDL lipoproteinlerini kandan uzaklaştırmakla görevli LDL reseptörlerinin (alıcılarının) genetik bozukluğundan veya genetik mutasyonundan söz edilir. Partikülleri kandan uzaklaştırmakla görevli LDL reseptörleri, iddia edilen bozukluklar nedeniyle, söz konusu zararlı olarak gösterilen partikülleri (LDL partikülleri) kandan uzaklaştırılamaz. Kandan uzaklaştırılamayan LDL partikülleri birim alanda çoğalır ve tek parametrede ölçmek istediğiniz kolesterol veya trigliserit gibi değerler yüksek çıkar.[2]
Dikkatinizi umarım çekmiştir, çünkü bilim adamları ve araştırmacılar bu çok önemli noktayı özellikle bilerek ya da bilmeden gözden kaçırılıyor. Kanda tek parametrede yüksek olan kolesterol ve trigliserit gibi değerler, söz konusu kabul gören genetik yaklaşımlara göre aslında partikül yoğunluğunun, birim alanda çoğalmasına bağlı olarak artıyor. Yani hücrelerde genlere bağlı olarak aşırı bir kolesterol üretimi yada partikül üretimi yok... Söz konusu bir çok tartışmalara neden olan tek parametrelik kolesterol veya trigliserit gibi değerlerin, genler ya da hücreler tarafında aşırı üretimi söz hiç bir zaman konusu değil!...Söz konusu kolesterol ve genetik ilişkilerini doğru kabul ederseniz!
Hücresel açıdan genetik anabolizma (yapım olayları) her zaman olduğu gibi normal sürecinde, normal hızında devam ediyor. Son aşamada lipoprotein partikülü oluşturulup kana veriliyor. Fakat söz konusu lipoprotein partikülleri gerek apo B-100 gerekse LDL-reseptörlerindeki genetik etkiler nedeniyle söz konusu partikülleri katabolik biyokimyasal yollara sokamıyor. Sorun üretilen partiküllerin katabolizmasında gibi (yıkımında) görünüyor. Normal süregelen lipitlerle ilgili genetik üretim hücrelerce devam ettiriliyor. Fakat kanda kullanılmayan partiküller var, yani genetik açıdan lipoproteinlerin katabolizmasında (yıkımında) sorun var!...
İlk sorun burda başlıyor. Organizma içindeki bir katabolizma (yıkım) sorunu kardiyologlarca sizlere anabolik bir sorun olarak sunuluyor!..
Düşünün bu genetik bulgulara rağmen nasıl oluyorda da, karaciğerin kolesterol üretiminin fazla olduğunu söyleyebiliyor uzmanlarımız. Söz konusu kabul gören genetik temellerde bunu anlamak mümkün değil...Lipoprotein ya da kolesterol üretimi değil, genetik (apo B-100 mutasyoları yada LDL-reseptörleri gibi) nedenlerle kanda kullanılmayan partikül ve partikül içeriklerinin artığını bir türlü göremiyorlar, üretimde sorun ya da fazlalık yok!..Yıkıma girmesi gereken fakat yıkıma giremeyen bir grup partikülün (LDL) kanda birikimi söz konusu! Karaciğerin fazla kolesterol ürettiği tezi, kolesterol konusundaki saçma bilim yanılgısının en güçlü temelini oluşturuyor.
Bilim adına en ufak bir sıkılma duygusu taşımadan, örneğin bazı bilim adamları karaciğerde kolesterol üretiminin fazlılığından söz ediyorlar, son derece mantıksız ve saçmalık. Önce karar verin, genetik temelde söz konusu apo B-100 veya LDL reseptör bozuklukları teorisine göre kolesterol veya lipitlerin fazla üretimi söz konusu olabilir mi?...Genetik neden olarak gösterilen gerekçeler (ister apoB-100 ister LDL reseptör mutasyonları) ne olursa olsun, sonuç olarak kandaki LDL partikülleri kanda birikmek ve artmak zorunda kalıyor, bu metabolizma açısından sadece bir zorunluluk. Temel olarak bir metabolizmanın varlığı iki nedene yani anabolizma (yapım)ve katabolizmaya (yıkım) bağlıdır, başka türlü sistem ve canlı mutlaka zarar görür. Lipoprotein metabolizmasını oluşturan sistemin kabul edilen genetik faktörlerine göre, katabolik bölgesi sorunludur. Aksini düşünen ve bilim adamı olduğunu iddia eden kişilerin mantığından kuşku duyarım.
Durumu daha iyi kavramak için bir zamanlar hiç sevmediğimiz havuz problemlerini hatırlayın. Bir tarafta sürekli lipoprotein havuzunu dolduran musluk, diğer tarafta söz konusu havuzu boşaltan musluklar var. Havuzu dolduran musluklarınız normal şekilde çalışıyor. Havuzu boşaltan musluklarda bir bozukluk bir sorun varsa musluklar tıkandıysa ne olur? Elbette havuz taşar! Bütün bunları görmeden nasıl olurda siz havuzu dolduran muslukların akış hızının arttığını söyleyebilirsiniz, bilim mantığı nerede kaldı..Siz de tek parametrede kolesterol veya trigliserit gibi değerleri ölçtüğünüzde (total=toplam) değerleri, partikül çokluğu ve yoğunluğu nedeniyle çok yüksek görüyor, kalp hastalıkları başta olmak üzere tek parametrelik yükseklikleri çeşitli hastalıklarla ilişkilendiriyorsunuz. VE hemen muhteşem bir çıkarımda bulunup, kolesterol ve steroid yapımında görev yapan genlere saldırıyorsunuz...
Aslında kabul gören genetik teorilere göre, kolesterol moleküllerini değil, kandaki partikülleri tedavi amaçlı hedef almanız gerekmiyor mu? Söz konusu genetik mutasyon ve hatalarda kandaki partikül sayıları birim alanda artmıyor mu? Kanda artan sadece kolesterol düzeyi mi? Yoksa söz konusu genetik teoriler yanlış, kanda birim alanda partikül yoğunluğu artmadı mı?
Yoksa birim alanda lipoprotein partikül içerikleri hiç değişmedi, partiküller üzerindeki lipit bileşenlerinin, örneğin partikül üzerinde kolesterol moleküllerinin arttığı mı ifade ediliyor? Size tuhaf gelecek ama evet!..Kanda artmış olan partikül (LDL) yoğunluğu yerine, partikül üzerinde bir bileşen olarak bulunan kolesterolü görüyorlar ve onu tedavi etmeye çalışıyorlar ve işin tuhafı bazıları buna gerçekten inanıyor!l. Total kolesterolünüzü ölçüyorlar ve 'sizin kanda kolesterolünüz yükselmiş siz hastasınız' diyorlar.
Peki ya kanda birikmiş olan partiküller?...
Kanda artan partikül yoğunluğunu, partiküllerin kullanılmadığını, biriken partiküllerin makrofaj adı verilen savunma hücreleri tarafından kandan uzaklaştırılmak zorunda olduğunu, söz konusu (LDL) partiküllerin kandan uzaklaştırılması sırasında, makrofajların kalsiyum salgılayarak (LDL) partiküllerini damar endotelleri arasına hapsettiğini görmüyorlar, göremiyorlar. Onlara göre kandaki partiküllerde suçlu olarak sadece KOLESTEROL var!
Bu durum bana bir temel fıkrasını hatırlatıyor. Temel bilim adamı olmuştur ve araştırma konusu sineklerin kaç ayak üzerinde zıpladığını anlamaktır. Temel sırayla sineğin ayaklarını koparır ve sineğe zıplamasını söyler. Sineğin son ayağıda koptuktan sonra Temel sineğe zıplaması söyler, fakat sinek zıplamaz. Temel araştırmanın sonuç kısmına söyle yazar: 'bütün ayakları koparılan sinek zıplayamıyor, çünkü sineğin ayakları kopunca kulakları maalesef duymuyor'.
Ne muhteşem mantık değil mi?
Temelin fıkrasını basit görmeyin, fıkra benzeri çalışmalarla bilim adamları ne Nobel ödülleri alıyor bir bilseniz!..
2. bölümle devam edecek....
Mevlüt Durmuş
21 Mayıs 2008
Kaynak ve Dipnotlar
[1] Jan Borén et al (2001). The Molecular Mechanism for the Genetic Disorder Familial Defective Apolipoprotein B100. J. Biol. Chem., Vol. 276, Issue 12, 9214-9218, March 23, 2001. (http://www.jbc.org/cgi/content/full/276/12/9214)
[2] S. Bertolini et al (1999). Analysis of LDL Receptor Gene Mutations in Italian Patients With Homozygous Familial Hypercholesterolemia. Arteriosclerosis, Thrombosis, and Vascular Biology. 1999;19:408-418. (http://atvb.ahajournals.org/cgi/content/full/19/2/408)