Bazı kelimeler çok havalı söylendiği için
oldukça dikkat çekiyor, insanı da bilgili gösteriyor.
Çok bilgili olmasam da, elim değmişken bir de ben kullanayım dedim şu ‘okside’ kelimesini...
Kolesterolden okside olmuş öyküler
Kimilerine göre, bizim karşı olduğumuz muhteşem
ilacımızın (statin) böbrek yetmezliği, şeker hastalığı, hafıza kaybı, kas
ağrısı, cinsel fonksiyon bozukluğu, kas ağrıları, testosteron düşüklüğü gibi
bazı basit küçük yan etkileri olsa da statinleri kolesterolü yüksek hastalarda
kullanmaktan başka alternatifimiz yokmuş!
İşte bu düşünceler beni güldürüyor…
Yumurtanın bile farklı bir alternatif olduğunu göremeyen, hala yumurtanın sarısını
yasaklamaya devam eden bilim anlayışından, bilim insanlarından ve
diyetisyenlerimizden çok şey beklememek gerekir. Çünkü T.Kuhn'un değimiyle ' bilimin sürekli olarak paradigmaların değişimiyle geliştiğini' henüz bilmiyorlar, hala yirmi otuz yıllık bilgilerin geçerli olacağını sanıyorlar.
Fakat bazı
haberler de iyi: “…Yapılan bir
araştırmaya göre, yumurta tüketiminin toplam kan kolesterolü üzerinde etkisinin
olmadığını gösterdi. Son zamanlarda yapılan başka bir araştırmaya göre ise,
yumurta yemenin kalbi koruyan iyi kolesterol olan HDL seviyesini artırdığı
belirlendi.” (1)
Biz de yıllardır söylüyoruz elbette ama haber yurt dışından olunca daha
havalı geliyor insanımıza nedense!
Yumurta HDL seviyesini nasıl yükseltiyor, tabii konuyu
anlamayan ama anladığını sanan araştırmacılarımız bu duruma da kesin itiraz
edecekler. Bir de işin içine yine yumurta girdiği için bir daha
bozulacaklar. Yumurta deyip geçmeyin,
yumurta konusu kardiyoloji dünyasının tepesinde her zaman bir kara bulut olarak
dolaşacak, ta ki kolesterolün masumiyeti kabul edilene kadar! Az değil, bir yumurta da 200 mg kadar kolesterol
var! Hem yumurta yemeye izin (200 mg kolesterol) ver, hem de kolesterol düşürücü (statin) ilaç ver. Bu mantık çok kafası karışmış bir mantık...
Çoğu araştırmacı adını, normal değerlerini bilse de
HDL’nin asıl fonksiyonunu bilmez ve yumurtadaki kolesterol ile bağlantı
kuramaz! Çoğu araştırmacı HDL partikülünün, LDL partikülünün tam tersine kanda
dolaşırken oluştuğunu da bilmez.
Peki siz biliyor muydunuz? LDL partikülleri hücre içinde,
HDL partikülleri ise kan dolaşımında damarlarımızı rahat rahat turlarken oluşur, yani HDL hücre içinde olgunlaşmaz!
**********
Peki HDL partikülü neden önemlidir, ne yapar?
Çoğu kişi HDL partikülünde sayısal değerlere takılmıştır,
oysa önemli olan HDL partikülünde ortaya çıkan sayısal değerden öte, HDL
partikülünün kandaki işlevi, nasıl oluştuğu, ne yaptığı ve neden yaptığıdır veya ne yapamadığıdır.
LDL ve HDL partikülü ilişkisine geçmeden önce çok
bilenler için, konuyu çok bildiğini düşünenler için de bir şeyler
söylemeliyim. Çünkü okside LDL partikülüne çok takılıyorlar, okside
LDL-kolesterol filan diyorlar. Kolesterol okside olmuş da, kolesterol suçluymuş
gibi göstermeyi tercih ediyorlar. Oysa 'okside' kavramında, okside olan kolesterol değil, LDL partikülünün
tümüdür. A, B , C moleküllerinden herhangi biri okside olmuşsa, oluşan bileşim
ABC oksidedir, hangi molekülün okside olduğu önemli değildir. Partikülde bir tek kolesterol moleküne kimse okside oldu deme hakkına ve lüksüne sahip değildir, ben değil kimya böyle söylüyor.
Okside partikülü bilen kişilerin, LDL partikülün neden okside
olduğu, okside olan partikülün nasıl bu durumdan kurtulabileceği konusunda
zerre kadar bir düşünceleri de yoktur. Çünkü temel bilim konularından HDL’nin
fonksiyonu ve anlamını da unutmuşlar, sadece sayısal değerlere takılmışlardır. Ve bu
insanların yaşlanma biliminde (gerontoloji) oksidasyon teorisinin büyük bir
yeri olduğundan, oksidasyonun sadece LDL partikülleri için geçerli olmadığından
da haberleri yoktur diye düşünüyorum. Örneğin kanda şekeriniz birikim nedeniyle çoğaldığında,
şekeriniz de okside olabilir, gider kanda oksijen taşıyan moleküllerinize
(hemoglobine) bağlanır, siz de bunun ölçümünü yaparak (glikohemoglobin) üç
aylık kan şekeriniz hakkında kabaca bir fikir sahibi olursunuz. Kısaca
organizmamızda birçok okside molekül bulunabilir, kardiyologlar öyle bilse de oksidasyon-redüksiyon
olayları sadece LDL partikülüne has bir durum değildir.
Okside LDL partikülü,
sadece bir söylem olarak kaldığında, oksidasyonun içeriği yeterince
anlaşılmadığında, içi boş bir tenekeleri hatırlatır bana. Bazıları da tıngır tıngır bu tenekeyle kulak
tırmalayan oyun havaları çalmaya devam ederler. Sihirli ve gizemli ‘okside’
kelimesini kullandıklarında, biraz top sakal ve tek bir küpe taktıklarında
ne kadar bilimsel olduklarını önemli değildir, ne kadar bilimsel göründükleri, ne kadar bilimsel oturdukları, ne kadar bilimsel havalı cümleler kurduğu daha önemlidir. Yani gerçek bilimsel düşünceye değil,
savundukları bilimsel düşüncenin kendi çevresinde nasıl algılandığı ile ilgilenmektedirler, bunların doğruyu aramak , doğruyu anlamak gibi bir derdi de yoktur, bu kişilerle tartışmak da anlamsızdır. Çünkü anlamaya çalışmak için değil, anlamamak üzere yola çıkmışlardır...
Gerçekten de, bazı
dostlarım ve bana göre, ‘okside’ söylemi ile başlayan konuşmalar anlam ve
içeriğinden uzaklaştırılıp sadece söylem olarak kaldığında ‘okside LDL’nin içi boştur. Hücre içiyle ilgili konuşmalarda oksidasyon kelimesini duyduğunuzda mitekondri, lipoproteinlerle ilgili oksidasyon kelimesini duyduğunuzda HDL partikülü mutlaka hatırlanmalıdır.
Oksidasyon (ya da yükseltgenme), elektronların bir atom
ya da molekül den ayrılmasını sağlayan kimyasal tepkimelere verilen genel bir isimdir. Bu açıdan
bakıldığında okside LDL partikülü de elektron, atom ya da molekül açığı olan
partikül anlamına gelmektedir. Unutmamak gerekir ki, oksidasyon, redüksiyon ve
redoks gibi kimyasal kavramlar olmadan zaten biyokimyasal açıdan canlılık
olmaz, okside LDL konusundan önce bunun çok iyi bilinmesi gerekiyor. Canlı
sistemlerde atomlar, moleküller ve makro moleküllerde oksidasyon, redüksiyon ve
redoks sürekli olarak gerçekleşmek zorundadır. Redoks daha sonra iç ve dış faktörlerle yeniden
bozulmakta, yeniden okside ve redükte moleküller oluşmakta, bu durum sürekli
olarak devam etmektedir. Dahası bunun için organizmamızda birçok özel
enzimler de bulunmaktadır. Örneğin oksidoredüktaz adını verdiğimiz enzim grubunun
işi budur, molekülleri okside veya redükte ederler, moleküller arası değişim ve
farklılaşmalar başlatırlar, bu hücrelerin ve moleküllerin birbirleriyle gerçekleştirdiği farklı bir iletişim yoludur! Başka türlü
biyolojik canlılık mümkün değildir.
Yaşam atomların, moleküllerin ve
makromoleküllerin bir tahteravallideki veya bir salıncaktaki muhteşem oyunundan başka
bir şey değildir moleküller için, kısa vadede (dikkat gün değil, milisaniyelerle moleküllerde) sürekli iniş
çıkışları olabilir! Yukarı çıkan aşağıya, aşağıya inen de yukarıya. Ta ki,
oyunculardan biri oyunu bozmaya karar verene, oyundan sıkılıp çıkmak isteyene
kadar! Biri yok ben aşağıda veya yukarıda kalayım dediği anda, bu muhteşem oyun bozulur ve bu bize hastalık ve
yaşlanma olarak geri döner, molekül dönüşüm, aktarım ve farklılaşmaları yavaş yavaş durur…
Kısaca biyolojik yaşam zorlanır.
Kanda okside LDL partikülü varsa, bu bir yerde elektron,
atom ya da bir molekül eksiği var demektir.
Partikül temelinde redoks reaksiyonları henüz bitmemiş, oyun
tamanlanmamış, zararlı olarak yanlış isimlendirdiğimiz partikülümüz sürekli olarak (LDL) okside
durumda kalmış demektir.
İşte burada tam da
bu noktada HDL partikülü devreye girmeli, LDL partikülüne kendi yapısında
bulunan bileşenlerden (kolesterol ve esterleri, fosfolipit vs) mutlaka bir şeyler vermelidir.
Peki bu nasıl olur?
HDL partikülünden (CETP yardımıyla: Kolesterol ester
taşıyıcı protein) LDL (ve VLDL) partikülüne kolesterol ve kolesterol esterleri
aktarılmalıdır, başka türlü LDL partikülü okside formundan hiç çıkamaz ve
kandaki bu reaksiyon tamanlanmadığı için LDL partikülleri sürekli kanda birikmek
zorunda kalır, metabolize edilemez. Yani HDL partikülünden LDL partikülüne kolesterol ve kolesterol
esterleri aktarılmalıdır! Yani kolesterol antioksidan gibi davranır! LDL partiküllerinin okside formundan kurtulabilmek
için ‘kolesterol moleküllerine’ ihtiyacı vardır. (Ne paradoks ama?) Böylece,
kolesterol molekülleri LDL partikülüne geçince, LDL partikülü okside olmaktan
kurtulur ve LDL partikülü HDL partikülünden bazı moleküller aldığı için kendini
partikül olarak büyütür ve normal
boyutlarına gelir.
Oksidasyondan kurtulan LDL partikülünde aynı zamanda,
HDL’den aldığı kolesterol ve kolesterol esterleri nedeniyle, LDL partikülü
temelinde molekül artışı da
gerçekleşmiştir. Bir çok araştırmacının okside LDL partikülü, benim ise
genellikle küçük (small) LDL dediğim şey aslında aynı şeyi ifade ederler, bazılarının
hala bu durumu anlamıyor olması gerçekten de çok tuhaf! Onlara sıradan bir
biyolog olarak tavsiyem molekül ağırlığı, dansite ve hacim ilişkilerini yeniden
gözden geçirmeleridir. Partiküllerin fiziksel yapıları ve partikül üzerindeki
molekül değişimleri ve partikül yoğunlukları beni daha çok ilgilendirdiği için,
partikül bazında ben kimyasal terimleri değil, fiziksel terimleri tercih
ederim. Partikül üzerindeki molekül değişimlerinin olduğunu, bunun da
partikülün büyüklük ya da küçüklüğü ile ilgili olduğu (kendimi övmeyi sevmesem
de) çok iyi bilirim, matematikle aram iyi sayılır. Bazıları da biyokimyasal terimlerle ‘oksidasyon,
reduksiyon’ gibi terimlerle durumu anlatırken, havalı ve çok bilmiş göründüğünü düşünürler. Fakat bu durumda partiküllerdeki
fiziksel değişimleri de mutlaka gözden kaçırır. Kısaca small LDL ve okside LDL terimleri,
terim olarak aynı konunun farklı ifade tarzlarından başka bir şey değildir, biri fiziksel anlatım, diğeri kimyasal anlatım. Bu
durumu bazı akademisyenlerin pek anlayacağını düşünmesem de bu böyle!..
Kısaca okside LDL ya da small (küçük) LDL
partiküllerinin, HDL partikülünden gelecek kolesterol ve kolesterol esterlerine
ihtiyacı vardır.
Aksi halde küçük (small-okside) LDL partikülleri
metabolize edilemeyecek ve kanda birikecek, bu durum makrofajları (lökosit)
harekete geçirecek, birikimi çeşitli şekillerde yok etmeye çalışacaklardır.
Yani kanda LDL partiküllerinin hızla okside olması (milisaniyeler) normal,
fakat sürekli okside durumda kalması anormal bir durumdur. Bu noktada üç sonuç
dikkat çeker:
1)Partiküller sürekli okside formda kalamazlar, makrofajları (lökosit) harekete geçirirler.
2) Daha da kötüsü, kanda yeterince HDL partikülü yoksa, HDL partikülünden LDL partikülüne kolesterol esterleri transfer edilemeyecek, LDL partikülünün de düştüğü durumdan kurtulması (okside, small LDL) mümkün olmayacaktır.
3) Kanda küçük partiküller (small-okside LDL) sürekli çoğalacak ve birikecektir. Böyle bir durumda yaptığınız kolesterol ölçümü yüksek çıkacak (göreceli yükseklik) ve kolesterol yüksekliği size ‘risk faktörü’ olarak takdim edilecektir. Size kanda biriken- birikmek zorunda kalan (LDL) partiküller üzerinde kolesterolü ölçer ve elinize verirler. ‘Aman kanda kolesterol yüksek o halde kolesterolün hücre içinde oluşumunu engelleyelim, böylece kandaki kolesterolü düşürelim’ derler ve kolesterol düşürücü olarak 'statinler' tavsiye ederler!..
1)Partiküller sürekli okside formda kalamazlar, makrofajları (lökosit) harekete geçirirler.
2) Daha da kötüsü, kanda yeterince HDL partikülü yoksa, HDL partikülünden LDL partikülüne kolesterol esterleri transfer edilemeyecek, LDL partikülünün de düştüğü durumdan kurtulması (okside, small LDL) mümkün olmayacaktır.
3) Kanda küçük partiküller (small-okside LDL) sürekli çoğalacak ve birikecektir. Böyle bir durumda yaptığınız kolesterol ölçümü yüksek çıkacak (göreceli yükseklik) ve kolesterol yüksekliği size ‘risk faktörü’ olarak takdim edilecektir. Size kanda biriken- birikmek zorunda kalan (LDL) partiküller üzerinde kolesterolü ölçer ve elinize verirler. ‘Aman kanda kolesterol yüksek o halde kolesterolün hücre içinde oluşumunu engelleyelim, böylece kandaki kolesterolü düşürelim’ derler ve kolesterol düşürücü olarak 'statinler' tavsiye ederler!..
Tam bu aşamada modern tıp, düşünmez sadece yapar. Kanda oluşan LDL birikiminin gerekçesini, HDL’den
gelmesi gereken ama gelmeyen-bir türlü gelemeyen kolesterol moleküllerini unuturlar veya unuttururlar.(2)
İşte mesleğini seven bir hekimin karar vermesi gereken
nokta tam da burasıdır!
Bu her bilim insanının düşünmesi gereken ciddi bir
paradokstur. Kardiyolojik risklerle ilgili size bir yığın referans verirlerken
asıl riski, okside olmuş LDL partiküllerindeki kolesterol molekülü acığını görmezler, size okside LDL deyip geçerler.
Kardiyoloji dünyasının görmediği, sizin iki tane gerçek riskiniz vardır:
1) LDL partikülleriniz okside olmuş ve aynı zamanda küçülmüştür. LDL partikülleri bu durumdan mutlaka kurtulmalıdır, yoksa kanda LDL birikimi kaçınılmaz bir zorunluluktur.
2) LDL partiküllerinizin (okside, small LDL) kurtulması ve metabolize olması için HDL partikülünden (CETP) gelecek kolesterol moleküllerine, kolesterol esterlerine ihtiyaç vardır. Bunun için karaciğer dışı hücrelerin kolesterol sentezine ve-veya besinlerden gelecek kolesterole (şilomikron) ihtiyacınız vardır, yumurta tam da burada bu aşamada önemlidir! Unutmayın HDL partikülü, olgun bir partikül olarak hücre içinde oluşmaz, kanda dolaşırken bir bebek gibi yağ asitleri ve kolesterol molekülleriyle büyür ve gelişir.(3)
1) LDL partikülleriniz okside olmuş ve aynı zamanda küçülmüştür. LDL partikülleri bu durumdan mutlaka kurtulmalıdır, yoksa kanda LDL birikimi kaçınılmaz bir zorunluluktur.
2) LDL partiküllerinizin (okside, small LDL) kurtulması ve metabolize olması için HDL partikülünden (CETP) gelecek kolesterol moleküllerine, kolesterol esterlerine ihtiyaç vardır. Bunun için karaciğer dışı hücrelerin kolesterol sentezine ve-veya besinlerden gelecek kolesterole (şilomikron) ihtiyacınız vardır, yumurta tam da burada bu aşamada önemlidir! Unutmayın HDL partikülü, olgun bir partikül olarak hücre içinde oluşmaz, kanda dolaşırken bir bebek gibi yağ asitleri ve kolesterol molekülleriyle büyür ve gelişir.(3)
Konunun başında söylediğimiz gibi yumurtanın ve kolesterol içeren
besinlerin HDL’yi yükseltmesinin gerçek sırrı
da buradadır, umarım anlatabilmişimdir!
‘İnsandan insana kan nakli gibi HDL partikül
transferi yapılabilir mi?’ sorusunu ve
HDL partikül transferinin ilkelerini daha sonra yazacağım.
Öncelikle kolesterol molekülü içeren etin, sütün, tereyağının ve yumurtanın neden HDL partikülüne olumlu katkı
yaptığını bilin yeter!
Mevlüt Durmuş
Uzm.Biyolog
www.kolesterolmasallar.blogspot.com
05
Nisan 2013
Kaynak ve dipnotlar
1)http://www.turkishny.com/health-news/90-health-news/118765-yumurtanin-sarisi-ne-kadar-saglikli#.UVwODqY5mM8
2) Elbette, kanımızda başka LDL birikimine yol açan çok farklı genetik ve çevresel faktörler de var, bunlar için önceki yazılarımı okuyabilirsiniz.
3) http://www.beslenmebulteni.com/bes/index.php?option=com_content&view=article&id=1602:yal-besinler-iyi-dediimiz-hdl-kolesterolue-nasl-yuekseltir-&catid=78:kolesterol&Itemid=445