Ne kadar bilirsen bil,
söylediklerin (senin) karşındakilerin
anlayabildiği kadardır.
Mevlana C.R
Kolesterolünüz yüksek çıkarsa, karaciğerinize çok iyi bakın!
Bazı uzmanları sevindiren, bazı uzmanların korktuğu, bazılarını şaşırtan ‘kolesterol ve akıl oyunları’ kitabımızın temel sorularından biri şudur:
Kandaki yüksek olan kolesterolü karaciğer hücreleri mi yapar, yoksa üretilmiş olan kolesterol karaciğere geri dönemediği için mi kolesterol kanımızda yüksek çıkar? Yani, kolesterol üretim kaynaklı mı, yoksa birikim kaynaklı nedenlerle mi yükselir?
Sizin okuyucu olarak bu soruya verecek cevabınız ne olursa olsun, kolesterolünüz yükselmişse karaciğerinize çok iyi bakın!
Çünkü karaciğerinizde o ya da bu şekilde bir bozukluk olmadan kolesterol değerleri asla yükselemez. ‘Karaciğeriniz çok güzel mükemmel çalışıyor, ama kolesterolünüz yükselmiş’ sözü ancak düşüncesizliğimizin ve bilgisizliğimizin bir yansımasıdır. Kolesterol yükseldiğinde, karaciğer hücrelerinin işleyişinde mutlaka görülemeyen, henüz anlaşılmamış bir bozukluk vardır!
Gelelim sorumuzun cevabına!..
Bizim görüşümüze göre kolesterol yüksekliği, iddiaların tam tersine karaciğerde fazla üretim nedeniyle değil, kandaki lipit taşıyan partiküllerin (LDL, HDL, VLDL) kullanılmamasına ve kandan karaciğere geri dönmeyişine bağlı olarak, kanda ‘kandaki partikül birikimi’ nedeniyle ortaya çıkar. Yani uzmanlarımızın ‘karaciğer hücrelerinde ortaya çıkan fazla üretim nedeniyle kandaki kolesterol yükselir’ düşüncesi bize göre saçmalamaktan başka bir şey değildir.
Karaciğer ve kolesterol ilişkisinde anlaşılmayan nokta bu!
Yüksek kolesterol değerleri, karaciğerinizde bir şekilde bazı sorunların başladığını gösterebilir sadece…
Kendini otorite sayan, kolesterol hakkında bol bol nutuk atanlar hala kavrayamadı. Hiçte anlayacak gibi de görünmüyorlar. Yani kandaki kolesterolünüzün yüksek olması, kolesterolün hastalıklardan sorumlu olduğunu, doğrudan kolesterol molekülünün suçlu olduğunu gösteremez! Çünkü kullanılmayan partiküller kanda arttığı, karaciğer organımız üretmiş olduğu partikülleri kullanmadığı sürece, kolesterol kanda zorunlu olarak yüksek görülecektir. Asıl sorun kolesterol yüksekliği değil, kanda aşırı partikül birikimidir.
Kolesterolünüzün yüksek olması sizlere sadece, karaciğer hücrelerinin kanda biriken partikülleri ve kolesterol moleküllerini kullanamadığı, kanda sürekli biriktiğini gösterir! Bu durum iki nedenle gerçekten de çok sakıncalıdır:
1) Karaciğerdeki hata veya hatalar nedeniyle, kullanılamayan ve kanda biriken partiküller bir şekilde (makrofajlarla) ortadan kaldırılmalıdır. Bu durum damar sertliği ile ilişkilidir (ateroskleroz) bu sırada söz konusu hastalık gelişimi hızlanabilir. Fakat bu durumun sorulmusu yani gerçek özne kolesterol molekülleri değil, kandaki işlevini bir şekilde kaybetmiş, kanda birikmiş olan partikül çokluğudur. İşlevini kaybetmiş her türlü yapı ve moleküler bileşimler, organizma için gereksiz bir yüktür. Bunlar organizmadan bir şekilde (?) uzaklaştırılmaya çalışılır.
2) Bazılarının nedense anlamakta zorlandığı, bizim ilaçlara (statinlere) karşı olduğumuz nokta burada ortaya çıkar. Kullanılmayan, kanda birikmiş olan partiküller ve kolesterol nedeniyle, hücre içinde kullanılabilir kolesterol molekülleri mutlaka azalır. Yani erkeklik, dişilik hormonları, D vitamini ve kolesterolden yapılan onlarca sayıdaki organizma molekülleri sürekli olarak, hücrelerimizde ve vücudumuzda yetersiz kalır. Kanımızda kullanılmayan partikül artışına bağlı kolesterol yüksekliği varken, hücre içinde kolesterol yapımı sırasında ortaya çıkan (Koenzim Q10 vs) ve kolesterol kaynaklı (hormonlar vs) biyokimyasal maddeler son derece azalmıştır.
Tekrar hatırlatmakta fayda var: Karaciğer hücreleri, partikülleri ve kolesterolü kullanmakta yetersiz kaldığında ise elbette doğal olarak kanda birikecek, kolesterol düzeyi de kanımızda kaçınılmaz olarak yüksek görülecektir, bu durum kolesterol için
rastlantısal bir zorunluluktan ibarettir.
Anlamak isterseniz, kolesterol-karaciğer ilişkisi bu kadar basit ve kolaydır!
Vücudumuzda benzer mekanizmaya sahip birçok sistem vardır.
Kanda savunma hücreleri, yani lökosit sayısı yüksekse, gerçek suçlu kandaki değeri yükselen lökositler değil, söz konusu lökositlerin artmasına neden olan, enfeksiyona neden olan (bakteri, virüs vb) etkenlerdir.
Kanda üre ve kreatinin gibi değerler yükselmişse böbreklerinizde çok ciddi sorunlar olabilir!
Şekeriniz kanda yüksekse sizin genel anlamda insülin yetersizliğiniz vardır, her ne kadar hastalığa genel anlamda ‘
şeker hastalığı’ adı verilmişse de, bunun tıptaki adı
‘insülin yetersizliği hastalığı’dır. Sorun temelde pankreas hücrelerine ait organındadır. Penkreas hücreleri yeteri kadar insülin yapamadığı için kanda şekeriniz birazda zorunlu olarak yükselmiştir!
Kandaki kolesterol yüksekliğinin hala karaciğer hücrelerinin fazla üretimle (anabolizma) ilişkili olduğunu iddia edenler, kandaki partikül birikimlerinde, karaciğer hücrelerinin kandaki partikülleri ve kolesterolü kullanamadığı bir türlü göremeyen uzmanlarımız, doktorlar tarihsel bir tıp ayıbıyla mutlaka karşılaşacaklardır
[1].
Okuyucu olarak sizler, karaciğeriniz konusunda dikkatli olun.
Kolesterol yüksekliğiniz varsa, karaciğer hücrelerinde ciddi sonuçları olabilecek bir sorun vardır. Fakat çok önemli bir avantajımız var: Karaciğer hücreleri organizma içinde kendini en iyi şekilde yenileyebilen organımızdır. Çoğu uzmanın hiç bilmediği veya anlamadığı için yeterince dikkate almadığı doğru bir beslenme tarzı
[2], karaciğerdeki bazı sorunların giderilmesine inanılmaz derecede olumlu katkı sağlar. Fakat bizim önerdiğimiz bu beslenme tarzı, çoğu uzmanca iddia edildiği gibi yağsız ve kolesterolsüz bir beslenme tarzı hiç değildir. Uzmanlarca
'kolesterol yüksekliğini bahane edilerek' beslenme ve yağlı besinlerin yasaklanması konusu, bizce büyük bir hata kaynağıdır.
Belki her uzman söylemiyor! Çocuklarda, karaciğer hücrelerindeki partiküllerdeki yıkımla ilgili (katabolik) bozukluklar nedeniyle ortaya çıkan ‘genetik kolesterol yüksekliği’ olgularında ise ‘karaciğer nakli’ seçeneği imkan varsa her zaman aklınızın bir köşeşinde olmalıdır. Çünkü bütün genetik hastalıklar organizma etkilerini, en az bir hücre, doku ve organ üzerinden gerçekleştirir.
Hastalığa ait temel organ biliniyorsa ve imkan varsa, söz konusu organın değiştirilmesi 'genetik hastalığın organizmaya zararlarını' etkisiz kılacaktır...
*******************************************
Hepsi değil belki ama çoğu uzman ve doktorumuz hiç anlayamadı!
İnsan sağlığında bilim felsefesi, mantık gibi kavramlar bazıları için çoktan önem ve anlamını kaybetti!
Mantık ve bilim felsefesi olmadan, sadece deneysel karşılaştırmalar yoluyla, tıp bilimlerinin varolabileceğini düşünmek gibi bir yanılgıya düştüler bilim adamlarımız.
Deneysel çalışmalar tıp bilimlerinde elbette önemlidir, fakat mantık ve matematiksel ilkelerini kaybetmiş bir bilimsel anlayışta, yapılan deneysel çalışmalar göz boyamaktan, kendi kendimizi kandırmaktan öteye geçemez. Şaşırmayın!
Bilim tarihinde onlarca kez tekrarlanan bir ilginç bir oyun bu!
İlk kez olmuyor!
Bazıları mantık ve matematiği kullanarak çok önceden bazı şeyler söylerler. Fakat bazıları söylenenleri hiç dinleme ve anlama gereği hissetmezler, boş verirler.
Örneğin genetik biliminin kurucusu, babası sayılan, matematiksel kanunlarıyla tanınan
G. Mendel’in bulguları var olmasına rağmen otuz yıl kadar geciktirilmiştir. Ancak ölümünden sonra
Mendel’in bulgu ve çalışmaları
William Bateson tarafından yeniden yayınlanmıştır. Zamanın bilgin, bilgiç ve sözde uzman geçinen insanları
Mendel’i zamanında hiç anlamamış, kimbilir belki de o zaman anlamak istememiştir…
Aristo’dan sonra dünyanın ikinci öğretmen olarak gördüğü ünlü mantıksal kuramcımız
Fârâbî’nin
[3] yüzyıllar önce söylemiş olduğu ilginç bir sözü işte bu nedenle çok önemlidir:
‘Mantık ve matematik bilmeyen kadının(hakimin) kararına hiç güven olmaz!’. Bizce
G. Mendel’in şanszlığı matematik ve mantık bilmeyen insanlarla karşı karşıya kalmış olmasıdır. Yoksa genetik bilimi, bugün olduğundan çok daha ileri bir düzeyde olabilirdi!....
Bilimsel bulgular zamana ve mekana göre göreceli olarak değişim gösterir.
Bazıları önce görür, bilir, anlar, çalışır.
Bazıları yapılan bu çalışmaları zamanla anlar.
Bazıları yaşadığı sürece hiç anlayamaz!
Çünkü anlamak için öncelikle gerçekten ve isteyerek dinlemek gerekir.
Üzülerek ve sıkılarak belirtmeliyim ki, aradan yüzyıllar geçmiş olsa bile bilimin tutuculuğu, farklı görüşlere klasik pencereden küçümseyerek bakışları hiç değişmiyor. Hepsi olmasa da çoğu araştırmacımız, uzmanımız, doktorumuz henüz daha
‘görmek ve bakmak’ arasındaki farkı dikkate alamıyor…
Belki bizim sorunumuzda bu; karşılıklı olarak birbirimizi hiç takmıyoruz…
Kolesterol teorisindeki saçma sapan bulgulardaki tutarsızlığı gerçekten bilen, insan sağlığı üzerine gerçek anlamda kafa yoran
Prof. Dr. Ahmet Aydın gibi bilim adamlarımız yazılarıyla, kitaplarıyla
[4] kolesterol tedavisi konusunda uygulanan yönteme itirazlarını her zaman sürdürüyor, bir avuç aydın düşünen bilimci insanlara doğruları anlatmaya çalışıyor.
Daha kaç kişinin, kaç doktorun, kaç akademisyenin ‘kolesterol’ teorisindeki yanlışları söylemesi gerekecek bilmiyorum. Sanırım Amerikan Kalp Derneği’ni (AHA) ikna etmeden, bizim Türkiye’deki derneğimizin bazı üyeleri (TKD) ve doktorlarımız kolesterol konusundaki mantıksızlığa, statin ilaçlarına hiçbir zaman ‘dur bu yanlışmış arkadaş’ diyemeyecekler. Kendilerince sözde en güvendikleri kurumu (AHA) referans alıyor ve onun izinden adım adım gidiyorlar. Onlarda belki kendilerince haklı. Fakat unuttukları çok önemli ince bir nokta var: Sürekli başkalarının izinden gidenlerin, takip ettiklerini kişileri, kurumları geçme şansı yoktur. Kendileri hiçbir zaman takip ettiklerinden daha iyi ve kaliteli veya daha az hatalı olamazlar! Her zaman takipçi ve taklitçi konumunda kalmaya ömür boyu mahkum olurlar. Bizce sürekli birilerinin sadece izinden gitmek, bilimi ve bilimsel yaratıcılığı öldürür!...
Çeşitli reklamlarla daha fazla hasta sahibi olabilirsiniz, ama kariyer durumunuz ne olursa olsun, maalesef bilimci olamazsınız!
Başkalarını ben bilemem!
Fakat ilgili derneklerin kolesterol teorisindeki söylemleri şayet mantığıma uymuyorsa, sıradan bir vatandaş olarak beni ne
Amerikan Kalp Derneği (AHA) ne de
FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) zerre kadar bağlamaz!
İnsan hakları, daha da önemlisi ‘
hasta hakları’ diye bir şey var! Yani ‘kolesterol’ konusunda uygulanan tedavi şekli hoşuma gitmiyorsa, bana mantıksız geliyorsa, doktorum beni bu konuda ikna edemediyse tedaviyi rahatlıkla bireysel olarak reddetme
[5] hakkına sahibim.
Çünkü kolesterol yüksekliği sorunu, karaciğerin fazla kolesterol üretimiyle birinci derecede hiç ilgili değil. Öncelikle doktorlarımızın, uzmanlarımızın
‘kolesterol yüksekliğinin, hücrenin aşırı kolesterol yapımıyla ilgili olmadığını’ anlaması gerekir.
Hücrede, hücre içinde kolesterol üremiyle ilgili bir sorun olsa, kolesterol gerçekten hücre içinde fazla üretiliyor olsa ve hücre sitoplazmasında kolesterol miktarı (enzimler değil!) çok olursa, elbette AHA ve FDA görüşlerini vatandaş olarak bende dikkate alırım. Böyle bir durumda elbette kolesterol düşürücü (statin) ilaçlar kullanılabilir ve kimse buna itiraz edemez!
Ama kolesterol yüksekliği sorunu hücrenin kolesterol üretimiyle ilgili bir sorun değilse, kolesterol yüksekliği kanda kullanılmayan partiküllerin birikiminden kaynaklanıyorsa, neden hücre içinde kolesterol yapımını statin ilaçlarıyla durdurayım ki?
Bu ne biçim bir bilimsellik, ne biçim bir mantıktır?
Hadi karaciğer hücreleri kaynaklı, genetik kolesterol yüksekliğinde, kolesterolün birikim kaynaklı yükselmediğine beni, neyse bırakın beni bir kenara, ‘
kendi aklınızı ve mantığınızı’ bir parça ikna edin de görelim bakalım!
Bilim bazen gerçekten zordur.
Özgür bir kafayla, bağımsız bir şekilde bilimle ilgilenecekseniz, unutmayın:
Gerçekten oturmuş bir bilim anlayışında, sadece iğne ile kuyu kazmaya çalışmak değildir zor olan, iğneyle kuyu kazmak bu işin bence en kolay kısmıdır!
Asıl zorluklar tam da bu noktada başlar…
Bilim bazen, çok ama çok geride kalanları büyük bir sabırla bekleme sanatıdır!
Mevlüt Durmuş
Uzm. Biyolog
http://www.kolesterolmasallar.blogspot.com/
9 Kasım 2009 Dipnot ve açıklamalar
[1] Mevlüt Durmuş (2009). Kolesterol ve Akıl Oyunları. Hayykitap. İstanbul
[2] Prof. Dr. Ahmet Aydın (2009). Taş Devri Diyeti. Hayykitap. İstanbul (www.beslenmebulteni.com)
[3] Fârâbî (871-950). Her Türk vatandaşının adını çok iyi bildiği (!) fakat düşüncelerini çoğu vatandaşımızın hiç kavramadığı ünlü Türk-İslam filozofu..
[4] Prof. Dr. Ahmet Aydın (2009). Taş Devri Diyeti. Hayykitap. İstanbul.
[5] Sağlık Bakanlığı, Hasta Hakları, Madde 25- Kanunen zorunlu olan haller dışında ve doğabilecek olumsuz sonuçların sorumluluğu hastaya ait olmak üzere; hasta kendisine uygulanması planlanan veya uygulanmakta olan tedaviyi reddetmek veya durdurulmasını istemek hakkına sahiptir. Bu halde, tedavinin uygulanmamasından doğacak sonuçların hastaya veya kanuni temsilcilerine veyahut yakınlarına anlatılması ve bunu gösteren yazılı belge alınması gerekir. Bu hakkın kullanılması, hastanın sağlık kuruluşuna tekrar müracaatında hasta aleyhine
kullanılamaz.